SETA > Kitap |
2011'de Türkiye

2011'de Türkiye

2011’de Türkiye başlıklı SETA analizi, genel seçimlerden Kürt sorununa, Arap Baharı’ndan yeni anayasa sürecine Türkiye’nin meseleleri hakkında geniş çaplı bir 2011 değerlendirmesi sunuyor.

SETA’nın her yıl düzenli olarak hazırladığı yıllık Türkiye analizi yayımlandı. Taha Özhan, Hatem Ete ve Selin M. Bölme editörlüğünde hazırlanan 2011’de Türkiye adlı çalışma 2011 yılında Türkiye’deki gelişmelerle ilgili detaylı bir bakış sunuyor. Analizde, 2010 yılında gerçekleşen 12 Eylül referandumunun Yeni Türkiye’nin inşa sürecine işaret eden sembolik öneminin 2011 yılındaki gelişmelerle, özellikle 12 Haziran genel seçimleriyle pekiştiğinin altı çiziliyor. Siyaset, Hukuk ve İnsan Hakları, Dış Politika, Ekonomi ve Eğitim adlı beş ana bölümden oluşan analiz Türkiye’nin önemli gündem maddeleri hakkında; 12 Haziran genel seçimleri, Kürt sorunu, Arap Baharı, yeni anayasa süreci, ekonomideki büyüme ve eğitim alanındaki gelişmelere dair geniş çaplı bir değerlendirme sunuyor.

Analizin en önemli vurgusu, Yeni Türkiye’nin inşa sürecinin hız kesmeden sürmesi gerektiği.

EN KRİTİK SEÇİM
Türkiye 2011 yılında tarihinin en kritik seçimlerinden birini yaşadı. 12 Haziran 2011 genel seçimleri, Türkiye siyasal tarihinin en kritik ve en farklı seçimlerinden biriydi çünkü Türkiye, seçimlerin siyasi iktidar denklemi üzerinde belirleyici olduğu tek dönem olan 1950-60 yılları arasındaki dönemden sonra dört askeri müdahale, sayısız müdahale teşebbüsü ve bu müdahalelerin denetiminde hazırlanan (ana) yasal düzenlemelere şahit oldu. Bu süreçte seçimler sadece hangi siyasi partinin, gerçek gücü elinde bulunduran bürokrasiyle iktidarı paylaşacağını belirlemek için yapıldı. Yarım yüzyılı aşkın bu süreçten sonra Türkiye ilk defa 12 Haziran’da bürokrasinin gücünün sınırlandığı bir ortamda seçimleri gerçekleştirdi. Son yıllarda bürokrasinin gücünü ve yetki alanlarını sınırlamaya yönelik gerçekleştirilen (ana) yasal düzenlemeler, legal sınırların dışına çıkan aktörlere yönelik soruşturmalar, siyasete dışarıdan yapılan müdahalelere karşı kamuoyunda oluşan tepki ve farkındalık ile yol alan demokratikleşme süreci, vesayet rejimini ciddi ölçüde geriletti. SETA’nın hazırladığı 2010’da Türkiye adlı analizde öngörülen 12 Eylül referandumunun sembolize ettiği vesayeti geriletme vurgusunun 2011 seçimleriyle teyit edileceği yorumu 2011’de gerçekleşmiş oldu.

2011 yılında düzenlenen genel seçimlerde siyasi partilerin izledikleri stratejilerin en önemli belirleyicisi de 12 Eylül referandumuydu. Siyasi partiler referandumu bir genel seçim provası olarak gördüler ve 12 Haziran seçimlerini referandumdan aldıkları sonuçları tamir etme veya tahkim etme süreci olarak değerlendirdiler. AK Parti, seçimlere, Yeni Türkiye’yi inşa etme anlamı yüklerken; CHP, değişim dinamiğini sürdürme ve yeni lider kadrosunun koltuğunu koruma; MHP, siyasal hayatta kalıcılığını sürdürme; BDP ise Kürtlerin tek meşru/etkili sözcüsü olma anlamı yükledi. 12 Haziran seçimlerinin ve 2011’in en önemli niteliklerinden bir diğeri de siyasi partilerin, vesayet sisteminin gerilemesini sembolize eden referandumdan sonra, ilk defa gerçek partiler olarak seçime girmeleriydi.

ASKER-SİYASET İLİŞKİLERİNDE TARİHİ KIRILMA
2010’daki referandumda askeri yargı alanını daraltan ve asker kişilerin yargılama sürecinde sivil yargıyı yetkili kılan düzenlemeler gerçekleştirilmiş; ayrıca EMASYA Protokolü’nün iptali (4 Şubat 2010), 2010 Ağustos YAŞ kararları ve MGSB’nin sivillerce ve sivil bir perspektifle yazılmasıyla (22 Kasım 2010) asker üzerindeki sivil denetim güçlendirilmişti.

2011 yılı da, darbe yapmaya, darbeye uygun ortam hazırlamaya ve hükümeti yıpratmaya yönelik eylem planları düzenlediği iddia edilen askeri personel hakkındaki yargılama sürecinin derinleşerek devam ettiği ve aynı çerçevede yeni davaların açıldığı bir yıl oldu. Bu bağlamda 2008’de açılan Ergenekon ile 2010’da açılan İrtica ile Mücadele ve Balyoz davalarıyla ilgili yargılama süreci yeni tutuklama dalgalarıyla sürdü. Aynı zamanda hükümeti yıpratmaya yönelik internet sitelerinin kurulmasına önayak oldukları iddia edilen askeri personel ile ilgili yeni bir dava (İnternet Andıcı Davası) açıldı. Böylece yıl içerisinde sivilleşme yönündeki eğilim derinleşerek sürdü ve somut kazanımlara kavuştu.

2011 yılı, Ağustos ayındaki YAŞ toplantısıyla ortaya çıkan asker-sivil ilişkilerindeki tarihi kırılmayla da hatırlanacak. Askeri personel ile ilgili süren davaların, özellikle de Balyoz Davası’nın gölgesinde gerçekleştirilen Ağustos 2011 YAŞ toplantısı –Cumhuriyet tarihinin en önemli askeri krizine yol açsa da– asker-sivil ilişkilerinde sivil otoritenin ağırlığını arttırdığını teyid etmiş oldu. Terfi sırası gelmiş olan Balyoz Davası’ndan tutuklu komutanların durumu üzerindeki anlaşmazlık, Genelkurmay Başkanı ile Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri komutanlarının istifasıyla sonuçlanmıştı. 2011 Şura’sında, görev süreleri dolan kuvvet komutanlarının istifası bir tarafa bırakılırsa, 2 yıl daha görevini sürdürmesi beklenen Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in istifası, ordunun Balyoz Davası soruşturmasına yönelik süregelen rahatsızlığının en önemli yansıması olarak görüldü. TSK’nın en yüksek rütbedeki dört komutanının istifasının yol açtığı kriz, aynı gece (29 Temmuz) Jandarma Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Necdet Özel’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na (asaleten) ve Genelkurmay Başkanlığı’na (vekâleten) atanmasıyla çözüldü. 2011 Şurası, 27 Nisan (2007) e-muhtırasından beri asker-sivil ilişkilerinde sivil otoritenin ağırlığını arttırmaya yönelik işleyen sürecin yol açtığı gerilimin sivil otorite lehine çözülme yoluna girdiğinin bir işareti olarak kayıtlara geçti.

KÜRT SORUNUNDA DİYALOG VE SAVAŞ YILI
2011 yılı, Türkiye’nin Kürt sorununu çözme ve PKK ile mücadele stratejisinde bir muhasebe yılı oldu. Öcalan’ın 1999’daki yakalanışından bu yana, devlet hem PKK ile mücadelede hem de Kürt sorunun çözümünde, birbirinden farklı birçok strateji geliştirdi ve hayata geçirdi. PKK ve çeperindeki Kürt siyasi hareketi de bu stratejilere farklı karşılıklar verdi. Son dönemlerdeki en kapsamlı strateji, AK Parti hükümetinin 2009’da hayata geçirdiği “açılım” olmuştu. Açılım stratejisinin en önemli denklemi, Kürt sorunu ve PKK’yı birbirinden ayırıp her iki unsur için de sivil siyaset imkânlarını devreye sokmaktı. Kürt sorununun çözümü için “demokratikleşme”, PKK’nın dağdan indirilmesi için “diyalog”, bu stratejinin en önemli önermeleriydi. PKK ve Kürt siyasi hareketinin başarısız kılmak için geliştirdiği birçok hamleye karşın, 2011 yılının ortalarına kadar, bu stratejinin, devletin Kürt meselesine ve PKK’ya bakışındaki en önemli siyasi parametre olduğu söylenebilir. 2011 yılı, bu strateji kapsamında birkaç yıldır uygulanan siyasetin muhasebesinin yapıldığı, tarafların samimiyet ve güven sorgulamasını derinleştirdikleri ve ilişkiyi yeni bir evreye taşıdıkları bir yıl oldu.

Bu muhasebe fonksiyonu dolayısıyla, 2011’in ilk yarısı, PKK ile mücadele tarihinin en etkili barış sürecinin yaşanmasına tanıklık ederken, ikinci yarısında, PKK ve KCK’nın başlattığı eylemler ve bu eylemlere yönelik sürdürülen operasyonlarla son yılların en yoğun çatışma sürecine girildi. BDP’nin sivil itaatsizlik eylemleri ve 12 Haziran seçimlerindeki başarısı, İmralı ile yürütülen görüşmeler, MİT-Kandil arasındaki görüşme trafiği sorunun siyaset paradigması ekseninde çözülmesinin ana durakları olurken; PKK saldırıları, KCK’nın şiddetle kolkola gezen eylemleri, güvenlik operasyonları, KCK tutuklamaları, Devlet-Kandil-İmralı arasındaki görüşmelerin kesilmesi ve sızdırılması, çatışma sürecinin ana durakları oldu. 2011 yılı boyunca bu iki strateji, deyim yerindeyse, birbirleriyle mücadele ederek sürerken; yılın ilk yarısında sivil-siyasi çözüm çabaları, ikinci yarısındaysa bu çabanın yerini çatışmaya bırakması etkili oldu.

Çözüm sürecinde siyasi mekanizmaların önünü açan gelişmeler kaydedilmesine rağmen, PKK’nın çatışma ısrarı, sorunun siyaset yoluyla çözümü için sürdürülen sürecin duraklamasına yol açtı. Sonuçta 2011 yılı, hem Cumhuriyet tarihinde çözüm yönünde en cesur kararların alındığı, soruna taraf olan bütün aktörlerle diyalog kurulduğu ve çözüme en yakın noktaya gelindiği, hem de sürecin PKK tarafından sonlandırılması dolayısıyla, devletin ve kamuoyunun hayal kırıklığına uğradığı ve çözüm için umutsuzluğa kapıldığı bir yıl oldu.

YENİ ANAYASA SÜRECİ
2011, seçim sürecinde ortaya çıkan ve sonrasında hem kamuoyunda hem siyaset dünyasında giderek yoğunlaşan tartışmalarla Türkiye’nin yeni anayasa yapım aşamasına girdiği bir yıl oldu. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in açıklamaları ve 19 Eylül 2011 günü Ankara’da konuyla ilgili akademisyenlerle yaptığı toplantı, ardından AK Parti yöneticilerinin açıklamaları ve diğer partilere yönelik ziyaretleriyle süreç resmen başlamış oldu. Kararların oy birliğiyle alınması gibi çalışma ilke ve organlarının oluşturulmasına paralel biçimde, vatandaşların görüşlerini iletebilmeleri için bir anayasa web sitesi kuruldu. Meclis Başkanı Çiçek, gelecek yılın sonunda anayasa konusunu noktalamak istediklerini ve toplumun her kesiminden gelecek görüşleri de bu yılın sonuna kadar kabul edeceklerini belirtti. Çiçek sivil toplum kuruluşlarından sonra Meclis’te temsil edilmeyen siyasi partiler, yüksek yargı organları, sendikalar, vakıflar, birlikler, üniversiteler, yerel gazeteler, televizyonlar ve radyolara yazı göndererek, yeni anayasa ile ilgili görüşlerini iletmelerini istedi. 2011’de Türkiye analizinde yeni anayasa hakkındaki bu gelişmeler Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez toplumun kendi irade ve inisiyatifiyle bir anayasa yapacağı şeklinde yorumlanıyor ve bu tarihi sürecin partiler arası çekişmelere kurban edilmemesi gerektiğinin altı çiziliyor.
ARAP BAHARI
2011 gündeminin belirlenmesinde 12 Haziran seçimleri ve sonuçları ne kadar rol oynadıysa dış politikada ve bölgemizde yaşanan gelişmeler de bir o kadar rol oynadılar. 2011 yılında sadece Türkiye’yi değil, tüm dünyayı etkisi altına alan en önemli olay kuşkusuz Arap Baharı olarak anılan isyan dalgasıydı. 17 Aralık 2010’da 26 yaşındaki Muhammed Buazizi isimli seyyar satıcının kendisini yakması ile Tunus’ta başlayan isyan, 14 Ocak’ta 23 yıllık Bin Ali iktidarını sona erdirirken Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasını saran bir isyan dalgasının da fitilini ateşledi. Tunus’u, Yemen, Mısır, Libya ve Suriye izledi.

Ortadoğu’yu saran ve birbirini izleyen isyan süreci, hem izlediği etkin dış politika nedeniyle, hem de kendi demokrasi tecrübesini yaratabilmiş, dünya ile entegre olurken bağımsız kalmayı başarabilmiş bir örnek olması niteliği ile Türkiye’yi küresel ve bölgesel anlamda ön plana çıkardı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun yeni yaşamaya başladığı değişim sancılarının aslında Türkiye’de son on yıldır yoğun bir şekilde yaşanmakta olduğunu söylemek mümkün. Özellikle 2007 sonrası başlayan yapısal değişimler 12 Eylül 2010 anayasa referandumu ile bir milat noktasına ulaşmıştı. Bu tarihten itibaren ‘Yeni Türkiye’ tartışmalarını sürdüren Türkiye, bir anda kendini Yeni Ortadoğu tartışmalarının da içinde buldu.

Arap Baharı boyunca her ülkedeki dinamiklerin ortaya koyduğu farklı gelişmeler nedeniyle süreçler farklı ilerlediyse de Türkiye belirlediği temel prensipleri ilk andan itibaren korumaya özen gösterdi. Öncelikle Tunus’tan Suriye’ye kadar her ülkede isyanın başından itibaren halkın demokratik reform taleplerini destekledi. Mevcut iktidarlarla irtibata geçerek reformların yapılması, değişimin önünün açılması ve silahlı bir çatışmaya varmadan dönüşümün yaşanması yönünde telkinlerde bulundu. Muhalif gruplarla da bu süreçte görüşmeye devam ederek siyasi çözüm için diplomatik bütün yolları zorladı. Ancak ilerleme kaydedilmediğini gördükten sonra liderlerin gitmesi yönünde açıklamaları ile iradesini ortaya koydu. Askeri müdahalenin ilk ve tek çözüm olarak sunulmasının karşısında durarak, Libya örneğinde olduğu gibi, müdahalenin kaçınılmaz olduğu durumlarda ise sürece müdahale ederek, operasyonun sınırlarının belirlenmesi yönündeki ısrarı ile halkın kıyımını ve sonrasında doğabilecek bir sömürüyü engelleme yönünde çaba gösterdi. Bütün bu süreç içinde her ülkede halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerinin altını çizen Türkiye, ardı ardına yapılan açıklamalar ile demokratik yeni bir düzen için yola çıkan ülke halkının yanında olduğunu söyledi ve bu sayede yeni kurulan yönetimler tarafından da coşkuyla karşılanan ülke olarak ayrıcalıklı konumunu korudu.

EKONOMİK BÜYÜME
Türkiye ekonomisi 2011 yılında da gösterdiği büyüme performansı ile küresel krizden nasibini alan Avrupa Birliği ülkeleri ve gelişmekte olan ülkelerden önemli ölçüde ayrıştı ve dinamizmini ortaya koydu. 2008 yılından itibaren belirtilerini gösteren küresel kriz, başta ABD olmak üzere Yunanistan, İrlanda, İtalya ve Portekiz gibi Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin ekonomilerini derinden etkiledi. 2001 ekonomik krizi sonrası Türkiye ekonomisinde, bankacılık sektöründe ve mali alanda gerçekleştirilen reformlar sayesinde, 2008 küresel ekonomik krizinden ticaret kanalı ile ekonomik büyümede kısmi bir daralma yaşandı. 2008 yılının son çeyreği ile 2009 yılı son çeyreği arasındaki dönemlerde meydana gelen bu daralmaya karşı, 2009 yılının son çeyreğinden itibaren 2011 yılının üçüncü çeyreğine kadar son 8 çeyrektir ekonomik büyüme sorunsuz ve rekorlar ile sürdürüldü. 2011 yılının ikinci çeyreğinde ekonominin büyüme ivmesi yavaşlasa da ikinci çeyrekte yüzde 8,8; üçüncü çeyrekte yüzde 8,2; yılın ilk 9 ayında ise yüzde 9,6 oranında büyüme gerçekleşti. 2011 yılı üçüncü çeyrekte gerçekleşen yüzde 8,2’lik büyüme oranı ile Türkiye, dünyada, Çin’den sonra en hızlı büyüyen ikinci ekonomi oldu.
EĞİTİM ALANINDAKİ GELİŞMELER
Milli eğitim sisteminde 2011 yılının, en önemli gündem maddesi, 2010 yılında olduğu gibi, öğretmen atamaları oldu. Ayrıca, FATİH projesi, Prof. Dr. Ömer Dinçer’in Milli Eğitim Bakanı olmasını müteakip Milli Eğitim Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlık merkez teşkilatının yeniden yapılandırılması, Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı ve 2011 SBS yerleştirmeleri 2011 yılındaki diğer önemli gündem maddeleri oldu.

Yükseköğretimde 2011 yılına, önceki yılın sonunda da gündemde olan öğrenci protestoları ve başörtüsü serbestliği kararıyla girildi. 2011 yılında, şu ana kadar yayımlanmış en kapsamlı öğrenci affı çıkarıldı. ÖSYM’nin yapısı ve öğrenci harçlarına ilişkin kanun değişiklikleri yapıldı. Kuşkusuz 2011 yılında yükseköğretimdeki en tartışmalı konu, Nisan ayında YGS’ye ilişkin kopya iddiaları oldu. Seçim öncesi bir döneme gelen konu, sadece eğitimcilerin değil, ülke siyasetinin bir numaralı gündem maddesi haline geldi. Geçtiğimiz yıllarda yükseköğretimde yakalanan büyüme 2011 yılında da sürdürüldü.

EDİTÖRLER
TAHA ÖZHAN | HATEM ETE | SELİN M. BÖLME
YAZARLAR
MUHİTTİN ATAMAN | SELİN M. BÖLME | ZAFER ÇELİK | YILMAZ ENSAROĞLU | HATEM ETE | YAVUZ GÜÇTÜRK | BEKİR S. GÜR | ERDAL TANAS KARAGÖL | HÜSEYIN KIRMIZI | MÜJGE KÜÇÜKKELEŞ | MURAT ÖZOĞLU | FERAY SALMAN | FURKAN TORLAK | FATMA SEL TURHAN | UFUK ULUTAŞ | HAKKI UYGUR | CEM DURAN UZUN
KATKIDA BULUNANLAR
SADULLAH ANKARALI | EDA BEKTAŞ | AHMET SEMİH BİNGÖL | İPEK COŞKUN | GALİP DALAY | FATOŞ EMEKDAR | SAMİ ORÇUN ERSAY | DOĞAN EŞKİNAT | ÜLKÜ İSTİKLAL MIHÇIOKUR | ZEYNEP BETÜL SARIYILDIZ | FATIH TAŞKIRAN | KADIR ÜZEN