SETA > Yorum |
Yeni Ortadoğu Yeni Dış Politika

Yeni Ortadoğu, Yeni Dış Politika

Bölgenin oluşmakta olan yeni yapısı dikkate alındığında, Türkiye'nin Haziran seçimlerinden sonra dış politikada karşı karşıya olacağı birçok meydan okumadan bahsetmek mümkün.

7 Haziran seçimlerine çok kısa bir süre kalmasına raÄŸmen, partilerin miting meydanlarındaki kampanyalarında dış politika konuları bırakın merkezi baÅŸlıklardan biri olmayı, henüz bir tür “cepheleÅŸmenin” malzemesi olmuÅŸ durumda deÄŸil. Bölgesel ölçekte yaÅŸanan kriz eksenleri ve bunun Türkiye’yi öyle ya da böyle dış politikada “zora soktuÄŸu” bir dönemde bu durum biraz ÅŸaşırtıcı aslında. AK Parti hali hazırda yürüttüÄŸü dış politikanın baÅŸarılı olduÄŸuna dair kendinden emin bir görüntü çizerken, dış politika perspektifinde önceki çizgisini korumaya devam ediyor. 2011 seçimleri öncesindeki dış politika ajandasıyla karşılaÅŸtırıldığında, AK Parti’nin birçok baÅŸlığı beyannamede yeniden formüle etmek zorunda kaldığı ise aÅŸikar. Ancak dış politikanın felsefesi, ilkeleri ve araçları bakımından bir süreklilik söz konusu.

CHP VE STATÜKO

CHP ise, mevcut hükümetin dış politika pradigmasınınparadigmasının ana omurgasını oluÅŸturan ilkeleri ve kavramları kendince yeniden üreten bir seçim beyannamesi ile seçmenin karşısına çıkmayı tercih etti. “VatandaÅŸ” yerine “yurttaÅŸ”, “düzen” yerine “istikrar” gibi kavramlarla, satatükoyastatükoya dönüÅŸ çaÄŸrısı ile dış politikadaki geleneksel seküler ulus-devlet nosyonu üzerinden bölgesel meselelerden”gerimeselelerden “geri çekilme” stratejisi uygulama vaadinde bulunuyor. Bir tür yeni angajman siyaseti ile Türkiye’nin eski Kemalist dış politikasının “jeopolitik kodlarına” geri dönme vaadiyle Türkiye’yi Avrupa’nın, daha doÄŸrusu Batı’nın bir parçası olarak kodlamaya devam ediyor. OrtadoÄŸu ise tarafsız olunması ve nihayetinde uzak durulması gereken coÄŸrafi bir alan olarak temsil ediliyor. AK Parti’nin “insan merkezli” dış politika söylemi ise, CHP’de “yurttaÅŸ merkezlilik” ÅŸeklinde temayüz etmiÅŸ.

KılıçdaroÄŸlu’nun Suriye konusunda meydanlardaki ifadeleri ve Suriye’deki iç savaşı okuma biçimi ise, CHP’nin dış politika analayışınıanlayışını kristalize etmesi bakımından hayli önemli ip uçlarıipuçları sunuyor. Seçim kampanyasını ekonomi eksenine oturmuÅŸ olmasının bir sonucu olacak ki KılıçdaroÄŸlu, Suriyeli mültecilere de ekonomi penceresinden bakmayı tercih ediyor. Hatta öyle ki, “SüriyeliSuriyeli mültecilere verecek paranız var da emekliye verecek paranız yok mu?” ÅŸeklinde sürekli tekrar eden Suriyeli göçmenler karşıtı bir söylemi dolaşıma sokuyor. Aslında mülteciler konusundaki söylemi bununla da sınırlı deÄŸil KılıçdaroÄŸlu’nun. Benzerini belki de Avrupa’daki radikal saÄŸ partilerden duyabileceÄŸimiz, bir tür “yabancı karşıtlığı” üzerine oturan mülteci söylemi var. Nitekim ÅŸu ifadeler yine KılıçdaroÄŸlu’na ait: “vatana ihahetihanet, birbuçukbir buçuk milyon Suriyeliyi ülkeye sokmaktır”.

MHP, HDP VE DIÅž POLÄ°TÄ°KA

DiÄŸer taraftan MHP ise kendi geleneÄŸi içinde çok da ÅŸaşırtıcı olmayan ve millilik söylemi ile tahkim edilmiÅŸ “Küresel güç Türkiye” ekseninde bir dış politika çerçevesi çizmiÅŸ durumda. Yine milliyetçi Türkiye kodlamasının hakimhâkim olduÄŸu genelekselgeleneksel dış politika söyleminin bir parçası olan Avrasya merkezli bir dünya siyaseti okuması hakim MHP’nin beyannamesinde. CHP’de sürekli vaz edilen ve dış politika kritiÄŸinin merkezine yerleÅŸtirdiÄŸi Ä°slamcılığın ve mezhepciliÄŸinmezhepçiliÄŸin “Türkiye’nin seküler karakterine” tehdit oluÅŸu, MHP’de Türklük ile yer deÄŸiÅŸtirmiÅŸ durumda. Bu anlamda Türklük vurgusu adeta bütün seçim beyannamesinin ruhuna nufüznüfuz ederek dış politikada “milliliÄŸinmilliÄŸin” de referans noktasına dönüÅŸmüÅŸ.

HDP’nin öncelikleri arasında dış politika ağırlıklı bir yer tutmamış olsa da kağıtkâğıt üzerinde Ermenistan, Suriye veya diÄŸer dış politika konularında daha “cesur” bir kavramsal çerçeveye sahip gözüküyor. Bir bütün olarak bakıldığında ise partilerin dış politika perspektifleri, medeniyet, seküler-milliyetçilik ve Kürt muhalifliÄŸi ana hatları üzerinde ayrışmış gözüküyor. Ne var ki hali hazırda seçim meydanlarına bu tartımalar yansımış durumda deÄŸil. 7 Haziran sonrasında oluÅŸacak meclis aritmetiÄŸi ve yeni kurulacak hükümet ile birlikte bunun Türkiye’nin dış politikasına nasıl bir etkide bulunacağı ise ucu açık bir tartışma. Zira bölgesel dinamiklerin nereye doÄŸru seyredeceÄŸi, Türkiye’nin bölgesel düzen-istikrar düÅŸüncesi ve pratik siyasal angajmanlarını doÄŸrudan etkileyecek.

Hali hazırda bölgesel düzenin yeni doÄŸasını ÅŸekillendirmeye devam eden üç temel ana eksen var ve bunların hepsi de öyle ya da böyle Türkiye’ye, ya yeni alanlar açma ya da mevcut alternatiflerini daraltma ihtimaline sahip. Yeni bölgede en dış çevrede yer alan ilk ana eksen, “Ä°ran karşıtlığı” noktasında tahkim edilen ve Suudi Arabistan baÅŸta olmak üzere Körfez ülkelerinin oluÅŸturduÄŸu askeri bloÄŸun giderek ortak bir güç temerküzü oluÅŸturması. GörünüÅŸte Suriye, Irak ve Yemen üzerinden iÅŸlevsel hale gelen bu “jeopolitik düÅŸmanlık” bölgesel ittifak sistemini yeniden konsolide ederken, bu gerginlik karşısında Türkiye daha ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemiÅŸ durumda.

Bu hat üzerinde yaÅŸanan gerginliÄŸin daha da derinleÅŸmesinin kısa vadede Türkiye’ye alan açmak yerine daha fazla sınırlandırıcı bir etki ortaya çıkaracağına hiç ÅŸüphe yok. Suudi Arabistan’da Kral Salman liderliÄŸinde uygulanmaya baÅŸlanan ofensif dış politika tercihi “Ä°ran’ın abartılmış etkisiyle” birlikte bölgesel ittifak sistemi açısından ayrıştırıcı bir etki ortaya çıkarmış oldu. Ä°ran’ın nükleer müzakerelerden kazanan taraf olarak çıktığı hissine kapılan Arap ittifakı, Obama’nın S. Arabistan ve Körfez’e yönelik isteksiz ve belirsiz tutumu ile birlikte ele alındığında daha “sıkı bir yumruÄŸa” dönüÅŸme ihtimali ise çok yüksek. Öte yandan Camp David zirvesi ise, Körfez ülkelerinin güvenlik önceliklerinin ve beklentilerinin ABD tarafından karşılanması konusunda sıkıntılar olduÄŸunu gösterdi. Türkiye ise bölgesel ölçekte yaÅŸanan cepheleÅŸmenin daha fazla gerilmesinden son derece tedirgin. Zira her bir yeni kriz Suriye iç savaşının sona ermesini geciktirdiÄŸi gibi bölgesel aktörlerin yeni maliyetler üstlenmeleri anlamına geliyor.

Yeni bölgesel düzeni ÅŸekillendirmeye devam eden ikinci ana ekseni ise Arap ülkelerindeki iç savaÅŸlar oluÅŸturuyor. Suriye, Irak, Yemen ve Libya’da yaÅŸanan çatışmalar bölgededeki bütün aktörlerin siyaset yapma biçimlerini radikal bir biçimde deÄŸiÅŸtirdiÄŸi gibi aşırıcı bir zemin üzerine yerleÅŸtirdi. IŞİD görünüÅŸte bu radikalliÄŸin ve aşırıcılığın merkezinde yer alıp karşı radikallik sürecinin üretimine neden olurken, diÄŸer taraftan Irak ve Suriye’nin uniter devlet yapılarını devam ettirmelerini giderek zorlaÅŸtırıyor. ÖrneÄŸin Kürtler bu süreçten maksimum fayda ile çıkmak için elinden geleni yapıyor. Yeni oluÅŸan de facto durum Sunniler, Åžiiler ve Kürtler ekseninde belirsiz ama daha çatışmacı bir yöne sürüklenecek gibi görünüyor. Var olan mücadelenin çatışmacı yapısı böylece farklı etnik ve mezhepsel siyasi öznellikleri yeni bir kollektif aidiyet ve yeni bir “direniÅŸ” söylemi ekseninde yeniden konumlandırmış durumda.

ÜÇÜNCÜ ANA EKSEN

Mevcut bölgesel düzenin üçüncü ana eksenini ise devlet dışı askeri yapıların giderek çeÅŸitlenerek bölgesel ölçekte karmaşık bir güvenlik mimarisinin oluÅŸmasına kaynaklık etmeleri oluÅŸturuyor. BaÅŸta IŞİD olmak üzere Suriye’de rejim karşıtı muhalif güçlerin çeÅŸitliliÄŸi, Rojava’daki YPG/PKK varlığı, Irak Kürdistanı’ndaki PeÅŸmerge, PKK, Irak’daki Åžii milisler, Libya’daki milis güçler, El Kaide, Yemen’deki Husi milisler birbiriyle baÄŸlantılı birçok deÄŸiÅŸkeni yerel, ulusal ve bölgesel ölçekte aynı anda harekete geçirme kapasitesine sahip artık. DiÄŸer bir ifadeyle, bir bölge olarak OrtadoÄŸu’nun altında “devleti-dışılığın” hüküm sürdüÄŸü yeni bölgesel alt sistemler oluÅŸmuÅŸ durumda. IŞİD’in Irak-Suriye sınırını tamamen kontrol eden bir aktöre dönüÅŸmesi bunun en çarpıcı misali. Bu durum çözüm bekleyen birçok sorunu aktörlerlerin belirsizliÄŸi nedeniyle daha karmaşık bir siyasi sürecin içine sürükleyerek çözüm üretimini zorlaÅŸtırdığı gibi yeni cins sorunların çıkmasına da neden olacaÄŸa benziyor. Giderek bilindik devlet yapılarını çökerten bu yeni yapı, var olan dış politika mekanizmlarınınmekanizmalarının ötesinde yeni araçlar geliÅŸtirmeyi de zorunlu kılıyor.

Bölgenin oluÅŸmakta olan yeni yapısı dikkate alındığında, Türkiye’nin Haziran seçimlerinden sonra dış politikada karşı karşıya olacağı birçok meydan okumadan bahsetmek mümkün. Bu meydan okumalardan en az maliyetle çıkmak için dış politikanın var olandan daha dikkatli dizayn edilmesi gerekiyor. Birkaç noktanın, yukarıda bahsetmiÅŸ olduÄŸum yeni bölgesel ÅŸartların da dikkate alınarak altının çizilmesi gerekli.

Haziran sonrasında meclis aritmetiÄŸi ne olursa olsun yeni oluÅŸan mevcut ÅŸartların gerektirdiÄŸi bir uyum sürecine hazırlıklı olmak gerekecek. Makro ölçekte Ä°ran-Arap gerginliÄŸi bir süre daha tırmanarak devam etme ithtimaliihtimali son derece yüksek iken, iç savaÅŸ ve istikrarsızlıklara da kısa vadede çözüm bulmak oldukça zor gözüküyor. Öte yandan yeni silahlı aktörlerin bir süre daha kalıcı olma ve ciddi jeopolitik sonuçlar üretme ihtimali de hayli yüksek. Bu nedenle yeni ÅŸartlara uygun davranabilmeye imkanimkân saÄŸlayacak bir “esneklik kabiliyeti” oluÅŸturmak için dış politikanın daha hassas bir planlanma ile dizayn edilmesi gerekiyor. Türkiye’nin haziran sonrasında karşılaÅŸacağı ikinci meydan okuma ise etrafında yaÅŸanan krizler arasındaki süreklilik unsurlarının da farkında olacak ÅŸekilde bir tür “senkronize anlayışa” sahip olması. Bu senkronizasyon ilk olarak dış politika yapım sürecinin kurumsal iÅŸleyiÅŸinden baÅŸlamak zorunda. CumhurbaÅŸkanlığının bu kurumsal mimaride bir yeniliÄŸe iÅŸaret ettiÄŸi ve hali hazırdaki örnekler üzerinden takip edildiÄŸinde merkezi bir yeri olacağı açık. Senkronizasyonun diÄŸer bir ayağını ise dış politikada enerjinin daha çok hangi alana ya da krizlere kanalize edileceÄŸi konusu. Bir bütün olarak bakıldığında sonuç olarak, Haziran sonrasında AK Parti’nin dış politika anlayışının yeni bir versiyonun devreye sokulması gerekecek. Bu önceliklikliöncellikli olarak, Türkiye’nin mevcut dış politika araçları ile mevcut kapasitesi arasındaki dengenin iyi anlaşılmasından geçiyor. Söz konusu denge, Türkiye’nin en azından bölgesel krizlerden daha az maliyetle çıkması için bir zorunluluk.

[Star Açık GörüÅŸ, 29 Mayıs 2015]