SETA > Yorum |
Washington da Yeni Hük met Sistemine Yönelik Algılar ve Sorular

Washington’da Yeni Hükûmet Sistemine Yönelik Algılar ve Sorular

FETÖ ve benzeri çevrelerin yurt dışında bilinçli manipülasyonlarının ve yoğun çabalarının etkisiyle, olumsuz algı yaygınlaşıyor.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişi öngören anayasa değişikliği ile ilgili referandumun, sadece Türkiye içinde değil, yurt dışında da yoğun bir gündemle takip edildiği artık herkesin malumu.

Ama maalesef, Türkiye’nin vesayetçi parlamenter sisteminin yönetilebilirlik sorunu ve sürekli kriz üreten yapısı yurt dışında yeterince bilinmediği için, sistemin dönüşümüne yönelik anayasa değişikliğinin içeriği çok daha kolay manipüle ediliyor. FETÖ ve benzeri çevrelerin yurt dışında bilinçli manipülasyonlarının ve yoğun çabalarının etkisiyle de, olumsuz algı yaygınlaşıyor.

Siyasal sistemin dönüşümü, mevcut parlamenter sistemin krizleri ve bu krizleri aşmaya dönük olarak hazırlanan anayasa değişiklik maddeleri, gerekçeleri ile birlikte anlatıldığında, yurt dışında muhatabın soruları farklılaşıyor. Olumsuz soruların ötesinde sistemi daha iyi anlamaya dönük sahici sorular gelmeye başlıyor.

SETA’nın (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı) Washington DC ofisi tarafından 30 Mart Perşembe günü “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” ile ilgili düzenlediği panelde bu hususu bizzat gözlemleme imkânı buldum, SETA DC Araştırma Direktörü Kılıç Buğra Kanat’ın moderatörlüğünü yaptığı panelde AK Parti Genel Sekreteri Abdülhamit Gül ve ben konuşmacıydık.

SETA DC paneli, daha çok Washington merkezli düşünce kuruluşu uzmanları, gazeteciler, Türkiye üzerine çalışan akademisyen ve konunun ilgililerine yönelik olarak düzenlenmişti.

Abdülhamit Gül’ün, cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini içeren anayasa değişikliği paketinin hem hazırlanış sürecinde hem de MHP ile AK Parti arasındaki görüşmeleri koordine eden kişi olarak, en başından itibaren meselenin içinde olması, panele katılımcıların ilgisini artıran önemli bir unsurdu.

Abdülhamit Gül, konuşmasında daha çok, siyasal sistemin anayasal  tasarımının içeriğine odaklandı. Özellikle, yasama, yürütme ve yargıya ilişkin değişiklikleri içeren düzenlemelerin hangi gerekçelerden hareketle yapıldığını anlattı. Ayrıca, 16 Nisan’da oylanacak olan hükûmet sistemi değişikliğinin, AK Parti’nin “15 senelik reformcu ve değişimci kimliğinin bir devamı olarak görülmesi gerektiğini” belirtti. Söz konusu değişikliklerin ise, bugüne kadar AK Parti’nin yaptığı “reform” ve “dönüşüm”lerin kurumsallaşması açısından önemli olduğunun altını çizdi.

Benim sunumum ise, daha çok Türkiye’deki parlamenter sistemin krizinin ve yönetilebilirlik sorunlarının mevcut parlamenter sistem içerisinde kalarak çözülemeyeceği üzerineydi.

Türkiye bugüne kadar parlamenter sistem içerisinde, yönetim sorunlarını aşmaya yönelik aslında tüm yolları denedi. Siyasal sistemin istikrarını etkileyen, bölünmüş siyasi parti yapılarını güçlendirmek için birçok kez seçim kanunu değiştirdi. Ama tüm bu değişikliklere rağmen, 1970-1980 arası 10 yılda 10 farklı hükümet değişikliğinin, ya da 1991-2002 arasında 7 farklı koalisyon hükûmetinin kurulması gibi istikrasızlık unsurlarını engelleyememiştir.

Ya da 1982 Anayasasında 18 kez değişiklik yapılmasına ve 112 maddesi değiştirilmesine rağmen mevcut parlamenter sistem, karizmatik ve güçlü lider dönemleri hariç; istikrarı sürekli kılan, demokrasiyi kurumsallaştıran ve derinleştiren, bürokratik vesayeti sonlandıran, darbeci oluşumları engelleyen bir yapı oluşturamadı.

Unutulmasın 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016 darbelerinin önlenmesi, sadece karizmatik ve güçlü liderlikle ilgilidir. Parlamenter sistemin kurumsal ya da demokratik yapısı ile ilgili değildir.

Türkiye’nin siyasal sistem dönüşümü ile ilgili, Batı'da en yaygın kanaatlerden ve yanılgılardan biri, bu meselenin sadece AK Parti ve Tayyip Erdoğan döneminde gündeme getirildiği ile ilgili. Bu meselenin 40 yıldan fazladır, daha çok yönetime bizzat gelen aktörler tarafından savunulduğunun bilinmemesi bu algıda etkili.

Tam da bu algıya bağlı olarak, gelen sorulardan önemli bir kısmı, geçilecek yeni hükûmet modeli ve Erdoğan’ın siyasal geleceğini birlikte ele almakta.

Yeni hükûmet modelinde bir kişinin en fazla beşer yıllık süreler hâlinde ve yüzde 50 oyla seçilme zorunluluğu ve aynı zamanda Türkiye’nin siyasal istikrarı açısından bu sistemin daha çok Erdoğan sonrası için gerekli olduğu söylendiğinde ise, sorular daha sahici olarak, değişikliğin içeriğine odaklanmaya başlıyor.

16 Nisan referandumunda hükûmet sistemi değişikliğinin kabul edilmesiyle birlikte, manipülatif söylemlerle oluşan algılar, yerini meselenin içeriğini anlamaya dönük çabalara yoğunlaştıracaktır.

[Türkiye, 1 Nisan 2017].