Suudi Arabistan ve İran Ortadoğu’da jeopolitik rekabet sürdüren iki ülke. İran daha çok bölgesel vekilleriyle, yumuşak ve sert gücüyle ve mezhep kartını kullanarak nüfuzunu artırıyor. Daha çok kendi öz imkanlarını kullanıyor. Suudi Arabistan ise bölgesel vekilleri olsa da İran kaynaklı güvenlik sorunlarını Batı desteğiyle gidermeye çalışıyor, Yemen istisnası dışında sert gücünü doğrudan kullanmıyor, mezhepsel tonları olsa da mezhebi etkin bir jeopolitik araç olarak kullanamıyor.
Mezkur bölgesel rekabetin gidişatı açısından önemli iki gelişme aynı günlerde meydana geldi. İran’da muhafazakar ve reformist koalisyonların adayları Cumhurbaşkanlığı için yarıştı. Rekabetin diğer ucunda ise ABD’nin içerde zor günler yaşayan başkanı Trump, ilk yurtdışı seyahatini Suudi Arabistan’a yaptı. İran’da reformistlerin adayı Ruhani, müesses nizama rağmen gücünü konsolide ederken; Suudi Arabistan’da ise Trump ziyareti ve ABD ile işbirliği üzerinden İran’a göz dağı verildi.
Genel kanı İran’da Reisi’nin arkasında saf tutan muhafazakarların, Ruhani’nin tekrar cumhurbaşkanı seçilmesine engel olamadığı şeklinde. Ruhani seçime günler kala Devrim Muhafızları’na karşı eleştirinin dozunu artırmıştı. Devrim Muhafızları ise Ruhani’yi Batı ile ilişkileri sebebiyle eleştiriyorlardı. İran ekonomisi senelerdir devam eden yaptırımlar sebebiyle zor günler yaşıyor. Nükleer anlaşma sebebiyle gevşeyen yaptırımların İran’ın askeri-savunma kompleksine olumlu getirileri oldu, olacak. Henüz bariz değişikliklere sebep olacak şekilde yaptırımlar kalkmadı. Tüm karşılıklı eleştirilere rağmen devletin asıl sahibi muhafazakarların, ılımlı görüntüsü veren Ruhani eliyle ekonomiyi biraz toparlatıp savunma sanayinde yeni alanlar açacak şekilde yaptırımların etkisini hafifletme çabası var gibi görünüyor. Zaten dış politika ve güvenlik gibi konularda etkin güç Devrim Muhafızları’nda. Gayriresmi güçleri cumhurbaşkanınınkini de aşan boyutta. Hal böyleyken bir dönem daha Ruhani’nin cumhurbaşkanlığı, Devrim Muhafızları’nın pozisyonuna halel getirmeyeceği gibi rejimin bekçilerine yeni fırsatlar da sunabilir. Ruhani’nin başarısının da başarısızlığının da ekmeğini Devrim Muhafızları yiyecek, İran bölgedeki sert gücünü tahkim etmeye devam edecek.
Suudi Arabistan ise senelerdir devam ettirdiği jeopolitik rekabete rağmen kendi kendine yeten bir savunma stratejisi ve güvenlik mimarisi kuramadı. Trump’ın Riyad ziyaretinin en çarpıcı yanı da bu. ABD’yle imzalanan 110 milyar dolarlık silah ve 200 milyar doları aşan yatırım anlaşmalarının merkezinde İran’a karşı ABD’nin desteğini mobilize etme çabası var. Suud, Trump’tan İran’a karşı oyun değiştirici hamleler bekliyor. Bunca yatırım yaptıktan sonra beklemek de hakkı! Trump kabinesinin tamamının üzerinde anlaştığı nadir konulardan birisi İran. Bu konuda Suud’la örtüşmeler var. Yine de ABD’nin İran yayılmacılığı karşısında tam olarak ne yapmak isteyeceği ve yapacağı belirsiz. Diğer yandan ise ABD, Suud-İran rekabetinin savunma kompleksi için yarattığı imkanlardan oldukça memnun görünüyor.
Birçok İslam ülkesinin ve ABD’nin katılımıyla “İslam-ABD Zirvesi” toplanıyor, ben bu satırları zirvenin yapıldığı Riyad’da kaleme alırken. Kral Faysal Araştırma ve İslami Çalışmalar Merkezi’nin davetlisi olarak zirve çerçevesinde Riyad’da İslam ülkelerinin terörle nasıl mücadele etmesi gerektiğini tartışıyoruz. Hem terörle hem de İran yayılmacılığıyla mücadelede tüm yatırımı Batı desteğine yapmak büyük bir hata. İslam ülkelerinin muazzam imkanları var ama kaynakların doğru kullanımı, yerel çözümler üretme ve organizasyon sorunları mücadele yeteneğimizi felç etmiş durumda. Her iki sorunda da ABD’nin katkıları olabilir fakat şimdiye kadarki performansları (Afganistan, Irak ve Suriye) çözümün değil sorunun parçası olduklarını gösterdi. Hal böyleyken bölge ülkeleri olarak imkanlarımızı akıllıca kullanıp, kendi göbeğimizi kendimiz kesmenin yollarına odaklanmalıyız. Zira hem terör hem de İran yayılmacılığı doğrudan bizi, yani bölgeyi etkiliyor.
[Akşam, 22 Mayıs 2017].