Cuma günü canlı yayında liderler zirvesine tanık olduk. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Ruhani İdlib başta olmak üzere birçok konudaki pozisyonlarını canlı yayında sergilediler. Bütün dünya kimin hangi argümanı nasıl savunduğuna şahit oldu.
Türkiye'de zirveden ne çıktığına yönelik tartışmalar da yaşandı. Kimi yorumcular zirveden somut bir şey çıkmadığını dile getirdi. Bu yorum zirve öncesi yükselen beklentiler ve zirveye atfedilen anlamla ilgili.
Yine zirve öncesinde sürekli en kötü senaryoyu ve Türkiye için büyük riskler taşıyan potansiyel sonuçlarını tartıştığımız için İdlib krizinin çözümüne dair somut bir yol haritası oluşmasının beklentisi içine girildi.
Halbuki dikkate almamız gereken bazı noktalar var: Birincisi zirveden somut adımları içeren bir yol haritası ilan edilmez. Bu somut adımları ancak dışarıdan gözlemleyebiliriz.
İkincisi Rusya ve İran'ın İdlib meselesinin çözümü için masaya oturdukları varsayımı ile hareket edilmemeli.
Putin ve Ruhani ilk açıklamalarında İdlib'i doğrudan ilgilendiren meseleleri dile getirmediler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından sonra değindiler.
Dolayısıyla taraflar İdlib meselesini Suriye stratejilerinin bir parçası olarak masaya sürdüler.
Dikkat edilirse Putin de, Ruhani de rejimin meşruiyetini vurguladı. Dahası Suriye'deki askeri varlıklarını da Suriye rejimi ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde meşrulaştırdılar.
Putin "Suriye topraklarının %90'ı kontrol altında" diyerek ABD ve PYD'nin Fırat'ın doğusundaki kontrol alanlarını sorunsallaştırmadığını gösterdi. Ruhani de Fırat'ın doğusundaki ABD'nin varlığına dair ağır ifadeler kullanmasına rağmen PYD'ye dair tatmin edici bir açıklamada bulunmadı.
Öte yandan iki lider de çok genel geçer ifadelerle terörizm vurgusu yaptılar. Esas amaçları, rejime karşı muhalefet eden bütün kişi ve grupların terör kapsamına alınmasıydı.
Kısacası, İdlib krizinin çözümü için değil, muhaliflerin terörle mücadele söylemi altında marjinalize edilmeleri ve Esed rejiminin meşruiyetini de bu söylem altında dayatmak için çabaladılar.
Putin'in yeni göç dalgalarının oluşmaması ve mültecilerin evlerine dönmesine dönük söyleminin Türkiye'nin hassasiyetlerini dikkate alan bir tarafı olmakla birlikte Esed rejiminin meşruiyetini ve Suriye'nin yeniden inşasını yine Esed iktidarı altında başlatmaya yönelik bir amacı da içermektedir.
Zirveye bu şartlar altında bakıldığında İdlib'e dair somut bir öneriler dizisinin çıkmaması doğal görünüyor. Ancak zirveden ne çıkmadığı ve hangi senaryoların önüne geçildiği de göz ardı edilmemeli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın net pozisyon aldığı konular yeni göç dalgasının oluşması, PYD'nin görmezden gelinmesi ve Türkiye'nin Suriye'deki varlığıydı. Bu konularda direterek Türkiye en kötü senaryonun önüne geçmekle kalmadı aynı zamanda 14 Eylül'de gerçekleşecek olan Cenevre için de zaman kazanmış oldu.
Sonuç bildirgesine yansıyan çerçeveden İdlib'in geleceği ile ilgili bir yol haritası çıkmadığını söylemek mümkün. Dolayısıyla bundan sonra sahadaki durum kendini dayatmaya devam edecek. Türkiye hassas olduğu konular için sahadaki varlığını güçlendirmeye yönelik adımlar atmalı.
Bunun başında da Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinin tahkim edilmesi gerekiyor.
[Fikriyat, 8 Eylül 2018].