Orta Doğu siyasetinin şekillenmesinde çok etkili olan iki küresel aktörün son dönemde bölgeye yönelik politikalarını incelediğimizde en belirgin olarak göze çarpan nedir?
Rusya’nın giderek Orta Doğu’daki nüfuzunu artırması ve ABD’nin ise bölgedeki etkisinin her geçen gün azalması kuşkusuz en fazla göze çarpan gelişmedir.
Bunun nedenlerini incelemeden önce her iki ülkenin de sahip oldukları kapasiteye kısaca göz atalım.
Ekonomik üretim kapasitesi, yani Gayri Safi Yurtiçi Hasıla açısından bakıldığında ABD’nin Rusya’nın yaklaşık 12 kat daha büyük bir ekonomiye sahip olduğunu görürüz. Dünya Bankası verilerine göre, 2017 yılında ABD’nin GSYH’si 19,3 trilyon dolar iken Rusya’nınki 1,5 trilyon dolar düzeyindeydi.
Toplam dış ticaret hacmi açısından da iki ülke arasındaki farkın oldukça yüksek olduğu görülür. 2017 yılında ABD’nin toplam ticaret hacmi 3,9 trilyon dolar düzeyindeyken Rusya’nın ancak 740 milyar dolar civarında toplam ihracat ve ithalat miktarına sahip olması söz konusuydu.
Askerî harcamalar açısından bakıldığında da ABD’nin Rusya’ya göre çok daha yüksek bir kapasiteye sahip olduğunu görüyoruz. Bu alanda öne çıkan iki kurum olan SIPRI (Stockholm International Peace Research Institute) ve IISS’nin (International Institute for Strategic Studies) rakamlarına bakıldığında, ABD’nin Rusya’ya göre yaklaşık 9-10 kat daha fazla askerî harcama yaptığı görülüyor.
Bütün bu rakamlar aslında Rusya’nın Orta Doğu’da ABD’ye göre çok daha başarısız bir politikasının olması gerektiğini söylüyor. Ancak gerçekte, son dönemde Rusya’nın Suriye’deki ağırlığı, Türkiye ile yakınlaşan ilişkileri ve İran üzerinde artan etkisi Moskova’nın Washington’a göre daha etkili bir politika izlediğinin göstergesi.
Orta Doğu’nun en köklü üç devleti olan Mısır, İran ve Türkiye’den ikisinin ABD’den çok Rusya’ya yakın olması, Putin’in bölgeye yönelik politikasının başarısı kadar, Rusya’ya göre çok daha yüksek ekonomik ve askerî kapasiteye sahip olan ABD yönetimlerinin başarısızlığını da gösteriyor.
Washington’un, Orta Doğu’da İran ve İhvan karşıtı bir cephe oluşturma yönündeki politikası çerçevesinde Mısır ve Türkiye’deki darbelere destek vermesi, bu politikalara ayak uydurmak istemeyen Katar’ı zorla dize getirmeye çalışması ve Filistin konusunda bütün İslam dünyasını rahatsız edecek adımları bölgede Amerikan karşıtlığının artmasına yol açıyor.
Bu yıkıcı politikaların hedefi olan Türkiye gibi ülkeler ise, Washington’u dengeleyebilmek için Rusya’ya yakınlaşma ihtiyacı hissediyorlar. Bu da ABD’nin 60 yıllık müttefikini kaybetmesi anlamına geliyor. Türkiye’nin Orta Doğu dengeleri açısından oynadığı önemli rol düşünüldüğünde Ankara ile Washington arasındaki mesafenin açılmasının ABD açısından büyük bir kayıp olduğu anlaşılır.
Washington’un Orta Doğu’da Rusya’ya bu kadar alan açmasını, ABD’nin artık Orta Doğu’dan çekildiği ve ağırlığı Pasifik bölgesine vermek istemesiyle açıklayanlara ise Rusya’nın aynı zamanda bir Pasifik devleti olduğunu hatırlatmak gerekir. ABD’nin Orta Doğu’da sınırlandırmakta zorlandığı Rusya’yı Pasifik bölgesinde sınırlandırması da zor olacaktır.
Bundan daha önemlisi, Amerikan yönetiminin izlediği politikayla asıl küresel rakibi Çin’in de bölgeye daha etkin bir şekilde girmesine zemin hazırladığı gerçeğidir. İran konusunda yeniden başlatılan yaptırımların, enerji kaynakları açısından büyük ölçüde dışa bağımlı olan Çin’in bu ülke üzerindeki nüfuzunu artıracağını tahmin etmek zor değildir. Zaten İran’ın en önemli petrol alıcısı konumunda olan Çin, yaptırımlarla birlikte iyice köşeye sıkışan Tahran yönetimi açısından bir kurtarıcı olarak görülecektir.
Sonuç olarak, Rusya’nın tek elden belirlediği ve yürüttüğü Orta Doğu politikası, bu ülkenin ABD ile karşılaştırıldığında çok daha sınırlı kapasitesine rağmen Moskova için önemli kazanımları beraberinde getirdi. Buna karşılık Washington’un çok başlı Orta Doğu siyaseti yüzünden, ekonomik ve askerî üstünlüğüne rağmen ABD bölgede ciddi zemin kaybetti.
[Türkiye, 21 Kasım 2018].