İstanbul ve birkaç ilçe hariç seçimler tamamlandı. Belediye başkanları mazbatalarını alarak göreve başladılar.
Kazananların şimdi vaatlerini gerçekleştirme zamanı.
Belediye başkan adayları, kazanmaları hâlinde yapacaklarını kampanya sürecinde seçmene açıklamışlardı.
Kazanamayan adayların vaatleri bir sonraki seçime kadar zaten unutulur gider. Kazananlar ise artık vaatlerinin sorumluluğunu taşımak zorundalar.
Bu seçimlerde muhalefet partileri, kampanya konusunda farklı bir taktik izlediler. Proje belediyeciliği konusunda AK Parti ile yarışmaları hâlinde seçmen nezdinde bir fark oluşturamayacaklarının farkındalardı.
Çünkü İstanbul, Ankara ve Antalya başta olmak üzere şehirlere AK Parti döneminde büyük yatırımlar yapıldı. Şehirlerin alt ve üstyapılarının büyük kısmı da tamamlandı.
Hizmet kalitelerinin artması ile seçmenlerin yerel yönetimlere dönük beklentisi farklılaştı. Makro projelerden daha çok mikro alanlarda beklenti oluştu.
Muhalefet bunu bildiği için bu seçimlerde proje belediyeciliği özelinde kampanya yürütmekten kaçındı.
Bazısı sadece “huzur” vadetti. Bazıları ise “büyük proje” karşıtlığı üzerinden kampanya yürüttü.
Dolayısıyla, CHP başta olmak üzere muhalefet partileri, kampanyalarını “muhalefet popülizmi” olarak adlandırabileceğimiz bir düzleme oturttu.
Halka hoş gelebilecek ne varsa, “halkla ilişkiler” stratejilerinin tüm imkânlarını kullanarak kampanyaya dönüştürdü.
Mesela hiçbirisi yeni kazandıkları belediyede çalışan mevcut işçileri işten çıkarmayacaktı. Ama aynı zamanda belediyeye yeni binlerce işçi alımını da gerçekleştireceklerdi.
Örneğin CHP, asgari ücret konusunda kazandıkları belediyelerde daha fazla ücreti çalışanlara ödeyeceğini vadetmişti.
Kampanya döneminde popülizmin sınırlarını zorlayan belediye başkan adaylarından mazbatasını alanlar, yine o hızla vaatlerinin tam tersi icraatlarla işe başladılar.
Belediye çalışanlarını işten çıkarmak için “sendika değişikliği baskısı” başta olmak üzere “bankamatik memurluğu yapıyorlarmış” gibi farklı bahanelerle işçi çıkarmaya başladılar bile.
Muhalefet partileri, yerel yönetimlerde kazandıkları belediyeleri “muhalefet konforu” ile yönetemezler. Artık kazandıkları yerlerde muhalefet değil iktidardırlar.
Kampanya sürecinde popülizmin sınırlarını fazla zorlayan belediye başkanlarının işi zor. Belediye meclis üyeliği bağlamında çoğunluğu sağlayamadıysa bunu bir bahane olarak kullanıp çıkış yolu arayacaklar.
“İstediğim yatırımları ve projeleri meclisten geçiremiyorum” bahanesinin arkasına saklanacaktır.
Ancak toplum bu tür bahaneleri duymak istemez. Çöpünün zamanında toplanmasını, toplu ulaşım araçlarının seferlerini aksatmamasını, sosyal yardım imkânlarının vb. birçok hizmetin kesilmemesini ister. Hayat standardının geriye gitmesini istemez.
Büyükşehirler başta olmak üzere yerel yönetimlerde hizmet standartları yükseldi. Dolayısıyla seçmen yenisi ile eskisi arasında karşılaştırma yapacaktır.
Özellikle, AK Parti’nin kaybettiği belediyelerde bu karşılaştırma daha sahici olacaktır.
Seçmenin yerel yönetimlerde beklentilerinin farklılaşması, mevcut hizmetler aksadığında sorun etmeyeceği anlamına gelmez.
Belirli bir hizmet alım standardını yakalamış seçmen bu hizmetlerde bir geri gidiş yaşanması durumunda tepkisini çok daha sert şekilde gösterir.
Popülist siyasetle bu tepkiler dindirilemez.
Popülizm muhalefette iken bir düzeye kadar iş görür. Ancak iktidar olunca tam tersi bir etki ile onu kullanana daha büyük zarar verir.
[Türkiye, 16 Nisan 2019].