SETA > Yorum |
Özgürlük Güvenlik İkileminde İhlal Tartışmaları

Özgürlük Güvenlik İkileminde İhlal Tartışmaları

Devletler için tahrip edici sonuçlar doğuran terör eylemleri söz konusu olduğunda özgürlüklerin güvenlik lehine sınırlandırılması mümkün olabilmektedir. Avrupa’daki örneklerden hareketle ifade ve basın özgürlüğünün çeşitli sınırlandırmalara tabi tutulduğu ve yakın gelecekte daha ağır düzenlemelerin yapılacağı anlaşılmaktadır.

İngiltere Başbakanı Muhafazakâr Parti lideri Theresa May’n Londra’da art arda yapılan terör saldırılarının ardından “İnsan hakları ile ilgili hukuki düzenlemelerin aşırıcılık ve terörizmle mücadele yolunda engel oluşturması halinde bu kanunları İngiltere halkını korumak için değiştireceğiz” şeklindeki açıklamaları önemli tartışmalara neden oldu. Önceleri insan hakları ve demokrasi konusundaki yoğun hassasiyetleri ile gündemde olan Batı demokrasilerinin şiddet sarmalı ile yüzleşmelerinin bir sonucu olarak yaşadıkları kaotik durum ana gündem olmuştur. Bahse konu durumun ardından yaşanan gelişmeler ve ülkelerin güvenlik gerekçesiyle aldıkları bazı tedbirler, özgürlük-güvenlik çatışmasının yeniden masaya yatırılması ihtiyacını ortaya çıkartmıştır. Özgürlüklerin güvenlik gerekçesiyle kısıtlanabileceği yönündeki politik inisiyatif, devlet olma kapasitesine sahip bütün entitelerin başvuracağı bir karar olarak karşımızda durmaktadır. Buradaki sorun, alınan ve alınacak kararların meşruiyetini sorunsallaştırmak yerine söz konusu kararların tartışılmasındaki ikircikli tutuma ilişkindir. Devletin adalet, özgürlük ve güvenlik dengesinde inşa edilen bir düzenin ürünü olduğu düşünüldüğünde tartışma daha da anlamlı olmaktadır.

Türkiye’nin uzun bir süredir meşgul olduğu ulusal ve uluslararası kurumların çalışmaları ile politik bir enstrüman haline getirilen basın özgürlüğü raporları da alınan kararların ikircikli doğasını yansıtan bir turnusol kağıdı niteliğindedir. Türkiye’de terör olaylarını önleme ya da herhangi bir suçu engelleme adına alınan kararlar veya Facebook ve Twitter gibi mecralara iletilen içerik kaldırma talepleri uzun süre Türkiye demokrasisinin eksikliğine işaret eden bir durum olarak eleştirildi. Terörün soğuk yüzüyle karşılaşan Fransa, Almanya ve İngiltere gibi demokrasinin fikir olarak ortaya çıktığı ülkelerin farklı kısıtlama türlerini uygulamaları ise devletlerin ülke güvenliklerini koruma refleksi olarak ele alındı ve meşru bir hak olarak tartışıldı. Buradaki temel tartışma küreselleşen dünyada ülkelerin iç hukukunu ihlal eden sosyal medya platformlarına yönelik kısıtlama talepleri ve terör konusunda alınan bazı kararların basın ve diğer özgürlükleri ihlal edip etmediğidir. Basın ve ifade özgürlüğü türleri mutlak bir özgürlük müdür yoksa zaruri hallerde kısıtlanabilirler mi? Dünya örnekleri incelendiğinde terör ve ülke güvenliğini ilgilendiren konularda ülkelerin basın ve diğer birtakım özgürlükleri güvenlik lehine sınırlandırabilecekleri görülmektedir.

AVRUPA’NIN TERÖRLE İMTİHANI

Teröre destek, milli güvenlik ve kişisel hakların korunması gibi meşru nedenler söz konusu olduğunda özgürlüklerin sınırlandırılması dünyada başvurulan bir tedbirdir. 2015 yılı Kasım ayında Fransa’da gerçekleştirilen terör saldırısının ardından alınan olağanüstü hal kararı, medyada terör içerikli görsel ve haberlerin yayımlanmasını da kapsayan bir dizi önlemin bugün de devam etmesi, konu açısından önemli bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Fransa’daki saldırıların ardından Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen yasa tasarısında, terör propagandası yapan internet siteleri ve sosyal medya ağlarının kapatılacağı ve kamu düzenini tehdit eden bütün unsurların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Facebook’un yayınladığı 2016 yılı şeffaflık raporunda Fransa’nın 2 bin 213 içerik kısıtlama talebi ile birinci sırada olduğu ve bu taleplerin bin 234 tanesinin Kasım 2015’teki Paris saldırılarına ait fotoğrafların paylaşılması gerekçesiyle alındığı bilgisi de oldukça önemlidir. Yine benzer biçimde Holocaust’u inkâr eden paylaşımların da sosyal medya platformlarında yer alması Almanya tarafından engellenmekte ve bu yönde ilgili kurumlarla çeşitli işbirlikleri yapılmaktadır. Son günlerde İngiltere’de yaşanan terör saldırıları sonrasında İngiltere Başbakanı’nın İngiliz halkının güvenliğini koruma adına özgürlüklerin sınırlandırılabileceği yönündeki açıklamaları da yine bu bağlamda düşünülmelidir. Başbakan May saldırıların ardından doğrudan sosyal medya ağlarını hedef almış ve Facebook, Google ve Twitter gibi internet devlerini teröristlere güvenli bölge oluşturdukları gerekçesiyle ağır biçimde eleştirmiştir. Benzer bir gerekçeyle Almanya’da Şansölye Merkel’in sosyal medya mecralarında yaygın olarak teröre destek vermekle suçlanan ve dezenformasyon yapan hesap ve internet siteleri ile mücadele edilmesi amacıyla doğrudan Başbakanlığa bağlı “dezenformasyonla mücadele merkezi” kurulması karar alınmıştır. Almanya’nın sahte haberin önüne geçilmemesi ve ticari kullanım koşullarla ilgili anlaşmalara riayet edilmemesi nedeniyle Facebook’a önemli para cezaları uyguladığı da yakın tarihli bir örnek olarak karşımızda durmaktadır.

Bu perspektiften bakıldığında Avrupa’daki örneklerden hareketle güvenlik gerekçe gösterilerek ifade ve basın özgürlüğünün çeşitli sınırlandırmalara tabi tutulduğu ve yakın gelecekte daha ağır düzenlemelerin yapılacağı anlaşılmaktadır.

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARI

Düşünce ve ifade özgürlüğü paradigması içerisinde varlık bulan basın özgürlüğü, en genel anlamda düşüncenin serbestçe ifade edilip kitlelere teknolojik dağıtım araçları vasıtasıyla iletilmesini içermektedir. Televizyon, gazete, dergi, sosyal medya gibi kanalların kullanılması ve bilginin dolaşıma sokulabilmesi ifade hürriyetinin tamamlayıcı bir unsuru olarak karşımızda durmaktadır. Basın özgürlüğü farklı boyutları içeren ve bu boyutların eş güdümü ile hayata geçirilebilecek bir özgürlük türüdür.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde: “Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sorunları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. İlgili madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir”. Söz konusu maddenin 2. kısmında ise bu özgürlüğün “Ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması” gerektiği gibi hallerde sınırlandırılabileceği ifadeleri yer almaktadır. Bu maddeye bakıldığında ifade özgürlüğünün bir türevi olan basın özgürlüğü hakkının yasal mevzuatla garanti edildiği görülmektedir. Fakat maddenin 2. bölümünde bu özgürlüğün bazı durumlarda sınırlandırılabileceği hususları yer almaktadır. Bu durum basın ve ifade özgürlüğünün her durumda geçerli olacak sınırsız bir özgürlük anlamına gelmediğini ortaya koymaktadır.

Devletler için tahrip edici sonuçlar doğuran terör eylemleri söz konusu olduğunda özgürlüklerin güvenlik lehine sınırlandırılması da mümkün olabilmektedir. Türkiye’deki sosyal medya ve bazı basın-yayın mecralarına yönelik sınırlandırmaların gerekçelerine bakılmaksızın yapılan eleştiriler bu sebeple oldukça problemli bir yerde durmaktadır. Mutlak özgürlük yanılsamasıyla güncel gelişmeleri ele alan birtakım yaklaşımlar olay eksenli değerlendirmeler yaparak bağlamı gözden kaçırmaktadır. Sadece olaya odaklanarak Türkiye’deki sistemin eleştirilmesi, kümülatif ve yapısal problem alanlarının da görmezden gelinmesine neden olmaktadır. Türkiye’de özellikle terör saldırıları, kamu güvenliği ve kişilik haklarının korunmasının gerekli olduğu durumlarda yapılan sınırlandırmalar tek boyutlu değerlendirildiğinde “güvenlik” ve “özel hayatın gizliliği” gibi diğer boyutlarının gözden kaçırılmasına neden olunmaktadır. Hâlbuki hem ulusal hem de uluslararası hukukta kamu güvenliğinin tehdit edilmesi ve ulusal güvenliği ilgilendiren hususlarda özgürlüklerin sınırlandırılabileceği mevzuatlarla düzenlenmiş durumdadır. Türkiye’de basın özgürlüğünün mutlak bir özgürlük olarak algılanması ve zaman zaman herhangi bir ilke gözetilmeksizin savunulması da bütün yönleriyle ele alınmalı ve konu Avrupa örnekleriyle karşılaştırmalı olarak analiz edilmelidir.

[Star, 10 Haziran 2017].