Amerikan yönetiminin Körfez bölgesine askerî yığınağını artırması ve Irak’taki diplomatik personelinin sayısını azaltmasıyla birlikte İran çerçevesinde yaşanan uluslararası sorun yeni bir aşamaya girdi.
Bir taraftan da İran’a karşı sert politika taraftarı Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin petrol tankerleri ve boru hatlarına petrol pompalayan istasyonlarına yönelik saldırılar sonrasında bu ülkelerin İran’ı suçlamaları krizi tırmandıran bir gelişme oldu. Tahran yönetiminin ise geri adım atmaya yanaşmadığı, kendisine karşı yaptırımların tekrar yürürlüğe konması nedeniyle kendisinin de 2015’te imzalanan nükleer anlaşmadan kaynaklanan bazı yükümlülüklerini askıya almaya karar verdiği görülüyor. Bu gelişmelerin ardından bazı uluslararası çevrelerde İran ile ABD arasında bir silahlı çatışma yaşanır mı sorusu sorulmaya başlandı. Aslında rasyonel açıdan bakıldığında böyle bir silahlı çatışmayı her iki tarafın da göze alamayacağını ifade etmek gerekir. Irak savaşının kötü tecrübesi daha hafızalarından kaybolmamış Amerikan halkının İran ile daha büyük bir savaşa girmeyi isteyeceğini düşünmek çok yanlış olur. Aynı şekilde ekonomik açıdan ciddi sıkıntı içerisindeki İran’ın dünyanın en büyük askerî ve ekonomik gücü olan ABD ile doğrudan silahlı çatışma içerisine girmekten kaçınacağını da söylemek gerekir. Ama her iki tarafta da iki ülke arasında gerginliğin artmasını ve bir silahlı çatışma yaşanmasını arzu edenler olduğunu ve bunun için çalıştıklarını da ifade etmek gerekir. Amerikan tarafında, Trump gibi çok İsrail yanlısı bir lider iktidardayken 40 yıllık İran meselesini askerî güç kullanarak çözmek isteyenler olduğu biliniyor. Bunların İsrail lobisiyle çok yakın bir iş birliği içerisinde oldukları da açık. İran’daki rejimi devirmek isteyen bu sert politika taraftarlarının Tahran’a karşı ekonomik yaptırımları, bu hedeflerine ulaşma konusunda yeterli görmedikleri anlaşılıyor. Ekonomik yaptırımlarla zayıflatılmış olan İran’ın askerî olarak da yıpratılması görüşündeler. Bu şekilde Tahran’ın başta Lübnan ve Irak olmak üzere Suriye, Yemen ve diğer bölge ülkeleri üzerindeki nüfuzunun kırılacağını düşünüyorlar. Özellikle İsrail lobisi için İran’ın Lübnan ve Suriye’deki askerî varlığının ortadan kaldırılması büyük önem taşıyor. Trump, Beyaz Saray’da başkanlık koltuğunda otururken kendi güvenlikleri ve bölge politikaları için tehdit olarak gördükleri İran sorununu çözmek istiyorlar. Daha doğrusu bu sorunu Trump’a çözdürmek istiyorlar. İran’a yönelik bu baskı ve çatışma politikası başarısız olursa da başarısızlığı Trump’ın üzerine yıkma niyetleri var görünüyor. İşte tam da bu nedenden dolayı Amerikan Başkanı Trump’ın İran’a yönelik baskının ABD ile bu ülkeyi silahlı çatışmaya sürükleyecek boyuta taşımak istemediği görülüyor. Trump’ın İran konusunda ihtiyacı olan, bu ülkenin geri adım atması sonucu zafer olarak seçmenine sunacağı bir anlaşmanın imzalanması aslında. İran’la savaş istemiyor Amerikan başkanı. Çünkü savaşın maliyetlerine katlanmak istemiyor. Böyle bir savaşın uzun süreceğini, ülkesine ve 2020 seçimlerine hazırlanırken kendisine maliyetinin yüksek olacağını biliyor. Ama ABD’deki savaş lobisi Trump’ı İran’a karşı sınırlı da olsa bir askerî harekâta ikna konusunda son ana kadar çalışacaktır. Bölgeye askerî yığınak yapılması, Suudi Arabistan ve BAE’deki petrol hedeflerine saldırılar ve bölgedeki bazı Amerikan diplomatik personelinin çekilmesiyle oluşan hava ile epey yol aldılar aslında. Şimdi bir taraftan bu havayı güçlendirmeye gayret ederken diğer taraftan da bir kıvılcım çıkarmaya çalışacaklar. Bu lobiye göre, İran’a karşı düşünülen silahlı müdahalenin mutlaka ABD tarafından da yapılması gerekmiyor. Trump’ı ikna edemeseler bile, Amerika’nın bölgedeki güç gösterisiyle cesaret bulan Suudi Arabistan ve müttefiklerinin harekete geçirilmesi de onlar için ideal bir sonuç olur. Bölgede bir Suud-İran savaşı çıkarmak zaten uzun zamandır yatırım yaptıkları bir hedef. İlerleyen günlerde, iki tarafa da büyük zarar verecek böyle bir savaşı başlatmaya yönelik yeni provokasyonlara şahit olabiliriz.
[Türkiye, 18 mayıs 2019].