Uzunca bir süredir beklenen demokratikleşme paketi, 30 Eylül’de Başbakan Erdoğan tarafından açıklandı. Tartışmalara bakıldığında, pakete ilişkin üç siyasal pozisyonun ortaya çıktığı söylenebilir: Karşı çıkanlar, destekleyenler ve yetersiz bulanlar. Karşı çıkanlarla destekleyenleri ayrıştırmak ve aktörlerini, kaygılarını, motivasyonlarını, gerekçelerini anlamak kolay. Ancak ilk günden itibaren, en hararetli tartışmalar ‘yetersiz bulanlar’ arasında yaşanıyor. Tartışmanın ‘yetmez’ zemininde yürümesinde yadırganacak bir durum yok. Nihayetinde, vesayet sisteminin maharetiyle kangrenleşen yüzyıllık sorunlarımız çözülmeyi bekliyor ve çözüm umudu da AK Parti iktidarında vesayetin gerilemesiyle yükselmiş durumda.
Aslında, demokratik siyasal süreç ve mekanizmalarla geliştirilen her reform paketinin ‘yetmez’ duygusunu ve tutumunu tetiklemesi kaçınılmaz. Çünkü ‘yetmez’ duygusu, pozitif siyasete kanalize edildiğinde, demokratikleşme ivmesini güçlendirme potansiyelini içinde barındırıyor. Bu, demokratik siyasetin doğası ile ilişkilidir. Demokratik siyaset, toplumsal katılım ve denetimle yol aldığı için öncelikle, toplumsal değişimin seyrini ve ritmini gözetmek durumundadır. Hatta demokratik siyaset ile otoriter siyaset arasındaki en önemli farklardan birinin de bu olduğu söylenebilir. Dayatma, vazetme ile rıza oluşturma arasındaki farktır bu. Demokratik siyaset, rızaya dayandığı için toplumun nabzını tutmak zorundadır. Bu sadece seçim hesaplarıyla ilişkili değildir; aynı zamanda, toplumsal barışın zarar görmemesi ve tahkim edilmesi ile de ilişkilidir.
YETMEZCİ DEMOKRASİ
Türkiye gibi homojen ulus yaratma projesinin ve otoriter vesayetçi siyasetin toplumsal taban bulduğu ülkelerde bu daha da geçerlidir. Bu çerçevede, demokratik reformların toplumsal barışı zedelememesi ve daha da tahkim etmesi için toplumun değişim doğrultusunun ve ritminin doğru tutulması, toplumsal rızanın oluşturulması gerekir.
Demokratik siyaset, kaçınılmaz olarak, normatif çıtaların gerisinde kalır. Demokratik siyasi iradenin bağımlı olduğu siyasi koşullar, bu çıtaya ulaşılmasını imkânsız kılar. Bu nedenle, demokratik siyaset, normatif değerlerle siyasi koşullar arasındaki düzlemde yapılır. Akademisyenler, aydınlar, sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları normatif çıtaya ulaşılmasını talep ederler; hükümetler ise siyasi koşulları gözetirler. Siyaset bu açıkla, bu iletişim ve gerilimle demokratik bir ivme kazanır. Normatif çıtayı talep edenler siyasi koşulları, hükümet de normatif çıtayı unutmadığı ölçüde bu açık, demokratik siyasetin lehine dolar. Hükümetler için demokratik siyaset zeminini güçlendirecek en doğru tutum, siyasi koşulları öncelese bile normatif çıtayı unutmamasıdır. Nitekim Başbakan, paketi açıkladığı konuşmasında, hazırladıkları paketin “Türkiye’yi bütün prangalarından kurtaracak, bütün tortuları temizleyecek bir paket” olmadığının farkında olduklarını vurguladıktan sonra, “Türkiye değiştikçe, şartlar iyileştikçe ve olgunlaştıkça, dirençler ortadan kalktıkça; siyaset, bir hak arama yöntemi olarak, bir sorun çözme yöntemi olarak daha fazla güç kazandıkça, yeni reformlar, yeni hak ve özgürlükler Türkiye gündeminde kaçınılmaz olarak yerini alacaktır” dedi.
Normatif çıta unutulmadığı için bu, demokratik siyasetin gelişmesi açısından doğru bir tutumdur. Hükümet dışında kalan kesimler için ise, siyasal sistemin demokratikleşme doğrultusunu tahkim edecek en doğru tutum, normatif çıtadan vazgeçmeden mevcut demokratik reform hamlelerine destek vermektir. Bu tutum, ‘Evet ama yetmez’ çizgisi ile formüle edilebilir. Bu, siyasi koşullar ile normatif çıta arasındaki dengenin demokratik bir siyasetin geliştirilmesi lehine kurulduğunu gösterir. Böylece siyasi irade, normatif çıtayı gözeten bir demokratikleşme siyaseti yönünde cesaretlendirilirmiş olur.
Buna karşılık, hükümetler, siyasi koşullara mahkûm olup normatif çıtayı unuttuklarında demokratik vizyonlarını kaybeder. Siyasi tarihimiz bu hükümet türlerine yabancı değil. Siyasetten normatif çıtaya ulaşmasını talep edenler ise, siyasi koşulları ve demokratik siyasetin doğasını gözetmediğinde, ya ‘liberal siyasetsizlik’ olarak nitelenebilecek bir siyaset karşıtı pozisyona evrilirler veya hükümete muhalefeti demokratik siyaset tesisine önceleyen bir siyasi aktörlüğe savrulurlar. Bu iki tutum da, ‘Hayır çünkü yetmez’ çizgisi olarak formüle edilebilir. Bu çizgi, siyasal sistemin demokratikleşmesini güçlendirmek bir yana reformcu iradenin zayıflamasına hizmet eder.
Bu genel çerçeve içerisinde demokratikleşme paketine yönelik tutumlara bakıldığında, ‘yetmez’ duygusunu paylaşan kesimlerin konumları daha net bir şekilde ayrıştırılabilir. ‘Evet, ama yetmez’ tutumunu benimseyen kesimler, içerdiği olumlu unsurları teslim ederek paketin ‘yetersiz’ kısmının Bakanlar Kurulu’nda veya Meclis’te genişlemesini veya yeni bir paketi müjdelemesini hedeflerken; ‘Hayır çünkü yetmez’ tutumunu benimseyen kesimler ise, paketin içerdiği olumlu unsurları yok sayarak, paketin arkasındaki siyasi iradeyi mahkum etmeyi hedeflemiş durumdalar. Başka bir deyişle, paketin demokratik unsurlarını ön plana çıkaranlar, hükümeti reformist çizgisinde cesaretlendirme stratejisi güderken; yetersizlik vurgusunu öne çıkaranlar, hükümetin reformist sıfatı kazanmasını engelleme stratejisine sarılmış görünmektedirler.
ERDOĞAN İLE HESAPLAŞMAK!
Dolayısıyla tartışma ve ayrışma paket üzerinden yaşansa da, aslında, Erdoğan’a yönelik tutumdan besleniyor. 12 Eylül 2010 referandumundan beri, Erdoğan’a ilişkin tutum alışlar, siyasal mevzilenmenin temel göstereni haline dönmüş durumda. Demokratikleşme paketinin de bundan nasibini alması sürpriz değil. Nitekim paket de, epey zamandır neredeyse bütün siyasal gelişmelerde olduğu gibi, Erdoğan ve AK Parti’ye yaklaşım üzerinden belirlenen siyasal mevzilerden, bu mevzilerin önceliklerinden, hesaplarından yola çıkılarak değerlendiriliyor.
‘Evet, ama yetmez’ çizgisine yerleştirilebilecek çevreler, Erdoğan’ın değişim iradesini, reform karnesini önemseyerek yetersizliği paketin büyümesi veya yeni bir paketi müjdelemesine bağlamaya çalışırken; ‘Hayır, çünkü yetmez’ çizgisine yerleştirilebilecek çevreler ise, Erdoğan’ın reformist iradesini boğmayı önceleyerek içermediği unsurlar üzerinden paketi mahkûm ediyorlar. Paketi destekleyenler, paketin içeriğine ve açtığı imkânlara odaklanırken; pakete karşı çıkanlar, paketi çıkaran iradeye, Erdoğan’a odaklanıyorlar. Destekleyenlerin önceliği siyasal sistemin demokratikleşmesine ivme kazandırmak iken; karşı çıkanların önceliği, Erdoğan’ın paket üzerinden bir siyasal kazanım elde etmesini engellemek.
Öte yandan, ‘Hayır çünkü yetmez’ çizgisinin, siyasal sistemin demokratikleşme potansiyelini Erdoğan’a ilişkin hesaplara feda etme tutumu, demokratik siyaset ile de örtüşmüyor. Önceliğini siyasal mevzi kazanmak ve seçmenlerini muhafaza ederken başka seçmenlerden de destek almak olarak belirleyen siyasi partilerin, siyasal gelişmeleri aktörler üzerinden okuması ve son tahlilde, iktidarın hanesine yazılacak bir gelişmeye muhalefet etmesi, doğru bir tutum olmasa da mazur görülebilir. Ancak ilkeleri aktörlere, siyasal sistemin demokratikleşmesini iktidarın kazanıp kaybetme ihtimaline öncelemek durumunda olan aydınların, paketin demokratik kazanımlarını görmezden gelip Erdoğan’ın kazanma ihtimalini engellemeye odaklanmalarını demokratik siyasetle ilişkilendirmek mümkün değil.
Bu, yeni bir durum ve esasında, 12 Eylül 2010 referandumunun ardından başlayıp Gezi eylemleri ile tahkim olan bir mevzilenmenin ürünü. Referandumla Gezi eylemleri arasındaki süreçte, ‘yetmez ama evet’ pozisyonu, yerini ‘hayır, çünkü yetmez’ pozisyonuna bırakmış durumda. ‘Yetmez ama evet’ çizgisinde kısmen demokratik tutum kısmen de Erdoğan ve AK Parti’ye yönelik tarihsel kültürel-siyasal mesafe etkili olmuştu. AK Parti’nin demokratikleşme iradesini üstlenmesinden duyulan bir rahatsızlık vardı ancak bu rahatsızlık demokratik reformlara feda edilmiyordu. AK Parti’ye ilişkin pozisyonel kaygılar paketin içeriğindeki eksiklikler üzerinden dile getirildiği için de en nihayetinde paketin demokratik iradesine destek veriliyordu. Bugünkü, ‘Hayır çünkü yetmez’ çizgisinde ise, demokratik perspektif tamamen kaybolduğu gibi, kültürel-siyasal mesafe de yerini Erdoğan’a yönelik mevcut ve gelecek hesap(laşma)lara bırakmış durumda. Bu nedenle, ‘yetmez ama evet’ çizgisi demokratik bir potansiyel barındırırken, ‘Hayır çünkü yetmez’ çizgisi siyasal hesaplaşmayı ve demokratik potansiyeli bu hesaplaşmaya feda etmeyi işaret ediyor.
Sonuç olarak, hükümetlerin her türlü inisiyatifi, kaçınılmaz olarak bazı toplumsal kesimlerde ‘yetmez’ duygusuna yol açar. ‘Yetmez’ duygusu, ‘Evet, ama yetmez’ tutumuna evrildiğinde, siyasal sistemin demokratikleşme ivmesini güçlendirirken; ‘Hayır, çünkü yetmez’ tutumuna evrildiğinde, siyasal sistemi demokratikleştirmek bir yana mevcut demokratikleşme iradesinin de boğulmasına hizmet eder. Birinci tutumda, öncelik ve yönelim siyasal sistemi demokratikleştirmek iken; ikinci tutumda, temel gaye iktidara yönelik hesaplardır. Hafta başında açıklanan demokratikleşme paketine yönelik tartışma ve değerlendirmeleri bu çerçeveden okumakta yarar var.
[Star Açık Görüş, 6 Ekim 2013]