Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan hakkında ABD ve İsrail’in önde gelen basın kuruluşlarında Ekim ayı içinde yayımlanan yazılar, Fidan’ı ve MİT’i yeniden gündeme taşıdı.
Türkiye’de 7 Şubat 2012 tarihli MİT Krizi’yle tartışmaların odağı olan Fidan’ın, bu kez uluslararası kamuoyunun gündemine gelmesi, birçok tartışma ve yorumu da beraberinde getirdi.
Bu tartışmalarda, Fidan’la birlikte MİT’te yaşanan değişim, Fidan’ın hedefleri ve operasyonel yönü, giriştiği faaliyetlerin ülke güvenliği, Türk dış politikası ve diğer devletlerin politikalarına etkileri, neden ve kimlerce hedef alındığı başta olmak üzere birçok konu gündeme geldi. Yaşanan bu tartışmalara SETA araştırmacıları da yorum ve analizleriyle katkıda bulundular.
7 Şubat’tan bugüne Fidan’ı konu alan tartışmalar bağlamında, bütüncül bir bakış açışı ortaya koymak amacıyla SETA araştırmacılarının yaptığı yorum ve analizleri bir arada sunuyoruz…
Eski Türkiye Miti, Yeni Türkiye MİT'i
Taha Özhan, 20 Ekim 2013
Hakan Fidan'ın MİT müsteşarı olmasına eski Türkiye'nin aktörlerinden çok küresel odaklardan tepkiler gelmişti. İsrail oldukça nobran bir şekilde rahatsızlığını dile getirirken, Washington'daki gözü kapalı İsrail taraftarı odaklar da huzursuzluklarını gizleyememişlerdi. Asıl şaşırtıcı olan ise adeta Fidan Türkiye'de istihbaratın başına atanmamış da ABD'de ya da Tel Aviv'de bir kurumun başına gelmiş edasıyla 'içerden' eleştirilmesi veya ismine dikkat çekilmesidir. Küresel odaklardan gelen açıklamalar, özellikle son bir haftada ABD'deki iki büyük gazetede sadece Fidan'ı merkeze alan garip haber-analizlerin satır aralarında verdiği hava da, Hakan Fidan'ın Türkiye'nin Milli İstihbarat Başkanı olduğu şeklindeki basit gerçeği bir türlü sindirememe halinden ibaret. Bu gerçekten ilginç bir durum. Başka bir ülkeye ve o ülkenin istihbarat kurumuna dair Washington ve İsrail'in bu denli pervasız davranması kendileri açısından oldukça sıkıntılı bir durum. Daha sıkıntılı olan ise yıllar içerisinde Türkiye'de güvenlik sektörüyle neredeyse akraba olacak kadar yakın olduklarını düşünürken bir atama ile boşa çıkmalarına şaşırmaları.
MİT Operasyonunun Kaynağı Ne?
Ufuk Ulutaş, 21 Ekim 2013
7 Şubat operasyonuna ilişkin bir yazımda, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın kişilikleri üzerinden yürütülen Türkiye yönelik operasyonların sebebini şöyle özetlemiştim: “Erdoğan İsrail tarafından ‘sorunların kaynağı’ olarak gösterilirken, Davutoğlu ‘sorunların fikir babası’, Fidan ise ‘sorunların kara kutusu’ olarak hedef seçildi.”
7 Şubat'ı Hariçten Okumak
Ufuk Ulutaş, Sabah Perspektif / 25 Şubat 2012
Bu girişimin uluslararası bağlamda da ele alınması meşru bir çabadır. Çünkü Türkiye'nin aktif dış politikası, iç politika gelişmelerini sadece iç dinamiklerle sınırlayan analizleri yetersiz kılmıştır. Örneğin Mavi Marmara'nın sadece bir dış politika konusu olmaması gibi, PKK da sadece iç politikaya münhasır bir mesele değildir. Benzer şekilde Türk istihbaratının başına gelen kişi hakkında bir bölge ülkesinin savunma bakanı teamüllere aykırı olarak, alenen aleyhte açıklama yapabiliyorsa, bu durum MİT çerçevesinde bundan sonra gelişecek hadiselerin de sadece iç dinamiklerle açıklanmasını sorunlu kılar.
Devlet Krizi mi ‘Özel Yetkili’ Darbesi mi?
Yılmaz Ensaroğlu, 19 Şubat 2012
7 Şubat girişimi’, tıpkı 367 darbesi gibi, yargının siyasete yeni bir müdahale teşebbüsü olarak anılacaktır. Ancak daha önceki müdahaleler vesayet rejimini korumak derdindeyken, 7 Şubat, yeni bir vesayet rejimi tesisini ima etmektedir. 7 Şubatçıları buna iten ana nedeni ise, zehirleyen, çürüten aşırı güç... Nitekim MİT’i KCK’lı ilan eden bu çürüme yüzünden, soruşturmanın Başbakanı da kapsayıp kapsamayacağı ciddi biçimde tartışılıyor; bu soruşturmanın sonunda ulaşacağı yerin siyaset, daha doğrusu hükümet olacağı pek çok kişi tarafından dile getiriliyor. Çünkü sorun, basit bir kurumsal bağnazlıktan ya da mesleki deformasyondan ibaret değil. Andıçlarla, psikolojik harekâtlarla mücadele edenlerin bugün kendilerinin de andıçlar hazırlamalarını, psikolojik harekât planları geliştirmelerini iyi irdelemek gerekiyor. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Genel olarak AK Parti’yi ve dindar/muhafazakâr çevreleri yakından izleyenler için 7 Şubat, kesinlikle bir sürpriz olmadı. Belki zamanlaması ve seçilen hedef(ler) bazıları için şaşırtıcı olmuş olabilir. Ancak açılan yaranın dar açılı fitne uyarılarıyla, kuru güzellemelerle sarılması zor gözüküyor. Herkesin önce kendisini hesaba çekmesi iyi bir başlangıç olabilir.
Vesayet, Siyaset, Cemaat
Hatem Ete, 18 Şubat 2012
Hükümetin toplumsal desteğe dayalı siyasal iradesini, sahip olduğu bürokratik imtiyazlara sığınarak gasp etme anlamına gelen tutum, eski Türkiye'de 'vesayet sistemi' olarak adlandırdığımız ve mahkûm ettiğimiz bir tutumdur. 27 Mayıs 1960'tan beri, yasal-bürokratik imtiyazlarla iktidarın siyaset belirleme hakkına ortak olma çabasının bu topraklardaki ismi Kemalizmdir. Bu çerçevede, MİT yöneticilerini, siyasi iktidarın direktiflerini hayata geçirmek üzere gerçekleştirdikleri eylemler dolayısıyla soruşturmaya dâhil eden aktörleri ve onları savunan çevreyi neo-Kemalist olarak adlandırmak mümkün. Karşımızda, eski Türkiye'nin Kemalist imtiyazlarıyla mücadele ederek imtiyaz sahibi olan yeni Türkiye'nin neo-Kemalistleri var ve devraldıkları vesayetçi eğilimleri sürdürme eğilimi gösteriyorlar.
27 Nisan'dan 7 Şubat'a Siyasete Müdahale
Taha Özhan, 18 Şubat 2012
Neresinden bakarsanız bakın, sürecin mahiyeti bir ‘ulusal güvenlik krizi’, ismi ise ‘7 Şubat müdahalesidir.’ 1960, 1980, 28 Şubat darbeleri; 2004-2006 darbe planları, 27 Nisan 2007 darbe girişimi ve 14 Mart 2008 AK Parti'ye kapatma davası nasıl sivil iradeye karşı farklı düzeylerde darbe vurmayı amaçlıyorsa 7 Şubat da yeni Türkiye'ye karşı bir sabotaj girişimidir. Geçmiş darbeler ve girişimleri büyük ölçüde ülkemiz sınırları içinde hükümeti ortadan kaldırmayı ya da iktidarı ele geçirmeyi hedefliyordu. Elbette hepsinin sınırlarımızı aşan boyutları, küresel güçlerle yakın bağları da mevcuttu. Ama hiçbiri, büyük ölçüde, Türkiye'nin sınırları dışındaki varlığını veya potansiyelini hedeflemiyordu. Soğuk Savaş'ın sıradan bir kanat ülkesi haline getirilen Türkiye'nin kendi iç çekişmelerinin dışarıyla da paslaşan güçler marifetiyle her on yılda bir manipüle edilmeye çalışılmasından öte bir anlamı yoktu. Türkiye bölgesinde defansta kaldığı, Osmanlı sonrası tayin edilmiş siyasi ve sosyal sınırları zorlamadığı sürece de küresel güçlerin özel bir Türkiye ilgisi hiçbir zaman olmadı.
MİT Üzerinden İktidar Kavgası
Hatem Ete, 11 Şubat 2012
Gelişmenin en genel sonucu, siyasi bir meseleyi sadece adli enstrümanlarla çözmeye çalışmanın handikaplarını ortaya koyuyor. Uzunca bir süredir, yargı ve kolluk kuvveti, üstelik kendi içindeki hiyerarşiyi de tersyüz ederek, yürüttüğü soruşturmalarla, Türkiye'ye siyaset, siyaset kurumuna da güzergâh biçiyor. Askerin siyaseti belirleme iradesi ve eğilimleriyle etkili bir mücadele yürüterek otonom bir güce kavuşan yargı ve kolluk kuvveti, son yıllarda, zayıflattığı gücün yerine geçerek ülkeye siyaset vazetmeye başladı. Bu çerçevede, özü itibariyle siyasi olan ve muazzam siyasi sonuçlar üretme potansiyeli taşıyan davalar, yargı ve kolluk kuvveti marifetiyle yürütülüyor. Ergenekon, Balyoz ve KCK davaları, askeri vesayeti sonlandırma ve Kürt meselesini çözme iradesi önündeki engelleri kaldırma işlevleri dolayısıyla adli olmaktan öte siyasi davalardır. Siyasi işlevleri ve sonuçları dolayısıyla, bu tür davalarda, yargı ve güvenlik güçleri, siyaset vazedecek bir tutum takınmaktan kaçınmalılar.