İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Amerika dünyanın en güçlü devletiydi. Dünya ekonomisinin yarısını üretiyordu. Nükleer tekele sahipti. Avrupa'nın yarısını işgal etmişti. Ama o tarihlerde Sovyetler Birliği'yle karşı karşıya geldi. Elli yıl sürecek bir mücadele esnasında ABD'nin Avrupa ve Japonya'daki hegemonyası hep sapasağlam durdu. Soğuk Savaş'ın başlangıç döneminde öncülüğünü ettiği uluslararası kurumlar aracılığıyla tüm dünyayı kontrol eder hale geldi.
TEK KUTUPLU DÜNYA NE DEMEK? Soğuk Savaş bittiğinde ise Amerika'nın karşısına çıkabilecek ikinci bir güç kalmadı. Amerika artık tek süper güçtü. 1991'den bu yana tek kutuplu bir dünyada yaşıyoruz. Tek kutuplu sistem şu üç unsurla tanımlanabilir: - Tek süper gücün varlığı, - Onu dengeleyebilecek başka bir aktörün yokluğu, - Onu dengeleyebilecek bir koalisyon kurmanın zorluğu. Süper güç, gücün her unsurunda kendi kendine yetebilen ve küresel operasyonlar yapabilen aktör demektir. Bu açıdan hala yeni bir süpergücün var olmadığı söylenebilir. Rusya'nın Suriye'de yaptığı falan buna örnek olarak gösterilemez. Aynı mantık geçerli olsa, Suriye'de operasyon yapan İran ve Mali'de operasyon yapan Fransa da süper güç sayılabilirdi. Ama değil. Çünkü bunlar küresel operasyonlar değildir. Bu ülkeler kendi doğal yayılma alanlarında Amerika'nın yol vermesi sayesinde operasyon yaptılar. Ama Amerika Irak'ta, Somali'de, Bosna'da ve Kosova gibi kendi ilgi alanının çok ötesinde olan bölgelerde bile operasyon yapan ve yapması beklenen bir aktör olduğu için süpergüç olarak isimlendiriliyor. Bu bakımdan Çin ve Rusya gibi aktörler süper güç olarak isimlendirilmez. Hatta Rusya'nın ekonomik Çin'in ise teknolojik kırılganlıkları ve benzeri yetersizlikleri düşünüldüğünde klasik anlamda kendi kendine yeten büyük güç olarak adlandırılmaları bile mümkün görünmüyor. Bu nedenle 25 yıldır Amerika'nın tek süper güç olduğunu kabul etmek gerek. Dahası Amerika'yı dengeleyebilecek bir ikinci aktör yok. Ne Çin ne Rusya ne Avrupa'nın herhangi bir ülkesi bunun yakınında bile değil. 2003 Irak Savaşı sırasında yapılanlar kimseyi aldatmasın. Amerika'yı eleştirmekle karşısına dikilmek arasında dağlar kadar fark var. Amerika'nın dengelenmesi demek Amerika'nın hedef aldığı ülkenin yanında dikilmek demektir. Yani Fransa gerçekten Amerika'yı dengeliyor olsaydı, o zaman Fransa'nın 2003'te Irak'la birlikte Amerika'ya karşı savaşması gerekirdi. Fransa Amerika'yı eleştirdi ama karşısına da dikilmedi. Şimdi Kudüs konusunda da benzer bir durum söz konusu. Başta Türkiye ve bazı Avrupa ülkeleri Amerika'yı eleştiriyor. Toplantılar yapıyor. Amerika'ya karşı bir "negatif dengeleme" gayreti bile var denebilir. Yani Batı ittifakı içerisinde çatlak arayışları var. Fransa ve İngiltere'nin Amerika'dan kopma ihtimali doğdu. Ama bu hala dengeleme değildir. Dikkat ederseniz ne Rusya ne de Çin anlamlı birer açıklama dahi yapmadı. Yapamadı. Kimse daha Amerika'nın karşısına dikilme maliyetini üstlenmek istemiyor. Son olarak diğer ülkelerin birleşerek Amerika karşıtı bir koalisyon kurması da çok zor. Zira tek kutuplu sistemin merkezinde oturan Amerika bu ülkelerin hepsiyle zaten daha fazla ilişkiye sahip. Yani Rusya'nın Amerika'yla olan ilişkisi Rusya'nın Fransa'yla olan ilişkisinden daha fazla. Neredeyse diğer kritik tüm örneklerin hepsinde durum aynı. Ülkelerin ikili ilişkileri zayıf. Birbirleriyle olan ilişkileri genelde Amerika üzerinden inşa ediliyor. Böyle olunca Amerika'yı dışarda tutacak ittifaklar kurmak çok zor. Ama imkânsız değil. En azından prensip olarak mümkün. Durum böylesine Amerika lehineyken, Amerika son 6 senedir kendi kurduğu ve kendi lehine işleyen bu düzeni kendi elleriyle yıkmaya çalışıyor. Herkesi karşı taraf itmenin peşinde. Ukrayna, Suriye, Katar, Kuzey Kore, İran ve son olarak Kudüs krizlerinin hepsinde kendi hegemonyasını baltalamak için elinden geleni yaptı. Hala başaramadı ama son Kudüs krizi ilk defa ciddi bir çatlak yarattı.
[Takvim, 16 Aralık 2017].