Bu hafta başında Mısır’ın başkenti Kahire’de Akdeniz’e kıyısı olan 7 ülkenin resmi katılımlarıyla “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” adlı bir toplantı gerçekleşti. Söz konusu toplantıya Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İtalya, İsrail, Ürdün ve Filistin’in enerji bakanlarının yanı sıra birçok yetkili katıldı. Bu toplantıya Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) temsilcilerinin katılmaması ise dikkat çekiyor.
Buradan hareketle, Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon rezervleri üzerindeki paylaşım mücadelelerinin ve işbirliklerin iyice belirginleşmeye başladığı söylenebilir. Özellikle doğal gaz üzerinde bölgesel mutabakatların değerlendirildiği toplantı, bahsi geçen ülkeler arasındaki ikili ve çoklu ilişkilerin geliştirilmesi amacını taşıyor. Toplantının en belirgin başlığı ise Doğu Akdeniz bölgesinde kaynak sahibi olan ülkeler arasında uluslararası bir örgüt oluşturulması kararı. Bu sayede bölgede bulunan enerji kaynaklarından etkin ve verimli bir şekilde istifade edilmek isteniyor.
Uluslararası bir örgütün kurulması kararı genel olarak olumlu karşılanırken, Akdeniz’de bulunan ve bölgedeki potansiyel kaynaklar üzerinde hak sahibi olan diğer ülkelerin dışarıda bırakılmak istenmesi eleştirileri de beraberinde getiriyor. Toplantıya katılanlar dışında Türkiye, KKTC, Lübnan ve Suriye gibi ülkeler de bölgede bulunuyor. Eğer Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının üretimi ve transferi konularında geniş tabana yayılan bir işbirliği yapılmak isteniyorsa, tüm paydaşların ortak zeminde buluşması gerekiyor. Aksi halde, bugün çözüme kavuşmuş gibi görünen birçok mesele, ilerleyen dönemde yeniden ve daha da derinleşerek gündeme gelecektir.
Toplantıda öncelikli olarak ele alınan hususlar, bölgede bir doğal gaz piyasası oluşturmak, kaynak sahibi ülkelerin enerji arz ve talep güvenliklerini sağlamak, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde diyalog ve işbirliği imkanlarını geliştirmek, bölgedeki doğal gaz rezerv potansiyeline sahip ve üretim yapan ülkeleri desteklemek, enerji talebi yüksek olan ülkelere sürekli ve sürdürülebilir gaz temin etmek için olası transit ülkelerle işbirliği zemini oluşturmak ve son olarak doğal gaz üretimi aşmasında çevresel tahribatın minimum seviyede tutulması şeklinde sıralanabilir. Söz konusu girişimler, yıllardan beri süregelen ve bir türlü üzerinde tam mutabakata varılamayan, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının üretimiyle küresel enerji piyasalarına erişimi konusundaki problemlerin giderilmesi anlamında son derece olumlu. Ancak bölgede bulunan bazı ülkelerin yok sayılması, çözümsüzlük ortamının daha da derinleşmesine yol açabilir.
Amaç Türkiye’yi oyunun dışında tutmak
Türkiye bulunduğu jeostratejik konumu itibariyle dünyanın en önemli enerji arz ve talep merkezleri arasında yer alıyor. Bu coğrafi avantaj, Türkiye’yi doğudan batıya uzanan enerji transfer hatlarının değişmez aktörlerinden biri haline getiriyor. Öte yandan, küresel enerji oyunu içinde sadece coğrafi konum değil, siyasi ve ekonomik durum da epey önem teşkil ediyor. Nitekim Doğu Akdeniz özelinde süregelen tartışmaların odak noktasında yer alan enerji kaynaklarının küresel piyasalara transferi meselesi, Türkiye ile bazı diğer bölge ülkelerini karşı karşıya getiriyor.
Bölgeden çıkarılan kaynakların boru hatları vasıtasıyla Avrupa kıtasına taşınmasıyla ilgili iki muhtemel rota gündeme geliyor. Bunlardan ilki, doğal gazın önce Türkiye’ye, ardından Avrupa’ya iletilmesi; ikincisi ise East-Med Doğal Gaz Boru Hattı Projesi ile İsrail, GKRY, Yunanistan ve İtalya üzerinden küresel piyasalara transfer edilmesi. Esasında Türkiye’nin saf dışı bırakılmak istenmesi durumu da burada ortaya çıkıyor. Diğer faktörler bir kenara bırakıldığında, bu iki projeden en az maliyetli ve en makul olanı, kaynakların Türkiye üzerinden taşınması. Öyle ki düşük seyreden küresel petrol ve doğal gaz fiyatları, Doğu Akdeniz’de keşfedilen kaynakların transfer edilmesi üzerinde zorlayıcı bir etkiye sahip. Diğer bir ifadeyle, burada ana kısıtlayıcı faktör olarak fiyatlar ön plana çıkıyor.
Ancak başta İsrail ve Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı tutumları, Doğu Akdeniz’deki problemin ekonomik olmaktan çok siyasi bir zemine oturmasına neden oluyor. İsrail bölgede şimdiye kadar keşfedilmiş doğal gaz potansiyeli bakımından ilk sırada bulunuyor. Elinde tuttuğu iki önemli rezerv alanı olan Tamar ve Leviathan bölgelerinden çıkartılan kaynakları 2019 yılı içinde Mısır’a ihraç etmeye hazırlanıyor. Böylece Mısır’da bulunan likit doğal gaz (LNG) terminalleri sayesinde, sıvılaştırılan doğal gazın piyasaya sunulması hedefleniyor. Dolayısıyla bu durum, Türkiye üzerinden geçebilecek olası transfer güzergahına bir alternatif teşkil ediyor.
Bununla beraber, özellikle son dönemde Mısır ile GKRY arasında yaşanan gelişmeler, Ankara tarafından yakından takip ediliyor. Son olarak Mısır ile GKRY arasında imzalanan doğal gaz boru hattı anlaşması, zaten gergin olan ikili ilişkilere zarar veriyor. Ayrıca münhasır ekonomik bölgeler üzerinden yaşanan tartışmalar da tarafları karşı karşıya getiriyor. Türkiye’nin bu konudaki tavrı ise uluslararası hak ve hukuktan kaynaklanan menfaatlerini sonuna kadar koruma yönünde. Diğer bir ifadeyle, Türkiye bölgede gerçekleştirilmek istenen oldu bitti politikasına izin vermemek adına mücadelesini sürdürüyor.
Tüm bu senaryo ve eylemler göstermektedir ki Doğu Akdeniz coğrafyasında keşfedilen hidrokarbon rezervlerinin önemli bir kısmına sahip olan ülkeler, Türkiye’nin yer almadığı denklemler üzerinden politikalarını sürdürüyor. Öte taraftan Türkiye hem kendi münhasır ekonomik bölgesi içerisinde kalan alanlarda petrol ve doğal gaz arama çalışmalarını sürdürüyor hem de Doğu Akdeniz’den çıkartılacak olan doğal gazın dış tedarikçilere transferi notasındaki kritik pozisyonunu koruyabilmek adına yoğun mesai harcıyor. Şu çok açıktır ki Türkiye’nin yaptığı çalışmalarla doğal gaz çıkarması sonucunda bölgedeki rezerv sahibi ülkeler arasına girmesi, mevcut transfer potansiyelinin yanı sıra, bölgenin en güçlü aktörleri arasında yer almasını sağlayacaktır.
Türkiye “kazan-kazan” prensibini savunuyor
Türkiye bölgede yaşanan tüm çekişmelere rağmen, “kazan-kazan” prensibiyle hareket ederek tüm paydaşların avantajlı bir şekilde işbirliği yapabilmesi adına faaliyetlerini sürdürüyor. Bir yandan artan enerji ihtiyacını kesintisiz bir şekilde temin ederek bu alandaki arz güvenliğini arttırmak isteyen Türkiye, diğer yandan Doğu Akdeniz’de bulunan kaynakların en uygun maliyetle uluslararası piyasaya ulaştırılması konusunda avantajlar sunuyor. Bundan dolayı, Doğu Akdeniz’de bulunan kaynaklarla ilgili ortak bir karar alma aşamasında Türkiye’nin de katılımı son derece önemli.
Yapılan açıklamalar “Doğu Akdeniz Gaz Forumu” buluşmasının ikinci toplantısının Nisan ayında olacağı yönünde. Dolayısıyla gelecek toplantıda bölgedeki tüm aktörlerin katılımıyla daha geniş bir işbirliği ortamının tesis edilmesi gerekiyor. Bölge üzerinde oluşturulan denklemlerde Türkiye ve KKTC gibi iki kritik ülkenin dışarıda bırakılması, taraflar arasında birtakım gerilimlere yol açabilir. Bu nedenle ikinci toplantıda, bölgede bulunan tüm ülkelerin katılımıyla alınacak kararların uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde ve kapsayıcı bir yaklaşımla oluşturulması olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Türkiye enerji alanında nihai hedeflerinden biri olan enerji ticaretinde merkez ülke olma konusundaki avantajını devam ettirmek istiyor. Nitekim Türkiye’nin son dönemde gerçekleştirdiği TANAP ve TürkAkım projelerinde gösterdiği ekonomik ve siyasi başarı bir referans noktası olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla, Doğu Akdeniz’de yaşanan çekişme, çatışma ve kriz ortamlarının bir an evvel sona erdirilmesiyle bölgenin istikrarlı bir yapıya kavuşabilmesi adına, Türkiye’nin aktif rol üstlenmesine ihtiyaç vardır. Bölgedeki ülkeler Doğu Akdeniz gazının transferi konusunda Türkiye’nin en ideal güzergâh olduğunun farkında. Bununla beraber, giderek artan enerji ihtiyacı, Türkiye’yi bölgede bulunan kaynaklar açısından da uygun bir pazar konumuna getiriyor. Kısacası, Türkiye’nin de içinde bulunduğu projelerle tüm kesimler açısından kazançlı bir durum ortaya çıkabilecektir.
[AA, 17 Ocak 2019]