Tarihi, kültürel ve kurumsal nedenlerle bu topraklarda güçlü ve kalkınma odaklı bir devlet-özel sektör sinerjisi bir türlü oluÅŸamadı. Osmanlı Devleti’nin son devrinden beri sermaye oluÅŸumunu ve zenginleÅŸmeyi deÄŸil; siyasi mücadeleyi ve güç-odaklı yapılanmaları önceleyen bir genetik yapı geliÅŸtirdik. Dolayısıyla merkantilizm, milli burjuvazinin güçlendirilmesi, küresel kapitalist sistemi yönlendirme gibi hedefler bize hep uzak ve afaki geldiler. Ä°ngiltere’yi iÅŸgal etmeye çalışırken sürekli para-pul hesabı yapan rakiplerini nation of shopkeepers (esnaf millet) diye küçümseyen Napeloen Bonaparte gibi biz de ekonomik aktiviteyi, ticareti, finansörlüÄŸü ciddiye almayıp ‘devleti kurtarmak’ namına yapılan operasyonlarca cezbedildik. Derken Galata Bankerleri ile özdeÅŸleÅŸen etno-kültürel iÅŸbölümü, sermaye birikimini Osmanlı’nın Levanten gruplarına kaydırıp bireysel zenginleÅŸmeyi kamu kaynaklarının süistimal edilmesi ve dışarıya aktarılması ile eÅŸitledi. Dolayısıyla tarihsel kodlarımızda iÅŸadamları ve giriÅŸimciler “milletin servetini zimmetlerine geçiren” ve “dış mihraklarla paylaÅŸan” imtiyazlı zümre imajından kurtulamadılar.
‘KALKINMACI UZLAÅžI’
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiÅŸten sonra da devlet-sermaye iliÅŸkilerinin temel parametreleri -azınlık mensubu giriÅŸimcilerin sistem dışına çıkmaları dışında- fazla deÄŸiÅŸmedi. Kamu aktörleri ile giriÅŸimcilerin kurumsal ittifaklar içinde kalkınma ve sanayileÅŸme stratejileri geliÅŸtirip ortak çıkarlarını izlemeleri pratiÄŸi yerleÅŸmediÄŸinden, iÅŸ çevreleri kendilerini her zaman tehlikede hissettiler. “Devlet aklı” kalkınma önceliklerinin siyaseten risk oluÅŸturan durumlarda her an feda edilebileceÄŸini buyurduÄŸu için servet ve ÅŸirketlerini garantiye almak amacıyla siyasi elitler ve küresel güçlerle simbiyotik iliÅŸkiler kurma gereÄŸi duydular. Devlet elitlerince rakip olarak algılanıp operasyona (varlık vergisi vb.) uÄŸrayabilecek özerk bir sınıf görüntüsü vermekten ve belli ekonomik sektörlerde küresel planlar yapmaktan uzun süre kaçındılar. Bunun yerine sermaye birikimlerini ve sosyal konumlarını kendilerine içeride koruyucu siyasal müttefikler, dışarıda ise aynı pazarlarda rekabet etmekten itinayla kaçınacakları ekonomik ortaklar bularak garantiye almayı yeÄŸlediler. Sonuç olarak 18. yy’da Ä°ngiltere ve Hollanda’da, 19. yy sonlarında ABD ve Almanya’da, 20. yy ikinci yarısında ise Japonya, G. Kore ve Asya Kaplanlarında devlet ile giriÅŸimci kesimler arasında kurulup küresel stratejilere temel oluÅŸturan “Kalkınmacı Uzlaşı” Türkiye’de bir türlü kurulamadı.
Cumhuriyet’in devletçilik yaklaşımı ortaya devÅŸirme sanayiciler çıkarıp siyasi kapitalizmin temellerini atarken, yatırım riski almadan kamu kaynaklarının dağıtımı üzerinden zenginleÅŸme mantığını besledi. Anadolu sathında kurulan “santral fabrikalar” etrafında beklenen özel sanayi yatırımları bir türlü gerçekleÅŸmedi, çünkü KÄ°T’lerin ürettiÄŸi ucuz hammadde ve aramalarını pazarlamak, sanayi üretimi yapmaktan daha garantili bir aktiviteydi. Çok partili döneme geçiÅŸten sonra siyasi ve ekonomik aktörler ile politika öncelikleri deÄŸiÅŸse de, devlet-özel sektör iliÅŸkilerinin arızalı yapısı korundu. Ä°stanbul’da ve Anadolu’nun belli ÅŸehirlerinde öne çıkan aile ÅŸirketleri, önce tarımsal kalkınma (1950’ler), ardından da iç piyasa-odaklı sanayileÅŸme ve ithal ikameci kalkınma (1960 ve 70’ler) stratejilerine uyum saÄŸlayarak sermayelerini büyüttüler. Küresel ÅŸirketler ile kurdukları ittifak ve ortaklıklar 1980’lerden itibaren dışa açılan Türkiye ekonomisinin bölgesel bir üretim ve ihracat merkezi haline gelmesini kolaylaÅŸtırdı. Ancak yerel bilgi ve teknoloji üretimi yoluyla katma deÄŸerin içeride tutulması, devlet-özel sektör ortaklıklarıyla araÅŸtırma-geliÅŸtirme kapasitesinin arttırılması yine ıskalandı.
Bu süreçte çokuluslu ortaklarıyla küresel piyasalarda rekabet etmekten kaçınan Ä°stanbul merkezli sanayi burjuvazisi TÜSÄ°AD marifetiyle sınıfsal gücünü siyasi alana taşıyarak hem Anadolu’daki giriÅŸimci gruplarını hem de zayıf siyasi iktidarları baskı altında tutma tavrını benimsedi. Öyle ki, makroekonomik ve kalkınma politikalarının temel çerçevelerini dikte etme ve tercih ettiÄŸi uygulayıcı aktörleri iÅŸbaşında tutma yönündeki refleksleri giderek geliÅŸti. Türk modernleÅŸmesinin BatılılaÅŸma temelinde devamını talep ederken, TSK ile ‘militer kapitalizm’ tadındaki ortaklığını da devam ettirdi. 1980’li yıllarda Özal’ın vizyoner giriÅŸimleriyle Anadolu sathındaki KOBÄ°’lerin küresel piyasalara açılması sonucunda oluÅŸan sermaye birikimi, süreç içinde devlet-özel sektör iliÅŸkilerinin karakterinde ve güç dengelerinde yeni dinamikler ortaya çıkardı. 28 Åžubat sürecinin oluÅŸturduÄŸu derin sosyo-politik ve ekonomik travma, yükselen Anadolu sermayesinin muhafazakâr kimliÄŸi sebebiyle “yeÅŸil sermaye” olarak damgalanıp geçici olarak oyun dışına atılmasına zemin hazırlasa da, kalıcı bir geriye dönüÅŸ olmadı. TÜSÄ°AD çevrelerinin zayıf koalisyon hükümetleriyle kurdukları iç borçlanma/yüksek faiz-temelli kaynak aktarım modeli, 2000-2001 krizleriyle çökünce modelin siyasal destekçileri haritadan silindiler; ekonomik destekçileri ise bir miktar geri çekildiler.
TÜRKÄ°YE’NÄ°N DÖNÜÅžÜMÜ
KuruluÅŸundan sadece bir yıl sonra iktidarı tek başına devralan AK Parti devlet-özel sektör iliÅŸkilerinin yolsuzluk skandalları, hortumlanan bankalar ve post-modern darbe koalisyonlarıyla taban yaptığı bir noktadan yola çıkmıştı. Siyasi ve ekonomik restorasyon noktasında beklenmeyen bir performans göstermeleri Türkiye siyasetinde radikal bir dönüÅŸüm ekonomisinde ise sürdürülebilir büyüme dönemini baÅŸlattı. Ekonomik krizlerden alınan dersler ışığında makroekonomik istikrar, mali disiplin ve güçlü denetim mimarisi önemsendi. Kültürel muhafazakârlık ve küresel entegrasyon dili AK Parti’nin omurgasını oluÅŸturan Anadolu sermayesi ve KOBÄ°’lerin özgüvenlerini arttırıp onları Türkiye’nin dönüÅŸüm hikayesinde merkezi bir konuma taşıdı. Yeni dönemde Ä°stanbul sermayesinin riskli bularak girmek istemediÄŸi OrtadoÄŸu, Afrika ve Latin Amerika pazarlarına kah BaÅŸbakan kah CumhurbaÅŸkanı eÅŸliÄŸinde sefer üzerine sefer düzenleyenler yine Anadolu sermayesinin temsilcileriydi. Ä°stanbul burjuvazisi ile mesafeli bir çalışma iliÅŸkisi kuran AK Parti hükümetleri, kendilerine gerek ekonomik vizyon, gerekse yerlilik anlamında güven vermeyen bu grubu dengelemek adına TOBB, TUSKON, TÄ°M, MÜSÄ°AD ve ASKON gibi alternatif giriÅŸimci platformlarını güçlendirme cihetine gitti. “Ä°ktidar kendi burjuvazisini yaratıyor” suçlamaları sürse de, AK Parti kendi tempolarına ayak uyduracak, hızlı yatırım kararları alıp etkin biçimde uygulayabilecek giriÅŸimci gruplarıyla çalışmayı tercih ettiler.
Bu dönemde BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın liderliÄŸi etrafında örülen hızlı icraat odaklı siyasi yapı dönüÅŸümde lokomotif rolü üstlendi. Siyasi istikrar ve öngörülebilirlik ortamı ekonomik istikrarı ve dış politika dinamizmini desteklerken; dış politikadaki proaktif tutum, ekonomik aktörlere yeni operasyon alanları açarak ihracatı çeÅŸitlendirdi ve –küresel krizin etkilerine raÄŸmen- ekonomik istikrarı korudu. Sonuçta büyük çaplı kamu altyapı yatırımlarının ve doÄŸrudan yabancı yatırımların etkisiyle Türkiye derin bir deÄŸiÅŸim sürecinden baÅŸarıyla geçti. 1990’lı yılların hantal, kokuÅŸmuÅŸ, siyasi didiÅŸmelerle ömür tüketen görüntüsünden kurtulup dinamik, özgüveni yüksek, fiziki altyapısını hızla modernleÅŸtiren bir ülke haline geldi. Günümüzde insaflı ve yapıcı bir yaklaşım, Türkiye’nin kalkınma stratejisinin iç tüketim ve montaj odaklı sanayilerden bilgi yoÄŸun-sektörler ve yüksek teknoloji ihracatına geçmesi gerektiÄŸini belirtmek gerek. 2010 sonrasında hükümetin önceliÄŸinin de bu yönde olduÄŸu biliniyor. Ancak mesele uygulamaya geldiÄŸi zaman karşımıza yine devlet-sermaye iliÅŸkilerinin problemli yapısı ve iÅŸbirliÄŸi eksikliÄŸi çıkıyor. Küresel ekonomide söz sahibi olabilmek adına yapılması gereken devasa yatırımların çoÄŸu yükselen KOBÄ° gruplarının deÄŸil, Türkiye’de “sanayinin kaptanları” olan TÜSÄ°AD çevrelerinin kapsama alanında. Fakat yerli otomobil üretimi konusunda BaÅŸbakan’ın “bir babayiÄŸit bekliyoruz” diyerek seslendiÄŸi bu çevrenin Gezi ve 17 Aralık süreçlerinde genetik yapılarına uygun olarak bir ekonomik baskı grubundan muhalif bir siyasal pozisyona nasıl hızla sürüklendikleri de ortada.
Gezi ile baÅŸlayıp 17 Aralık’la devam eden travmalar, Türkiye’deki sistemik dönüÅŸümün hukuki, insani, çevresel ve ekonomik boyutlarıyla ilgili sancıların farklı aktörler tarafından manipülasyona açık olduklarını ortaya koyarak reform ihtiyacının altını çizdiler. Zira yaÅŸadığımız dönüÅŸüm artık duble yollar, yeni havaalanları, okullar, hastaneler, barajlar gibi temel fiziki altyapı unsurları, ya da yeni konut alanları inÅŸa edilmesinde epeyce mesafe alındıktan sonra artık farklı bir evreye ulaÅŸtı. Ekonomik büyümenin hukuki altyapısı, ÅŸeffaf ve denetlenebilir bir devlet yapısı oluÅŸturulması, devlet-özel sektör iliÅŸkilerinin kurumsallaÅŸtırılması, temel insan hak ve özgürlükleri ile çevre duyarlılığının teminat altına alınması, ÅŸehirleÅŸme bilinci gibi demokrasilerin kalkınma süreçlerinin ileri aÅŸamalarında karşılaÅŸtıkları “ikinci nesil” meseleler gündemimizde.
MUHAFAZAKAR KALKINMA
Böyle bir konjöktürde kamu otoritesini temsil eden siyasi ve bürokratik unsurlar ile piyasa aktörleri ve sivil toplum kuruluÅŸları arasındaki iliÅŸkilerin mimarisinin doÄŸru yapılandırılması, gerek demokrasinin kökleÅŸmesi gerekse ekonomik kalkınmanın sürdürülebilirliÄŸi açısından kritik önemde. Dolayısıyla, 17 Aralık sürecinin Türkiye’nin kalkınma hikayesi ve devlet-özel sektör iliÅŸkileri açısından uzun vadede en önemli olumsuz yansımalarından birinin, Anadolu sermayesinin temsilcilerinden önemli bir kanadın iktidarın gelecek planlarında marjinalleÅŸmesi olacağını öngörmek zor deÄŸil. Son bir aylık süreçte yaÅŸanan olaÄŸanüstü geliÅŸmeler, Türkiye’nin son on yıllık küresel açılımını yönlendiren muhafazakâr sermaye çevrelerinin, sanayicileri ve finans kurumlarının keskin hatlarla bölünmesi sonucunu ortaya çıkarıyor. Temennimiz, hükümetle malum camia arasında oluÅŸan gerginlik ortamının Anadolu sathındaki KOBÄ° örgütlenmelerine ve bunların dış ticaretteki rollerine zarar vermeden hukuk devleti prensipleri içinde kısa sürede aşılmasıdır. Aksi halde bu bölünmüÅŸlük görüntüsü sebebiyle bozulan ortaklıklar, ertelenen yatırımlar ve hiç hesapta olmayan çevrelerle ittifaklar gündeme gelebilir ki, bunlar da Türkiye’de devlet-özel sektör iliÅŸkilerinin yapısını temelden dönüÅŸtürebilir.
Cari açık problemine raÄŸmen Türkiye ekonomisinin makro temelleri oldukça saÄŸlam ve 17 Aralık travmasının doÄŸrudan ekonomik etkileri ile borsa, döviz ve faizler üzerinden baskı oluÅŸturan yansımaları muhtemelen bir süre sonra konjöktürel olarak geri çekilecekler. Ancak Türkiye’nin yeni muhafazakâr sermayesinin muhtemel bölünmüÅŸlüÄŸü gerek ekonomi yönetimi gerekse dış politika ve ekonomik iliÅŸkilerin uygulama alanlarında zaafiyetler ortaya çıkarabilir. Bu bölünmüÅŸlük görüntüsünün, Anadolu sathına ve ÅŸirketlerin mikro yapıları ile yatırım kararlarına yansıması ne kadar önlenebilir ya da ötelenebilirse o kadar iyi. Türkiye’de bir ‘Muhafazakâr Kalkınma Paradigması’nın hayale dönüÅŸmesini hiçbirimiz istemeyiz.
[Star Açık GörüÅŸ, 25 Ocak 2014]