Batıda aşırı sağ terör alarm veriyor. Avrupa, Amerika, Avustralya ve Kanada'da her geçen gün Müslümanları hedef alan yeni bir terör saldırısı oluyor. Farid Hafez ile birlikte 2015 yılından beri yayınladığımız SETA Avrupa İslamofobi Raporu'nun 2016 yılındaki en önemli bulgularından birisi İslamofobyanın artık Müslümanlara yönelik fiziki şiddet üreten Avrupa çapında bir nefret suçu haline geldiğidir.
Dolayısıyla İslamofobya bugün Batı'daki Müslümanların özellikle gündelik yaşamlarında daha da görünür hale gelerek, okul, iş yeri, cami, toplu taşıma araçları ve sokakta Müslümanlara yönelik fiziki saldırılarla somut bir düşmanlık halini almıştır. Bu saldırılar ise artık eskiden olduğu gibi cami duvarlarına ırkçı yazılar yazma, yada Müslümanlara hakaret etme gibi basit nefret söylemlerinden ziyade, doğrudan insanların hayatına kast eden bir terör dalgasına dönüşmüş durumdadır. Sadece geride bıraktığımız altı ay içerisinde yaşanan terör saldırılarına bakmak durumun vahametini anlatmaya yetecektir;
30 Ocak 2017 tarihinde Kanada'nın Quebec şehrinde bir camiyi basan iki silahlı terörist ibadet eden 6 Müslüman'ı katlederken 8 kişiyi de yaraladı,
28 Mayıs 2017 tarihinde ABD'nin Portland kentinde iki Müslüman kadına hakaret eden Jeremy Christian adlı terörist, kendisine engel olmaya çalışan üç kişiye bıçakla saldırarak birini yaraladı, iki kişiyi ise öldürdü,
19 Haziran 2017 tarihinde ABD'nin Virginia eyaletinde 17 yaşındaki Nabra Hassanen isimli genç kız, gece vakti camiden çıktıktan sonra bir terörist tarafından beyzbol sopasıyla dövülerek öldürüldü,
19 Haziran 2017 tarihinde Londradaki Finsbury Park Camiinde teravih namazından çıkan cemaatin üstüne kamyonetini süren aşırı sağcı terörist bir kişinin ölümüne, 10 kişinin ise yaralanmasına sebep oldu.
Aslında İslam düşmanlığı ya da İslamofobya retorik düzlemde Müslümanları hedef alan bir nefret söylemi olmanın ötesine geçeli çok uzun bir zaman oldu. Bu noktada aşırı sağcı terörist Anders Breivik'in 2011 yılında Norveç'te gerçekleştirdiği terör saldırısıyla 77 kişiyi katletmesi bir dönüm noktası olmuştur.
Bu büyük katliama ve ondan sonra Müslümanları hedef alan şiddet dalgasına rağmen Batı'da ne medya ne de siyaset bu konuyu yeterince gündemine almadı. Aksine bütün projektörler radikalizmle mücadele programları adı altında müslümanlara yöneltilmiş durumda. Fakat radikalleşme probleminin sadece bir ayağını Müslümanlar teşkil ediyor. Diğer taraftan aşırı sağcı teröristlerin radikalleşmesi ise göz ardı ediliyor.
Tamda bu görmezden gelinmeden cesaret alan aşırı sağ teröristler ise günden güne daha fazla cesaretleniyorlar ve saldırılarını arttırıyorlar. Son Londra saldırısının gösterdiği gibi aşırı sağ terör bugün DEAŞ terörü yanında Avrupa'daki sosyal barışı hedef alan en önemli tehditlerden biri haline gelmiştir. Bu tehdit Breivik örneğinde olduğu gibi sadece Müslümanları hedef almıyor. İngilterede İşçi Partisi Milletvekili Jo Coxun öldürülmesi ya da Köln Belediye Başkanı adayının bıçaklanmasında gördüğümüz üzere çok kültürlülüğü ve mültecileri savunan sol ve liberal kesimleri de hedef alıyor.
Dolayısıyla İslamofobya, Avrupa'nın demokratik düzeni, sosyal barışı ve değerleri için olduğu kadar farklı kültürler, dinler ve milletlerin bir arada yaşamasına yönelik de büyük bir tehdit haline geldi. Bundan dolayı Batı'nın artık aşırı sağ terörün adını koyması ve diğer terör örgütleri ile nasıl mücadele ediyorsa aşırı sağ terör ile de aynı kararlılıkla mücadele etmesi gerekiyor. Aksi takdirde yarın çok geç olabilir. Zira yükselen aşırı sağcı ırkçı nefretin Breivik'in Norveç'te gerçekleştirdiği tarzda büyük terör saldırıları üreteceği bir döneme girmiş durumdayız.
[Fikriyat, 20 Haziran 2017].