Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 7 Haziran seçimlerinin gündeminin "başkanlık sistemi" olduğunu açıklamasıyla birlikte eski bir konunun bir hayli uzun sürecek tartışmasına başladık: siyasal sistemin dönüşümü. Başbakan Davutoğlu da İskele Sancak programında bu tartışmanın çerçevesinin yeni Anayasa arayışı olduğunu teyit etti.
Başkanlık sistemine geçiş tartışmasını Erdoğan'ın başlatması aslında kimse için sürpriz olmadı. 2003'te yeni başbakan olduğunda bile gönlünde yatan modelin ABD başkanlık modeli olduğunu belirten bir siyasi lider olarak Erdoğan, zaten 13 yıldır siyasetin gündemini belirleyen ana aktör konumunda.
Bu tartışmayı açarak iki şeyi aynı anda yaptı. İlki, önümüzdeki seçimlerin ana temasını yeni Anayasa ve sistem değişikliği olarak belirledi. İkincisi de karizmatik liderliği ve karşısındaki sert muhalefet sebebiyle Erdoğan'ın önerisini desteklemek ya da reddetmek seçimlerin mümbit malzemesi haline geldi.
Muhalefet için bu öneri Erdoğan'ın "diktatörlük" ya da "padişahlık emeline" karşılık geliyor. Erdoğan tarafından belirlenen bir gündeme sıkışmak pahasına da olsa muhalefet partileri bu malzemeyi tüketmekten başka bir yol bulamayacaklar. AK Parti'ye oy veren kitleler için ise Erdoğan, on üç yıllık iktidarı süresince sorunlarını ve tıkanıklıklarını gördüğü bir sistemin dönüşümü için yine bir teklifle ve vizyonla karşılarında.
Erdoğan, milli iradeye dayanarak vesayetleri gerileten bir lider olarak yeni Türkiye'nin başkanlık sistemi üzerinden kurulmasını öneriyor.
Bu öneri en geniş anlamda, AK Parti'nin Cumhuriyet dönemi modernleşmesi ile yaşadığı hesaplaşmanın bir sonucu. Türkiye'nin siyasal sistemini, dışarıda bırakılmış cumhurla barıştırma ve entegre etme hamlesi... Sadece parlamenter sistemden başkanlığa geçiş değil. Cumhuriyet'in birikimiyle yüzleşerek sorunlarını izale etme gayreti. Restorasyon ve yeniden inşa iradesinin tezahürü... Bu iddialı dönüşüm isteği sebebiyle AK Parti yetkilileri "Kuvayı Milliye" ruhundan bahsederken CHP "yeni bir kurtuluş savaşı" başlatmaktan söz ediyor.
Türkiye'de siyaset oyununun kurallarını koyan metin olarak Anayasa hep darbeciler tarafından yazıldı. Bu durumu eleştirseler de siviller yeni bir anayasa yazmayı başaramadı. Başkanlık sistemini tartışalım önerisi bu ülkede sivillerin siyasetin kurallarını koyması gerektiğini hatırlatan bir çağrıdır. Son yıllarda siyasetin kutuplaşması sebebiyle yeni anayasa üzerinde bir uzlaşma üretilememesi üzüntü verici. Bir diğer üzüntü veren konu ise tartışmanın rasyonel düzlemden hızla uzaklaşarak kişiselleşmesidir. Daha da kötüsü, hâlâ var olduğu sanılan parlamenter sistemin savunusunun "başkanlık sistemi diktatörlük getirir" formuna bürünmesi...
Halbuki tartışma Türkiye'nin ihtiyaçlarına odaklanan rasyonel bir sistem tartışması olmalıdır. Başkanlık sistemine geçiş 12 Eylül rejiminin getirdiği kurumları ve anlayışı da tasfiye etme fırsatı tanıyacaktır. Ayrıca, mevcut "parlamenter" sistemdeki yerleşik bürokratik vesayeti gerileten ve güç temerküzünü sağlayan AK Parti'nin başkanlık önerisi ile gelmesi de anlamlıdır. Zira AK Parti iktidarını sürdürmek açısından bu değişikliğe ihtiyaç hissetmemektedir. Bu yüzden, Erdoğan'ın önerisi Türkiye'de daha sağlıklı, daha demokratik bir kurumsallaşma için bir vesile olarak değerlendirilmeli.
Nitekim, başkanlık modeli, 1982 Anayasası'nın getirdiği yönetim sorunlarına dikkat çeken sağ liderlerin; Özal, Demirel ve Türkeş'in de paylaştığı bir öneridir. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ile de fiilen yarı- başkanlık haline gelen mevcut sistem bu haliyle ancak Erdoğan'ın liderliği ve güçlü AK Parti hükümetleri sayesinde etkin şekilde yürütülebilir. Bu yüzden başkanlık tartışması Erdoğan'ın şahsı bağlamında değil kurumsallaşma ve yeni anayasa düzleminde ele alınmalı. Belki de muktedir olmak için başkanlığa en az ihtiyacı olacak siyasetçi Erdoğan'dır. Asıl soru "nasıl bir başkanlık sistemi?" olmalıdır.
[Sabah, 6 Şubat 2015]