Bir zamanlar pek çok çevrede anlatılan bir hikaye vardı. Bu hikayeye göre Türkiye, Suriye'deki DEAŞ varlığını görmezden gelmek veya en azından yabancı savaşçıların Türkiye sınırlarından kolayca geçmesine göz yummakla suçlanıyordu. Bazıları Türkiye'nin DEAŞ'la iş birliği yaptığını dahi iddia etti. Hatta Türkiye'nin DEAŞ'la petrol ticareti yaptığı özellikle öne sürüldü.
Türkiye suçlanıyor
Tüm bu iddiaların ne kadar ciddi olduğu önemli değildi. Esas önemli olan, masumiyetini savunma mücadelesi veren Türkiye'yi baskı altına almaktı. Olmayan bir ilişkinin var olmadığını ispatlamak hiç de kolay olmadı. Türkiye her ne kadar defalarca DEAŞ’ın saldırılarına maruz kalsa da, hem Batılılar hem de Ruslar Türkiye'nin DEAŞ'ı desteklediği yolundaki iddialarını sürdürdüler. Böyle bir bağın bulunmadığını ve DEAŞ'ın bir terörist örgüt olarak muamele gördüğünü göstermek için Ankara çok sayıda argüman geliştirdi ve tekrar tekrar iddia sahiplerine çağrıda bulundu. Ancak Batı medyası çürütülmesi mümkün olmayan iddialar ortaya koyarak kesintisiz bir şekilde Türkiye'nin aleyhinde yazıp durdu.
Türkiye hiç destek görmedi
Türkiye'nin Fırat Kalkanı harekatını başlatmasıyla birlikte, Türkiye-DEAŞ iş birliğiyle ilgili söylentiler yavaş yavaş ortadan kayboldu. Ancak Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ne Ruslardan ne de ABD liderliğindeki koalisyondan bir destek gördü. Özellikle El-Bab ve Dabık'daki çatışmalar sırasında, koalisyon güçleri uzun bir süre TSK'nın angajmanlarına yeterli hava desteği sağlamayı reddetti. Uzun tartışmalardan ve ancak Türk tarafı büyük kayıplar verdikten sonra koalisyon -o da gönülsüz olarak- hava desteği verdi. Bu merkezî şehirlerin düşmesinden sonra Türk kuvvetleri ivme kazandı ve DEAŞ'ı daha büyük bir yenilgiye uğratmak için güneye doğru ilerlemeye başladı.
Türkiye durduruldu
Fakat Esed'e bağlı rejim kuvvetleri, önce El-Bab'ın güneyinde ve sonra da Afrin ve Münbiç önlerinde aniden ortaya çıktı. Ruslar hem PYD hem de DEAŞ için bir emniyet kuşağı oluşturdu. Mücadele gerçekten de DEAŞ'a karşı veriliyor olsaydı, kimse Türk kuvvetleriyle DEAŞ'ın kontrol ettiği bölgelerin arasında böyle bir hat çizmezdi. Eş zamanlı olarak en mühim PYD bölgelerine, muhtemel bir Türk müdahalesine karşı caydırıcı bir unsur olması için Amerikan bayrakları dikiliyordu. Suriye'deki savaşın gerçek sebebi DEAŞ terörizmiyle mücadele etmek olsaydı, o zaman Amerikalıların ve Rusların Türkiye'ye karşı savunma hatları oluşturmak yerine, Türkiye'yle iş birliği yapmış olması gerekirdi.
ABD'nin açıkça düşmanlık sergileyen bu eylemlerine rağmen, Türk hükümeti sabırla ABD'nin iş birliği yapmasını talep etmeye devam etti. Tekrar tekrar yapılan görüşmelerde Ankara, DEAŞ'a karşı iş birliği ve Rakka'nın ve etrafındaki bölgelerin temizlenmesi için ortak operasyon yapılmasını önerdi. Fakat Washington tüm bu teklifleri bazen kibarca, bazen de kabalıkla reddedebilmek için türlü türlü yöntem uydurdu.
Bir grup teröristin diğerine karşı desteklenmesi
ABD meşru bir yol ve diplomatik bir çözüm bulmak yerine, terörist bir örgütle mücadele ederken diğer bir terörist örgütü desteklemeyi tercih etti. Suriye'deki bitmek bilmeyen vekâlet savaşının da temel sebebi olan bu durum, Türkiye'de çok büyük bir hayal kırıklığına sebep oldu. Bununla birlikte, bunun bir anomali olduğunu söyleyemeyiz. Hayır; ABD'nin PYD konusunda yaptıkları, oldukça sık görülen bir haldir ve Amerikan stratejik düşünce tarihinde uzun bir geçmişe sahiptir. Bu yöntemin birçok örneğini kolayca bulabilirsiniz. Afganistan'daki El-Kaide bu durumun en güzel örneğini teşkil ediyor; Sovyetler Birliği’ne karşı ABD tarafından beslenip büyütülmüş ve aktif bir şekilde desteklenmiştir.
Onlara cazip gelen bu yöntem, çoğunlukla akıllı bir strateji olarak kabul gördü ve başka durumlarda da kullanıldı. Fakat her durumda bir bumerang etkisi yarattı: El-Kaide günün sonunda ABD'nin aleyhine döndü ve bu örgütle mücadelesinde ABD milyarlarca dolar harcadığı gibi, binlerce Amerikalı da canından oldu. Yeni bir örgüt oluşturmaya yönelik bu stratejinin aynısı şu anda da kullanılıyor. Bir önceki örnekte, komünizme karşı dine dayanan bir terör örgütü desteklenmişti. Şu anda ise Marksist bir terör örgütü dinî bir örgüte karşı desteklenmekte. Bu modelde yeni hiçbir şey yok. Tıpkı bir kum saati gibi ters-düz edilmiş oldu sadece; şimdi diğer cam hazne kumla doluyor. Üst taraf boşaldığı anda süreç yine tersine dönecek ve dolmuş olan hane diğer tarafı doldurmaya başlayacak!
Kirli anlaşma
Buna rağmen ABD bu basit gerçeği görmezden geldi. Görünen o ki hiçbir şey öğrenilmemiş. Bu yöntemin sonuç vermediği apaçık bir gerçekken, ABD hükümetleri bu terör örgütleriyle kol kola davranmaya hep devam etti. Fakat bu son durumda ortaya çıkan birliktelik epey sansasyoneldi. BBC televizyonu DEAŞ savaşçılarının en son grubunun aileleriyle birlikte Rakka'yı PYD'nin kontrolünde ve dolayısıyla ABD'li gözlemcilerin nezaretinde terk ettiğini gösteren bir görüntü yayınladı. Bu "kirli sır" hakkında çıkan haberlere göre, PYD ve DEAŞ arasında, DEAŞ’lı teröristlerin şehirden sağ salim çıkabilmesi için bir anlaşma yapıldı. Bazı azılı DEAŞ liderlerinin Rakka'dan kaçışı oradaki yetkililer tarafından ayarlandı. Koalisyon yetkilileri müzakerelerde bulunduklarını itiraf etmek zorunda kaldılar; fakat "etkin bir rol oynamadıklarını" iddia ediyorlar. Öyle görünüyor ki orada olduklarını inkar edemiyorlar, fakat şu anda tek yapabildikleri şey, bu işteki katkılarını küçük gösterme teşebbüslerinden ibaret. Bu hafifletilmiş bir itiraftır.
Koalisyon kirli anlaşmaya katıldı
Haber BBC sunucuları tarafından "şok edici" olarak nitelendirildi fakat Türk toplumu için neredeyse hiç şaşırtıcı değildi. Türk toplumunun büyük bir bölümü, ortaya çıktığı ilk günlerden bugüne, DEAŞ'ın Batılı hükümetlerle ortak hareket ettiğini düşünegeldi. İnsan bu düşünceyi "komplo teorisi" diyerek elinin tersiyle itebilir. Fakat bu düşünce, ABD başkanı Donald Trump'ın DEAŞ'ın aslında Obama yönetimi tarafından yaratıldığı iddiasıyla daha bir yoğunluk kazandı. Bu ise Türkiye'de doğrudan bir itiraf olarak algılandı. Elbette ki ABD ve DEAŞ arasında böyle bir doğrudan ilişkinin varlığını veya yokluğunu ispat edecek kanıt bulmak hiçbir zaman o kadar kolay olmayacaktır. Ancak şu var ki ABD hükümetinin DEAŞ ile dahi anlaşma yapabildiği de artık bir sır olmaktan çıkmıştır.
Böyle bir anlaşmanın niçin yapıldığına dair bir dizi açıklama getirebilir. Örneğin, “Bu anlaşma olmasaydı her iki taraf için de çok kanlı bir savaş olurdu”, “Dolayısıyla anlaşma kan dökmekten kaçınmanın bir yolu olarak tercih edildi” denilebilir. Fakat bu tarz açıklamalar bu kirli ve gizli anlaşmayı haklı çıkaramaz. DEAŞ ölümcül bir terör örgütü olarak ilan edildiğine göre, bu alandaki mücadele de sonuna kadar acımasızca sürdürülmeli. Bilindiği gibi, bu mücadeleye "hiçbir teröristi sağ bırakmayacak bir imha savaşı" ismi verilmişti ve hiçbir anlaşma yapılmayacaktı. Ancak bu vaat gerçekleşmedi. Koalisyon bu tehlikeli teröristlerin Suriye çölünden kurtulmasına izin verdi. Biz sadece ne zaman, nerede ve nasıl yeniden ortaya çıkacaklarını bilemiyoruz. Ancak kesin bildiğimiz bir şey varsa o da muhakkak yeniden ortaya çıkacak olduklarıdır. Şayet bir grup katil terörist ağır silahlar ve intihar kemerleriyle müstahkem mekanlarından kaçabiliyorsa, onların bu şekilde sıvışmasına müsaade eden gözlemciler de sorumlu tutulmalıdır. Bu teröristler, kuvvetle muhtemeldir ki bu silahları Suriye, Irak, Türkiye, Ürdün ve diğer Ortadoğu ülkelerinde bulunan (ama bu ülkelerle sınırlı olmayan) hedeflere karşı kullanacaktır ve bu intihar yelekleri muhtemelen bazı batı ülkelerinde de infilak edecektir.
Artık mesele terörle mücadelede iş birliği falan değil. Olayların gelip dayandığı nokta itibariyle söyleyecek olursak, ortaklar en azından bundan sonra yaşanacak ölümlerin sayısının azaltılabilmesi için istihbarat paylaşma inceliğini göstermelidir. Fakat görünen o ki koalisyon üyeleri bu teröristlerle ilgili bilgi paylaşacak kadar olsun, iş birliğinde bulunma konusunda gönülsüz.
Koalisyon bilgi paylaşımında dahi bulunmuyor
Reuters'a göre koalisyon, Rakka'yı terk eden bu DEAŞ teröristlerinin biyometrik verilerini kaydetti. Ancak aynı haber ajansına konuşan Türk yetkililer, bu teröristlerle ilgili hiçbir bilginin kendileriyle paylaşılmadığını belirttiler. Aynı yetkililer, bunun terörle mücadelede kendilerine yardımcı olmadığından da şikâyet ettiler. Türkiye'nin bu teröristlerin geçebileceği en yakın sınırlardan birine sahip olduğunu düşünecek olursak, Ankara'nın bu konuda böylesine endişeli olması gayet anlaşılabilir bir şey. Buna rağmen, geleneksel ortakları bir kez daha Ankara'yla iş birliği yapmamayı tercih ediyor. İş birliğinden bu şekilde kaçınılmasına çeşitli izahlar getirilebilir, ancak bu davranışın ne ifade ettiği meselesi, şu anda önümüzdeki en önemli meseledir: Öyle görünüyor ki koalisyon, bu önemli bilgiyi paylaşmayarak aslında DEAŞ üzerinden Türkiye'yi tehdit etmektedir. DEAŞ Türk hükümetini tehdit etmek için bir kez daha bir sopa olarak kullanılmaktadır.
[AA, 27 Kasım 2017]