“Trump’ın dış politikasını nasıl anlayabiliriz” sorusunu cevaplayabilmek için bugüne kadar ABD başkanının söylemlerine, kararlarına, ulusal güvenlik strateji belgesi gibi dokümanlara, hatta başkanlık kararnamelerine dahi bakıldı. Ancak bu bakışların hiçbirinden Trump’ın dış politikasının ne olduğuna dair net bir cevap edinilemedi. Üstelik ABD başkanının “stratejik bir öngörülemezlik” içinde olduğu dahi dillendirildi. Nitekim Beyaz Saray Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Kuzey Amerika’ya kadar ikircikli kararlar almaya devam etti ve kimilerine göre bu öngörülemezlik işe yaradı. Tüm bu tabloda esas gözden kaçan ise ABD’nin kuruluşundan beri, başkandan başkana kimi zaman değişen, kimi zaman da aynı kalan bir “grand strateji” tercihinin olduğu gerçeğiydi. Bu nedenle, Trump’ın günümüzde verdiği dış politika kararlarını anlamak için grand stratejisine bakmak gerekiyor.
Trump’ın grand stratejisi, Obama döneminden devraldığı ABD’nin yeniden mevzilendirilmesi üzerine kuruluydu. Öyle ki “Önce Amerika” söylemi dahi bu öngörüye dayanıyordu. Bu bağlamda, Obama gibi askeri maliyetleri azaltmaya ve ekonomik tasarrufa gitmeye çalıştı. Fakat Trump, sadece Obama’nın grand stratejisiyle hareket etmedi; onu merkeze aldı ve yeniden mevzilenirken 19. yüzyıldaki İngiltere’nin güç dengesi politikasına döndü. Bu yönüyle, tıpkı İngiltere’nin gücünü kontrol etmekte zorlandığı dönemlerde olduğu gibi, bölgesel ittifaklar üzerinden büyük güçlere “yumuşak dengeleme” uygulamak üzere harekete geçti. Böylece ABD, tıpkı İngiltere gibi, “aşırı genişleme” yaşamış olmanın yol açtığı sorunların üstesinden gelmeye çalıştı.
Peki, tüm bu çerçevede, Trump’ın dış politikasını belirleyen grand stratejinin adı ne olabilirdi? Trump dönemi önümüzdeki yıllarda “yenilikçi yeniden mevzilenme” adıyla anılacak. ABD tarihinde bu duruma benzer birçok örnek var. En çarpıcısı Theodore Roosevelt’ten sonra yaşananlar ve Wilson’dan Franklin Roosevelt’e uzanan süreçte ABD’nin benzer şekilde attığı adımlar. Bu örnekler bize dünya savaşlarını hatırlatıyor.
- Trump’ın yenilikçi yeniden mevzilenmesi neleri içeriyor?
Atlantik düzeninin sonu
Trump 2017 yılında Brüksel’de gerçekleşen NATO zirvesinde, ittifakın yükü paylaşması gerektiğini ve maliyetleri artık ülkesinin tek başına üstlenmeyeceğini ifade etmişti. Bu durum Avrupa’nın refleks olarak merkezi bir orduyu (PESCO) tartışmaya açması anlamına geliyordu. Ancak Trump’ın Atlantik ötesine mesafesi bununla da sınırlı değildi: ABD ile Almanya arasında yaşanan gerginlik ve bunun ekonomik yansımaları ciddi bir ticari savaşa dönüştü. Ayrıca Kudüs konusunda ABD’nin tek taraflı kararını Avrupa’nın kabul etmemesi, İran nükleer anlaşmasında yaşanan ayrılık ve benzeri konular, Atlantik düzeninde bir birlik olmadığı ve Batı’nın artık “İki Batı” olarak ayrıştığını gösteriyordu. Trump’ın bu adımlarına karşı Avrupa ise kendi içine kapanıyor. Bölgenin merkezi güçlerinden Fransa ordusu üzerinden etkisini artırırken Almanya ekonomik gücüyle bu duruma karşı koymaya çalışıyor. İngiltere ise ikisi arasında tek dengeleyici aktör. Avrupa içe kapandıkça bölgedeki liderlik tartışması da giderek alevleniyor. Bu durum Avrupa Birliği’nin de revize edilmesine kadar uzanabilir. Zira NATO’dan sonra yaşanan PESCO tartışması, Avrupa ordusunun kurulmasını öngörüyor. Ancak bu ordunun Avrupa Birliği’ne mi, yoksa Avrupa’ya mı ait olacağına dair ciddi tartışmalar var. Dolayısıyla Atlantik düzeni sona erdikten sonra yeni bir güvenlik paradigmasının doğacağı da aşikar.Yükselen bölgesel güçler
Belirtmek gerekir ki bu yeni güvenlik paradigmasında, ABD’nin 19. yüzyıldakine benzer şekilde hareket ettiği diplomasi anlayışı ve güç dengesi politikaları, Avrupa’nın kendi içinde yaşadığı liderlik mücadelesi ve Rusya’nın artan tehdidi gibi konuları ayrı ayrı değerlendirmek mümkün. Ayrıca yeni güvenlik paradigmasında, Ortadoğu’da bölgesel güçler olan Türkiye, İran ve İsrail gibi ülkelerin önemli belirleyiciler olacağını da iddia edebiliriz. Ancak bu ülkeler arasında Türkiye’nin ayrı bir yeri var. Zira Atlantik düzeni içinde Türkiye vazgeçilemez bir konumda. Nitekim ABD için, Avrupa ve Ortadoğu’daki güçlere yönelik politikalarında, Ankara’nın içinde olmadığı bir denklem kurmak neredeyse imkansız. Keza Türkiye’nin Ortadoğu’daki belirleyici gücü, Avrupa’daki etkisi ve Afrika’daki varlığı gibi sebepler, bölgesel güç kategorisinden küresel güce evrilen bir profil çiziyor. Bu nedenle, uluslararası sistemin dönüşümünde ve yeni güvenlik paradigmasının inşasında Türkiye’nin alacağı rol kritik önem taşıyor.Nihai olarak, Atlantik düzeninde sona gelindiğini ve ABD merkezli politikaların giderek iflasa sürüklendiğini söylemek mümkün. Trump’ın yenilikçi yeniden mevzilenmesi ise bu durumun temel nedeni. ABD başkanı bu grand stratejisiyle başarılı olacağını düşünüyor. Fakat başarıdan çok yıkıma ve Soğuk Savaş sonrası yerleştirilmeye çalışılan nizamın tamamen çökmesine neden oluyor. Peki, Trump bu durumu görmüyor mu? Elbette görüyor. Fakat gücünün sınırları olduğunu, artık çok kutuplu dünyada birçok küresel ve bölgesel güçle karşı karşıya olduğunu biliyor. Atlantik düzeninin sona ermesi ABD’yi zora sokuyor, ancak Trump ülkesini yeniden konumlandırarak etkisini korumaya çalışıyor. ABD başkanının bu hedefe kalan süresi içinde ulaşması zor. Fakat yine de uluslararası sistemin yakın dönemde hiç olmadığı kadar dönüşmesini bekleyebiliriz.
[AA, 6 Haziran 2018].