SETA > Yorum |
Askeri Liseler Tartışması

Askeri Liseler Tartışması

15 Temmuz sonrası için kritik önem taşıyan husus, ülkenin stratejik hedefine göre ihtiyaç duyulan asker profilinin doğru belirlenmesi.

Fethullah Gülen Örgütü’nün TSK’ya sızma stratejisinin önemli bir ayağını ‘askeri liseler’ teşkil etti. Zira askeri liseler, ordunun ana subay kaynağı olan Harp Okulları’na doğrudan geçiş sağlayan temel eğitim kurumlarıydı.

Her ne kadar Atatürk, orduyu siyasetin dışında tutma politikası gütmüşse de, ordu kendisini münhasıran yeni rejimin ideolojisi ve Kemalizm’in bekçisi olarak gördü. Böylece askeri okullar, ordu mensuplarını bu ideolojinin savunucusu olarak yetiştirme ve doktrine etme görevi üstlendiler. Bu indoktrinasyonla yetişen subaylar, kendilerini ülkenin ve Kemalist ideolojinin asli koruyucusu addederek, toplumsal ve siyasal hayatın her alanına müdahale etmek istediler. Türk siyasal hayatında ordunun siyasete müdahalesi ve askeri vesayet tartışmaları gündemdeki yerini hep korudu. Askeri okullar da bazı kesimlerce Kemalist ideolojinin sembolü olarak algılandılar.

15 Temmuz tecrübesi, Kemalist indoktrinasyon sürecinin zafiyet noktalarını alenen vahim bir şekilde ortaya koydu.

1990’lı yıllarla birlikte Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecine binaen demokratikleşme çabaları kapsamında sivil-asker ilişkilerinde, sivillerin lehine iyileştirmeler olmuşsa da, 28 Şubat ve 27 Nisan kazaları yaşandı. 15 Temmuz ise, bunun farklı fakat keskin bir boyutunu oluşturdu.

1960, 1971 ve 1980 müdahaleleri de hatırlandığında, filhakika askeri okullar konusundaki mevcut tartışmaları, bu tecrübelerin yarattığı bilinçaltı ve psikolojiden bağımsız düşünmek mümkün değil. Gelinen aşamada askeri okullar, Türk demokrasisine yönelik bir takım militarize olmuş hareketlerin ya da darbeci zihniyetin kaynağı olarak görülüp, 15 Temmuz sonrası köklü reformlara tabi tutuldu.

ASKERİ LİSELER NEDEN ÖNEMLİYDİ?
Kuşkusuz FETÖ açısından askeri liselere yönelimin başat faktörlerinden birisi, bu okullara alınan yaş gruplarına nüfûz etme ve Fethullahçı zihniyet üzerinde doktrine edilmelerine daha fazla imkân sağlamasıydı.

Bütün bu konjonktürel gelişmelerin yarattığı karmaşık duygular içerisinde TSK’nın geleceğinde etkiler yaratması muhtemel olan bu reformların ne ölçüde gerçekçi ve rasyonel olduğu konusunda farklı fikirler var.

Bir görüşe göre, askeri liselerin topyekûn kapatılması daha rasyonel bir tercih. Bu da bize ülkenin bekası söz konusu olduğunda ‘devlet aklı’nın risk almayı sevmediğini ve mutlak suretle garantici yaklaştığını yeniden gösteriyor. ‘Risk’ ne kadar büyük algılanıyorsa, alınan kararlar da bir o kadar ‘radikal’ oluyor. Bu yüzden, yapının reformist tarzda yeniden tanzimi yerine tamamen tasfiyesi kararlaştırıldı.

Askeri okulların kapatılmasının gerekçelerinden biri de, askeri eğitim-öğretim maliyetinin yüksek oluşu. Bazı sivil devlet liselerinde benzer kalitede eğitimlerin sunulması, Harp Okulları’nın öğrenci ihtiyacının buralardan karşılanmasının daha yerinde olacağı düşüncesini doğurmuştur.

ASIL SORUN ZİHNİYETTE
Liselerin kapatılmasının gerekliliği hususunda, uzun bir askeri eğitim sürecinin, bu mesleği gereğinden fazla içselleştiren, sivil zihniyetten ve böylece toplumdan kopuk bir sınıf yetiştirdiği iddiası da söz konusu. Mesela Jandarma sınıfının, görev alanı ve yapısı itibarıyla toplumla daha iç içe olması hasebiyle kara, deniz ve hava sınıflarından farklılaştığına dikkat çekilir. Bu argümanda doğruluk payı var ancak esas sorun yapısal olmaktan ziyade zihinsel bir keyfiyet arz ediyor. Yani problemin özü, askeri lise veyahut Harp Okulları’nda verilen eğitimin müfredatı ve doktriner niteliğiyle alakalı.

Yine liselerde, sivil otoritenin denetim-kontrol mekanizmasının zayıf olması, kapatılmalarına gerekçe teşkil etmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına bağlı kalınmışsa da, eğitim faaliyetlerine yönelik ‘teftiş mekanizması’ beklenen düzeyde işlevsel olmamıştır.

Diğer taraftan, askeri liselerin kapatılmasını eleştiren kesimler de söz konusu. İtirazların odağında, kararın OHAL şartlarında çıkartılan KHK’larla askeri, siyasi, pedagojik, sosyolojik ve psikolojik tüm boyutlarıyla kamuoyunda yeterince tartışılmadan alınması var.

Ayrıca askeri liselerin kapatılmaması halinde, yeniden teşekkül ettirilen askeri eğitim kurumlarında amaçlanan sivilleşmenin beraberinde siyasallaşmayı getirip getirmeyeceği endişesi de haklı bir gerekçe olabilir.

Bu dönemde dile getirilen görüşlerden birisi de, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde ‘askeri liselerin’ bulunmadığı yönündeki iddialar... Hâlbuki örneğin ABD’de farklı düzeydeki özel/kamu/merkezi-devlet/federal nitelikte askeri eğitim kurumları (askeri okul, kolej, enstitü, akademi ve üniversite) arasında bizdeki askeri liseleri andıran okullar mevcut. Fakat bunu tartışmak zaten çok anlamlı değil zira her ülkenin silahlı kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu personel niteliği, o ülkenin ‘güvenlik ortamı’, ‘tehdit algısı’ ve ‘risk yelpazesine’ bağlı olarak farklılaşır. Mesela ABD’de zorunlu askerlik olmadığı için bu mesleği cazip kılacak motivasyon kaynakları ve teşvik mekanizmaları ziyadesiyle mevcuttur.

Askeri liselerin gerekliliğini ve muhafazasını savunan argümanlara bakıldığında, bunların temelde askeri liselerin beklenen/hedeflenen fonksiyonları üzerinde temellendiği görülüyor.

Askerlik, “içselleştirme gerektiren, büyük ölçüde fedakârlığa ve idealizme dayalı bir meslek” olarak nitelendiriliyor; eğitim sürecinin bu “içselleştirmeyi azami ölçüde mümkün kılacak nitelikte olması” gereğine işaret ediliyor. Bu yüzden de azami fedakârlık, sabır ve adanmışlık gerektiren askerlik mesleğine ve bu mesleğin gerektirdiği daha ileri aşamadaki eğitim süreçlerine hazırlanmada askeri liselere büyük önem atfedilir.

Dolayısıyla lise süreci, subay adaylarının iştiyak ve yeteneklerine göre askerlik mesleğine zihinsel ve fiziksel açıdan uygun olup olmadıklarının, hem kendilerince hem de ilgili eğitimcilerce erken aşamalarda tespit ve teşhisine imkân sağlar. Bu, Harp Okulları’ndan beklenen performansın artması anlamındadır ki; liselerden gelen öğrenciler, Harp Okullarındaki eğitim-öğretimi takip edebilecek bilimsel alt yapıyla donanmış olduklarından, dışarıdan gelen sivil adayların muhtemelen yaşayabileceği sistem uyum sorunuyla karşılaşmayacaklardır.

Askeri liselerin kapatılmasına duygusal açıdan karşı çıkanlar, bu liselerin uzun bir dönem en iyi öğrencileri aldıklarını ve çok kaliteli bir eğitim verdiklerini hatırlatıyorlar. Öte yandan Heybeliada, Işıklar veya Kuleli Askerî Lisesi’nin, Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze kadar gelen sembolik bir değeri de var. Her halükarda, bu okullar TSK’nın ruhuyla bütünleşmiş ve ‘markalaşmış’ kurumlar.

Bu durumda yapılması gerekenin kapatmak yerine, zaten MEB’in müfredatını uygulayan bu okulların isimlerinin korunarak tamamen MEB’e bağlanması, eğitim öğretim kadrosunun FETÖ’cü personelden arındırılması ve diğer sorunların giderilmesi olduğu de bir öneri...

Bu öneriye istinaden, askeri liselerin sivil liselere benzer şekilde yeniden yapılandırılması da mümkün olabilir. Böylece Galatasaray, Kabataş Erkek Lisesi gibi isimlerini ve sembolik değerlerini yaşatmış okullar arasında yerlerini alacaklardır. Hatta bu liselerden mezunların, LYS sınavında sağlanacak artı puanla Savunma Üniversitesi’ne girmeleri de teşvik edilebilir.

GELECEĞİN GENERALİ NE TÜR VASIFLARA HAİZ OLMALI?
Son yıllarda TSK’da reform ihtiyacına ilişkin farkındalığın ivme kazandığı ve bu farkındalığın bir tezahürü olarak istişare mekanizmalarının devreye sokulduğu malumdur. Ancak 15 Temmuz, bu reformların daha erken bir tarihe çekilmesini, tedricen gerçekleştirilmesi gereken inşa ve yeniden yapılandırmanın topyekûn biçimde ivedilikle hayata geçirilmesi mecburiyeti getirdi.

Farklı fikirler olsa da askeri liselerin kapatılması kararı verildi. Bundan sonra yapılması gereken, Türkiye gibi stratejik bir konumdaki bir ülkenin bunca olay atlatıldıktan sonra askerlerin eğitiminde yeni bir sayfa açması ve önceki hataların tekrarlanmasının önüne geçmesidir.

Bu noktada altı çizilmesi gereken kritik hususlardan birisi, ülkenin stratejik hedefine göre nasıl bir asker profiline ihtiyaç duyulduğudur? Örneğin askeri lise öğrenciliğiyle birlikte 40-45 yıl boyunca orduda hizmet eden bir subay düşünüldüğü takdirde, subay profili için 30-40 yıllık bir projeksiyon tasarlanması gerektiği aşikardır. Daha net bir tabirle “geleceğin generali ne tür vasıflara haiz olmalıdır?” sorusunun cevabı doğru verilmelidir.

Bu bağlamda tek tip modelden (mesela sözel/sayısal/teknik) kaçınmak; farklı, muhtelif eğitim sistemlerinin planlanması ve teşvik mekanizmalarının güçlendirilmesi mühimdir. Kuşkusuz subay profilini tahayyül ederken aynı zamanda bu profili biçimlendirecek eğitici kadro da belirli bilgi birikimi, tecrübe ve kabiliyete haiz olmalıdır.

[Al Jazeera Türk, 17 Ağustos 2016].