Mihail Gorbaçov'un 25 Aralık 1991 tarihinde dünya genelinde yayınlanan canlı yayında, Sovyetler Birliği'nin Son Genel Sekreteri olarak istifasını açıklaması, yalnızca Sovyetler Birliği'nin çözülmesini değil, aynı zamanda II. Dünya Savaşı sonrasında neredeyse 46 yıl boyunca varlığını sürdüren dünya düzeninin de sonunu simgelemiştir. Genel anlamıyla, 1945-1991 yılları arasında uluslararası sistemin çehresini belirleyen iki kutuplu dünya düzeni, Soğuk Savaş bağlamında ABD'nin Atlantik İttifakı merkezli Batı Bloku Liderliği ile Sovyetler Rusya'nın Varşova Paktı zemininde yapılanan Doğu Bloku Liderliği arasında kurulan kırılgan bir dengeye dayanmaktaydı.
Soğuk Savaş dönemi, nükleer savaş olasılığına dayanan bu "kırılgan istikrarın", devletlerin dış politika yönelimlerini belirlemesinde etkin olduğu bir süreç olarak şekillenmiştir. Bağlantısızlar Hareketi dışındaki devletlerin büyük bir bölümü, blok politikalarının sınırları içinde hareket etmek durumunda kalmıştır. Blok politikalarının zaman zaman ulusal çıkarlarla çelişmesine rağmen, karşı bloktan gelen tehdidi dengeleyebilmek adına, devletlerin üyesi oldukları bloğun politikalarına uygun yönelimler benimsemek zorunda kaldıkları görülmüştür. Ancak, Sovyetler Birliği'nin çözülmesi, uluslararası sistemin iki kutuplu yapıdan önce tek kutuplu bir düzene, ardından çok kutuplu bir yapıya evrilmesine neden olan bir süreci tetiklemiştir.
Günümüzün küresel dinamikleri ise teknolojik gelişmelerin şekillendirdiği yeni bir dünya düzenini işaret etmektedir. Bu bağlamda, yapay zekâ teknolojilerini destekleyen yarı iletkenler, özellikle çipler ve grafik işlem birimleri (GPU), stratejik bir öneme sahip hale gelmiştir. Çip ve GPU krizleri, bahse konu bileşenlerin ekonomik ve siyasi anlamda taşıdığı kritik önemi gözler önüne sermektedir. Zira söz konusu bileşenlere erişim her zaman ekonomik güç ile mümkün olamamaktadır. Günümüz uluslararası sistemi içerisinde ileri teknolojilerin sac ayaklarını oluşturan bahse konu bileşenlere erişim zaman zaman siyasi konjonktür temelinde şekillenmektedir. Peki bu durum, Soğuk Savaş döneminin blok politikalarını andıran yeni bir jeopolitik ortamın habercisi olabilir mi? Kullanılacak yarı iletkenlerin menşeinin Doğu (Çin) veya Batı (ABD) olması, Soğuk Savaş döneminin blok politikalarını çağrıştıran bir şekilde tarafgirlik göstergesi olma potansiyeline sahip midir?
Teknolojik Rekabetin Şekillendirdiği Yeni Dünya Düzeni
Günümüz uluslararası sistemi artık teknolojik gelişmelerin şekillendirdiği yeni bir dünya düzeni ile karşı karşıyadır. Örneğin, dünyanın ileri düzey 7 nanometre altı çiplerinin yüzde 60'ını üreten Tayvan, bu teknolojilerin küresel üretim ve dağıtımında merkez bir role sahiptir. Zira Tayvan dünyanın gelişmiş yarı iletken çiplerini üreten ülkelerin başında gelmektedir. Bu çipler, akıllı telefonlardan otomobillere, yapay zekâ uygulamalarından savunma sanayisine kadar birçok sektörde kullanılmaktadır. Bu bağlamda Tayvan'ın çip üretimindeki kritik pozisyonu, ABD-Çin ticaret gerilimlerinin merkezindeki unsurlardan biri haline gelmiştir.
Nitekim ABD, Tayvan'ın teknoloji üretim kapasitesini ve güvenliğini korumayı, Çin ise bu teknolojilere erişim sağlamayı hedeflemektedir. Bu durum, Tayvan'ın hem ekonomik hem de jeopolitik olarak stratejik bir öneme sahip olmasına yol açmaktadır. Öyle ki, Tayvan'daki çip üretimi, küresel tedarik zincirinin temel taşıdır. Bu nedenle de ABD'nin uluslararası sistemdeki teknolojik üstünlüğünü korumak ve Çin'in ileri düzey yapay zekâ çiplerine erişimini sınırlamak amacıyla ihracat kontrolleri uygulamaktadır. Bu adımlar, Çin'in yarı iletken üretiminde kendi kendine yetme çabalarını hızlandırmıştır. Çin ise bu politikaların etkisini azaltmak için yerel üretim kapasitesini artırmaya ve küresel teknoloji yarışında liderliğini güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu adımlar, dünya genelinde yarı iletkenlere erişimde belirgin bir politik ayrışma oluşturmaktadır.
Yeni Blok Politikaları: Teknolojik ve Jeopolitik Dönüşüm
Bu teknolojilere erişimdeki farklılıklar, ülkeler arasında yeni ittifakların ve blokların oluşmasına yol açmaktadır. Örneğin, ABD'nin "CHIPS and Science Act" gibi girişimleri, yerel yarı iletken üretimini teşvik ederek dışa bağımlılığı azaltmayı ve teknolojik üstünlüğü korumayı hedeflemektedir. Avrupa Birliği de benzer şekilde, stratejik teknolojik sektörlerde kendi kapasitesini artırmak için çeşitli politikalar geliştirmektedir.
Bu gelişmeler, uluslararası sistemde Soğuk Savaş dönemindeki blok politikalarını andıran yeni bir jeopolitik düzenin oluşumuna işaret etmektedir. İleri düzey yarı iletkenlere erişimdeki eşitsizlikler, yalnızca ekonomik rekabeti değil, aynı zamanda küresel güç dengelerini de etkilemektedir. Örneğin, savunma teknolojilerinde yapay zekânın entegrasyonu, teknolojik üstünlüğün stratejik önemini pekiştirmekte ve yeni "teknolojik bloklar"ın oluşumuna zemin hazırlanmaktadır.
Küresel Güç Dengelerinde Yarı İletkenlerin Rolü
Yarı iletken teknolojilerinin jeopolitik önemi, Tayvan gibi üretim merkezlerinin stratejik konumunu daha belirgin hale getirmiştir. Yarı iletken teknolojilerinin ekonomik önemi, Tayvan'ı uluslararası politikanın kritik bir aktörü haline getirmiştir. Çin'in Tayvan üzerindeki iddiaları ve ABD'nin Tayvan'a olan desteği, bu bölgedeki jeopolitik gerilimlerin artmasına neden olmuştur. ABD ve Çin arasındaki gerilim, bu bileşenlerin tedarikine ilişkin politikaları şekillendirmiş ve yeni küresel riskleri gündeme getirmiştir. Bu bağlamda, tedarik zincirlerindeki kırılganlıklar yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda siyasi krizlere de yol açabilecek potansiyele sahiptir.
Günümüz uluslararası ilişkilerinde, yarı iletkenler üzerindeki bu yoğun rekabet, savunma sanayisinden tüketici elektroniğine kadar geniş bir yelpazede stratejik özerkliği ve dayanıklılığı artırma ihtiyacını doğurmuştur. Ayrıca, bu rekabet, küresel iş birliği ihtiyacı ile jeopolitik gerilimler arasında bir denge kurulmasını zorunlu kılmaktadır.
Sonuç olarak çip ve GPU krizleri, yarı iletkenlerin stratejik önemi ile birleşerek uluslararası sistemde yeni bir blok politikası döneminin kapılarını aralamaktadır. Teknolojiye dayalı bu dönüşüm, küresel güç dengelerini şekillendiren önemli bir unsur haline gelmiştir. Ülkeler, stratejik kararlarında teknolojik kapasitelere dayalı olarak yeni ittifaklar oluşturmakta ve bu ittifaklar, küresel jeopolitiği yeniden tanımlamaktadır.
Yeni teknolojik düzen, uluslararası sistemin geleceğinde belirleyici bir rol oynayacak ve yarı iletkenler gibi stratejik kaynakların kontrolü, küresel siyasetin merkezinde yer almaya devam edecektir. Bu süreç, yalnızca teknolojik üstünlüğü değil, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin nasıl bir yön alacağını da belirleyecektir. İleri düzey teknolojiler üzerindeki yarış, ülkelerin diplomasi, ekonomi ve savunma stratejilerinin merkezine yerleşmiş durumdadır. Bu nedenle, küresel aktörlerin teknolojik altyapılara yatırım yapma çabası, uluslararası sistemin geleceğinde belirleyici bir rol oynamaya devam edecektir.
[Sabah, 28 Aralık 2024]