Bugünlerde Tunus'tan başlayıp Mısır, Libya, Yemen ve Suriye'ye yayılan Arap Baharı'nın onuncu yıl dönümünü yaşıyoruz. 17 Aralık 2010'da Tunus devriminin sembolü 26 yaşındaki Muhammed Buazizi sokak ortasında kendini yaktı ve bu ölüm Tunus halkını uyandırdı. Bu ülkelerin halkları, ulus devletlerin kurulmasından ve sömürgeciliğin sözde ayrılışından bu yana 100 yıldan fazla bir süredir mahrum bırakıldıkları özgürlük, refah, adalet ve siyasi katılım için can atıyordu.
2011'de Arap Baharı'nın başlaması ve 2012'de doruk noktasına ulaşması, Arap halklar için gecikmiş bir umuttu ancak değişim sürecinden korkan statükocu güçler ve çıkarlarının zarar göreceğinden korkan bölge dışından fırsatçı güçler, 2013'te Arap Baharı'nı kürtaj yapmak için bir araya geldiler. Tabii halkın deneyimsizliğinden ve devrimcilerin yaptığı bir dizi hatadan da faydalandılar.
Dış güçlerin müdahalesi sorunu karmaşıklaştırdı. Arap Baharı karşıtı yerel aktörleri kan dökülmesi ve birçok adaletsizliğin yaşanması pahasına kendilerini ve çıkarlarını korumak için darbeleri ve diktatörlükleri desteklediler. Hatta bölgenin tüm devletlerinin zayıf ve her zaman dış güçlere bağımlı kalması için kaosun uzamasına katkıda bulundular.
Arap dünyası, kendi halklarından çok sömürgecilere yakın yöneticiler tarafından yönetildi. Bu yöneticiler kendi kişisel çıkarlarını ve büyük güçlerin, özellikle de İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra egemen küresel güç olan ABD'nin çıkarlarını korumak için çalıştılar. Bu adaletsizlik ve zorbalık yoksulluk, geri kalmışlık ve ekonomide gerilemeye yol açtı. Bu nedenle Arap Baharı dalgası enerji üreten Körfez ülkelerine sert vurmadı.
Hepimiz Arap Baharı'nı yaşadık ve sokaklarda özgürlük, adalet ve kalkınma talebiyle yoksulluğa, marjinalleşmeye ve siyasi tutuklamalara karşı slogan atan milyonları gördük ancak bugün bu kitleleri göremiyoruz. Maalesef süreç Suriye, Libya, Mısır ve Yemen'de binlerce kişinin öldürüldüğü, yüz binlercesinin tutuklandığı kanlı iç savaşlara dönüştü.
Sadece Arap Baharı ülkelerinde değil, Arap Baharı'nı destekleyen iki ülke de siyasi ve ekonomik baskılara maruz kaldı. 15 Temmuz 2016'da Türkiye başarısız bir darbe girişimine sahne olurken, Haziran 2017'de Katar dört ülkenin ablukasına maruz kaldı ve bu abluka şu ana kadar devam ediyor.
2013-2018 yılları arasında hayal kırıklığı yaratan manzarayla karşı karşıya kalan herkes, Cezayir, Sudan ve Irak'ta insanların tekrar sokaklara çıkmasına şaşırdı, bu gösteriler görece bir dizi talebi karşıladı ve Arap sokak hareketlerine tekrar ümit verdi.
İki ülke (Türkiye ve Katar) şimdiye kadar aralarında dayanışma yoluyla bu baskıların üstesinden gelmeyi ve hatta Libya'daki uzlaşma hükümetinde olduğu gibi Arap Baharı'ndan kalan bazı vakaları kurtarmak için çalışmayı başardı.
Arap Baharı karşıtı cephe halkların yeniden doğmasını engellemek konusunda ısrarcı.
ABD Başkanı Donald Trump İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri desteğiyle bölgeyi yeniden düzenlemeye girişerek İsrail'i hakim bölgesel güç haline getirme yolunda yeni bir plan ortaya kondu.
İsrail'le normalleşme süreci bölgedeki halklar arasında daha fazla hayal kırıklığı yarattı fakat 2010'un son günlerinden bu yana Arap Baharı'nın ortaya çıkmasına katkıda bulunan nedenlerden hiçbiri önlenmedi. Adaletsizlik, tiranlık ve yoksulluk devam ediyor.
Doğanın kanunlarına bakarsak, dar bir alanda bir şeyin üzerindeki basınç artışı bu şeyin gücünü da artırır ve tekrar çıktığında onu daha patlayıcı hale getirir. Her eylemin bir tepkisi vardır... Suyun avuç içi ile bastırılarak pınarlardan birinden çıkması engellendiğinde bu geçicidir ve su tekrar güçlü bir şekilde fışkırır.
Sonuç olarak hatalardan öğrenip iş birliği artarsa bölge insanları kaderlerine yeniden karar verebilecekler. Ortadoğu halkları artık nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini biliyor ve ciddi bir tecrübe kazandılar. Bu bir an meselesi ve değişimi destekleyen aktörler daha güçlü olduğunda da bu süreç daha da hızlanabilir.
 [Sabah, 2 Ocak 2021].