1. Suriye’deki iç savaşın dördüncü yılına girdiği göz önüne alındığında, Suriyelilere yönelik sürdürülen açık kapı politikasını günümüz şartlarında nasıl yorumluyorsunuz?
Suriye’deki çatışmalardan kaçan ilk Suriyeli mülteci kafilesi, Nisan 2011’de giriş yapmıştı. Suriye toprakları kısa sürede iç savaşa doğru evrilirken Türkiye, Suriyeli mültecileri “açık kapı” politikası çerçevesinde kabul etmeye ve sınır illerindeki kamplara yerleştirmeye başladı. İç savaşın uzaması ile kamp sayısı artarken, bir kısım Suriyeli kamplarda kalmak yerine, sınır illerinde veya ilçelerinde akrabalarının yanında ya da kiraladıkları evlerde ikamet etmeyi tercih ettiler. İç savaşın uzaması ise, hem iç göçü hem de dış göçü daha da arttırdı. Örneğin, Ocak 2014 itibariyle Türkiye’de BM kayıtlarına göre yaklaşık 600 bin Suriyeli vardı. Yaklaşık bir yıl sonra, Aralık 2014’te, bu rakam ikiye katlandı. Şunu da not etmek gerekir ki, bunlar kayıtlı Suriyeliler. Türkiye makamları toplam Suriyeli sayısının yaklaşık 1 milyon 600 bin olduğunu belirtiyor. Bunların yaklaşık 220 bini kamplarda, geri kalanı ise çoğunluğu sınıra yakın iller başta olmak üzere, Türkiye genelinde kendi imkânları ile ikamet etmekte.
Türkiye’nin ülkelerini terk etmek zorunda kalan Suriyelilere yönelik insani yardım politikası, ekonomik açıdan ağır bir yük getirdiği, yeni sosyolojik sorunlara yol açtığı gerekçesiyle bazı siyasi kesimler tarafından eleştirilmekte ve mülteci kabulünün durdurulması istenmektedir. Türkiye, tarihinin en büyük göç dalgasına maruz kalmış durumdadır ancak buna rağmen “açık kapı” politikası sürdürülmelidir. Şunu belirtmek gerekir ki, Suriyeliler vatanlarından keyfi bir biçimde ayrılmadılar, toprakları bir iç savaş nedeniyle yaşanmaz hale geldiği, yaşamları tehlikede olduğu, barınma ve yiyecek gibi temel gereksinimlerini karşılayamaz hale geldikleri için Türkiye gibi komşu ülkelere sığındılar. Hiçbir insan, kültürüne ve diline aşina olmadığı bir toprak parçasında sığınmacı olarak kalmak istemez. Türkiye’nin kamplarda sunduğu şartlar çok iyi olmasına ve uluslararası kamuoyu tarafından da takdirle karşılanmasına rağmen, bir evin yerini tutamaz.
Hükümet, en başarılı icraatlarından birisi olan “açık kapı” politikasını sürdürmelidir. Medeni bir topluma yakışan, zor zamanlarda kendisine sığınan komşularına destek sunmaktır. Ancak uluslararası kamuoyu Suriye’de yaşanan insani kriz karşısında daha etkin olmalıdır. Şu anda bu yükün büyük bir kısmını Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak üstlenmiştir. Türkiye büyüklüğü itibariyle bir müddet daha bu mülteci akınını kaldırabilir ancak Lübnan ve Ürdün gibi ülkeler için yolun sonu gözükmeye başladı. Bunun yanı sıra, 22 milyonluk Suriye’nin üçte biri de ülke içinde yerinden olmuş durumda.
2. Suriyeli mültecilerin sahip olacakları hukuki statü ve haklara ilişkin hangi düzenlemeler yapılmalı?
Suriyeli mültecilerin hukuki statüsü uzun süre tartışma konusu oldu. 1951 Mültecilerin Hukuki Durumlarına İlişkin Cenevre Sözleşmesi’ni onaylayan ancak coğrafi çekince koyan Türkiye, sadece Avrupa ülkelerinden mülteci kabul etmekte, Avrupa ülkeleri dışından gelenlere ise Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği başvuruları sonuçlanana kadar “sığınmacı” statüsü altında geçici ikamet izni vermektedir. Türkiye, Suriyeli mülteciler için ise, bu kadar çok sayıda kişi için “sığınmacı” prosedürünün yürütülemeyeceğini öngörerek onları “misafir” olarak niteledi. Ancak “misafir” tanımının uluslararası hukukta bir karşılığı yoktur. Suriyeli mültecilerin statüsüne ilişkin tartışmalar 2014’te sonlandı. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 12 Nisan 2014 tarihinde yürürlüğe girmesinin ardından, Ekim 2014’te kabul edilen Geçici Koruma Yönetmeliği ile “geçici koruma” statüsüne kavuştu. Bundan sonra, Türkiye’deki Suriyeli yöneticilerin 2014’te yoğunlaştırılan kayıt altına alınma sürecinin tamamlanması gerekmektedir.
3. Türkiye’nin, Suriyeli mültecilere yönelik nasıl bir entegrasyon politikası geliştirmesi gerekir, hangi adımlar atılmalı?
Suriyeli mülteciler, Türkiye Cumhuriyeti’nin maruz kaldığı ilk göç dalgası değil. Aslında, 1853 Kırım Savaşından beri Anadolu büyük göç dalgalarına sahne oldu. Kırım Tatarlarını Çerkezler, Boşnaklar, Pomaklar, Arnavutlar vb. birçok etnik topluluk takip etti. En büyük göç dalgası, Türkiye ve Yunanistan arasındaki mübadele idi. En son göç dalgası ise, 1989’da 300 bin Bulgaristanlı Türk’ün göçü ile gerçekleşti. (Körfez Savaşı sonrasında Türkiye’ye sığınan yaklaşık 300 bin Iraklı Kürt daha sonra evlerine dönmüştü). Türkiye tarihi boyunca tüm bu kitlesel göçler sırasında bir entegrasyon politikası oluşturulmadı ve uygulanmadı. Bununla birlikte, Türkiye’nin Suriyeli mülteciler için bu tür bir politika geliştirmesi elzemdir. Bugün Suriye’deki iç savaş sona erse dahi, Suriyelilerin büyük bir kısmı, yıkılan yerleşim yerleri tekrar yaşanabilir hale getirilene kadar ülkelerine dönemeyecek. Ayrıca BM’nin dünyanın farklı coğrafyalarında yaşadığı deneyimler ve istatistikler de bize mültecilerin en az üçte birinin geri dönmeme ihtimalinin olduğunu gösteriyor. Geçmişteki bu deneyimden ders çıkararak Suriyelilerin, geçici ya da kalıcı olsun fark etmez, Türkiye’ye uyumunu sağlamak için kapsamlı çalışmalar yürütmek gerekmektedir. Sivil toplum örgütleri tarafından sıklıkla dile getirilen entegrasyon politikası hayata geçirilmelidir. Bu aşamada ilk olarak mültecilere ilişkin kapsamlı veriler toplanmalı, ihtiyaçlar doğrultusunda akademi, sivil toplum ve medya da sürecin parçası haline getirilerek birbirini tamamlayan çalışmalar yürütülmelidir.
4. Mülteci kamplarının yönetiminden ve işleyişinden AFAD sorumluyken, kamp dışında yaşayan mültecilerden uzun dönemli olarak sorumlu olacak bir kurum oluşturulmalı mı, yeni bir teşkilata ihtiyaç var mı?
Suriyeli mültecilere ilişkin yürütülecek politikayı iki ayağa oturtmak gerekiyor. İlki bugüne kadar AFAD’ın başarıyla yürüttüğü insani yardım politikası. AFAD, çok iyi şekilde işlettiği kampların yanı sıra, kamp dışındaki Suriyelilerin de temel ihtiyaçlarının giderilmesinde görev alabilir. Ancak kamp dışındaki Suriyeliler için yeni bir teşkilat kurmaya gerek yok. Böyle bir teşkilat var zaten; Göç İdaresi Genel Müdürlüğü. İçişleri Bakanlığı bünyesinde kurulu ve henüz genç bir kurum olan Göç İdaresi, mülteciler politikasında ikinci ayak olması gereken entegrasyon konusunda devreye girmeli. Suriyeli mültecilerin eğitim, sağlık, çalışma vb. birçok alanda muhatap olacağı bakanlıkları ve kamu kurumlarını koordine etmesi gereken, entegrasyon sürecinde devlet-sivil toplum işbirliğini iletişimini sağlayabilecek bir kurum. Ancak şu an için bu görevi de AFAD yürütüyor gibi gözüküyor.
5. Suriyeli mültecilerin ülkeyi olumsuz etkileyen bir olgu olarak görülmesinin engellenmesi ve ülkenin gelişimine kazandırılması için nasıl politikalar geliştirilmeli?
Suriyeli mülteciler üç yıldır Türkiye’de ancak ilk gelen grupların büyük bir kısmı, kamplarda ya da sınıra yakın yerleşim yerlerinde kaldığı için görünür değillerdi. Geçen zaman içinde Suriyelilerin Türkiye geneline, özellikle de büyük kentlere dağılması ile daha görünür olup tartışma konusu haline geldiğini gördük. Daha önceki göç dalgalarından farklı olarak ilk kez bir Arap toplumuna ev sahipliği yapıyorduk. Suriyelilere ilişkin ilk olarak muhalefet tarafından “seçimlerde oy kullanmak için ‘vatandaşlık’ verildi” gibi asılsız iddialar ortaya atılırken, sonraki süreçte Suriyelilerin işledikleri suçlar medya tarafından abartılarak öne çıkarılmaya başlandı. Bununla birlikte, ne Suriyelilere kitlesel vatandaşlık verildi ne de İçişleri Bakanlığının verilerine göre, Suriyeliler arasında suç işleme oranı daha yüksek. Ancak tüm bunlar, özellikle sınır illerinde Suriyelilerin kitlesel saldırılara uğramasına da neden oldu.
Yaşananlar göstermiştir ki, hükümet, Suriyeli mültecilere ilişkin Türkiye kamuoyunu doğru bir şekilde bilgilendiren çalışmalar yürütmeli; muhalefet partileri, medya ve sivil toplum örgütleri de Suriyelilere karşı ırkçı ve İslamofobik söylemi sona erdirmek için katkı sunmalıdır. Yabancı düşmanlığı, genellikle Batılı toplumların karşılaştığı bir sorundu. Ancak Suriyeli mülteciler ile Türkiye de benzer bir sorunu yaşamaya başladı. Cumhuriyet ile beraber homojen bir ulus-devlet yaratmayı hedefleyen Türkiye için Suriyeli mülteciler aynı zamanda bir sınav. Çok kültürlüğünün esas olduğu bir toplumda birlikte yaşamayı öğrenebilirsek, Türkiye’yi daha da zenginleştirmiş olacağız.
[Söyleşi: Zeynep Berre Özçelik]