2011 gündeminin belirlenmesinde 12 Haziran seçimleri ve sonuçları ne kadar rol oynadıysa dış politikada ve bölgemizde yaşanan gelişmeler de bir o kadar rol oynadılar. 2011'de sadece Türkiye'yi değil, tüm dünyayı etkisi altına alan en önemli olay kuşkusuz Arap Baharı olarak anılan isyan dalgasıydı. 17 Aralık 2010'da 26 yaşındaki Muhammed Buazizi isimli seyyar satıcının kendini yakması ile Tunus'ta başlayan isyan, 14 Ocak'ta 23 yıllık Bin Ali iktidarını sona erdirirken Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasını saran bir isyan dalgasının da fitilini ateşledi. Tunus'u, Yemen, Mısır, Libya ve Suriye izledi.
Ortadoğu'yu saran ve birbirini izleyen isyan süreci, hem izlediği etkin dış politika nedeniyle, hem de kendi demokrasi tecrübesini yaratabilmiş, dünya ile entegre olurken bağımsız kalmayı başarabilmiş bir örnek olması niteliği ile Türkiye'yi küresel ve bölgesel anlamda ön plana çıkardı. Kuzey Afrika ve Ortadoğu'nun yeni yaşamaya başladığı değişim sancılarının aslında Türkiye'de son on yıldır yoğun bir şekilde yaşanmakta olduğunu söylemek mümkün. Özellikle 2007 sonrası başlayan yapısal değişimler 12 Eylül 2010 anayasa referandumu ile bir milat noktasına ulaşmıştı. Bu tarihten itibaren 'Yeni Türkiye' tartışmalarını sürdüren Türkiye, bir anda kendini 'Yeni Ortadoğu' tartışmalarının da içinde buldu.
Arap Baharı boyunca her ülkedeki dinamiklerin ortaya koyduğu farklı gelişmeler nedeniyle süreçler farklı ilerlediyse de Türkiye belirlediği temel prensipleri ilk andan itibaren korumaya özen gösterdi. Öncelikle Tunus'tan Suriye'ye kadar her ülkede isyanın başından itibaren halkın demokratik reform taleplerini destekledi. Mevcut iktidarlarla irtibata geçerek reformların yapılması, değişimin önünün açılması ve silahlı bir çatışmaya varmadan dönüşümün yaşanması yönünde telkinlerde bulundu. Muhalif gruplarla da bu süreçte görüşmeye devam ederek siyasi çözüm için diplomatik bütün yolları zorladı. Ancak ilerleme kaydedilmediğini gördükten sonra liderlerin gitmesi yönünde açıklamaları ile iradesini ortaya koydu. Askeri müdahalenin ilk ve tek çözüm olarak sunulmasının karşısında durarak, Libya örneğinde olduğu gibi, müdahalenin kaçınılmaz olduğu durumlarda ise sürece müdahale ederek, operasyonun sınırlarının belirlenmesi yönündeki ısrarı ile halkın kıyımını ve sonrasında doğabilecek bir sömürüyü engelleme yönünde çaba gösterdi. Bütün bu süreç içinde her ülkede halkların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etmelerinin altını çizen Türkiye, ardı ardına yapılan açıklamalar ile demokratik yeni bir düzen için yola çıkan ülke halkının yanında olduğunu söyledi ve bu sayede bölge halkları tarafından da coşkuyla karşılanan ülke olarak ayrıcalıklı konumunu korudu.
Dış politikamızın cumhuriyet tarihi boyunca en hareketli ve en görünür dönemine son on yıldır şahitlik ediyoruz. Irak işgaline ortak olmayarak yarım asır sonra ilk derin kırılmasını yaşayan Türk dış politikası, 2010'da Gazze ve İran üzerinden ikinci derin kırılmasını yaşamıştı. Bölgemizde yaşanan isyan dalgası dış politikamızla beraber Batılılaşma projesini de yeni bir dinamikle karşı karşıya bıraktı. Türkiye'nin bölgedeki isyanlara ve sonrasında kurulması muhtemel yeni düzene katkısı olduğu kadar yaşanan yapısal kırılmalar da Türkiye'nin dönüşümünde etkili olacaklardır. İsyanlar üzerinden bölgenin bütün dinamikleriyle yeniden buluşmak zorunda kalan Türkiye hem kendi yaralarını hem de tarihsel kopuşlarını yeniden tamir etme imkânı ve mecbu