SETA > Yorum |
Yeşil Ekonomik Dönüşüme Doğru

Yeşil Ekonomik Dönüşüme Doğru

Dünya rotasını yeşil ekonomik dönüşüme çevirdi. Türkiye de bu alanda güçlü adımlar atıyor. Yeşil taahhütlerin gerçekleşmesi için AB’nin yıllık 350 milyar Euro'luk kaynak ayırması gerekiyor

Dünya bir hayli geç kalmış olsa da rotasını yeşil ekonomiye çevirdi. Yeşil ekonomik dönüşümün farklı boyutlarıyla ilgili artık neredeyse her hafta yeni gelişmeler yaşanıyor.

Ülkeler, kasım başındaki 26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'na yönelik son hazırlıklarını yapıyorlar. Bizde de çalışmalar sürüyor. Yaz ortasında Yeşil Mutabakat Eylem Planı'nı açıklamıştık. Birkaç hafta önce de TBMM, Paris İklim Anlaşması'nı kabul etti. Yeşil dönüşüm çok boyutlu ve meşakkatli bir süreç. Maliyetleri de olacak, fırsatları da... Tüm dünya ile birlikte biz de bu süreci başarıyla yönetebilirsek, sürdürülebilir kalkınma yolunda hayati bir başarı elde edebiliriz.

Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan hesaplamalara göre, 2050'ye gelindiğinde dünyanın 'Net Sıfır Emisyon' hedefine ulaşılabilmesi için temiz enerji kaynaklarına ve altyapıya yapılan yatırım miktarının yaklaşık dört kat artırılarak 4 trilyon dolara çıkarılması gerekiyor. Bu başarılabilirse, o zaman dünya üzerinde sıcaklık sanayileşme öncesi döneme kıyasla 1.5 derecelik bir artışla sınırlı kalabilir. Yeşil taahhütlerin gerçekleşmediği senaryoda ise, daha yüksek sıcaklık artışlarıyla ve oldukça yıkıcı sonuçlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bol sıfırlı yatırımları tek başına özel sektörden ve bireylerden beklemek gerçekçi değil. Kamu desteğine oldukça ihtiyaç var.

Yüksek bütçe açıkları ve kamu borcuyla yaşayan ülkeler için böylesi bir yükün altına girmek kolay değil. Örneğin İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi ülkeler AB'nin fonlama şemsiyesi altında olmasalar, yeşil dönüşümün üstesinden gelmeleri çok da mümkün olmaz. AB, sera gazı emisyonlarını 2030'a kadar 1990 düzeyine göre yüzde 55 oranında azaltabilmek için yıllık ilave 350 milyar Euro'luk kaynak ayırmalı. Büyük yatırım gereksinimleri varken birçok AB ülkesinin mali göstergeler noktasında sıkıntıda olması endişe verici.

AVRUPA'NIN MALİ İMTİHANI

Maastricht Kriterleri'ndeki mali hedefleri karşılayabilen AB ülkesi neredeyse kalmadı. Salgınla birlikte artan bütçe açıkları çift haneleri gördü. Üç haneli kamu borç oranları da cabası. Tutmayan kriterlere yönelik ciddi bir yaptırım uygulanamıyor. Bir taraftan da iklim değişikliği gibi büyük sorunlarla mücadele için kamu harcamalarına daha fazla ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla, üye ülkelerin yükümlü olacakları mali kuralların revize edilmesine ihtiyaç var. AB Komisyonu buna yönelik istişare sürecini başlattı. Müzakere sürecinde kemer sıkma yanlısı Kuzey ile mali esneklikleri savunan Güney arasında çetin bir diplomatik mücadele yaşanacak. Üye ülkelere maliye politikalarında rehberlik edecek yeni mali çerçevenin 2022'de açıklanması planlanıyor.

BORÇ SARMALI RİSKİ

Küresel çapta enflasyonun yükselişte olduğu bir dönemdeyiz. Gelişmiş ülke merkez bankalarının para politikalarını sıkılaştırmaları bekleniyor. Enflasyon fırtınası karşısında baştan tedbir almak isteyen bazı gelişen ülke merkez bankaları para politikalarını sıkılaştırmaya başladılar bile. Küresel piyasalarda faizler artacak. Yüksek faiz ve düşük küresel likidite ortamına doğru geçiş dış borç oranları yüksek ülkeler için büyük bir sıkıntı. Akıllara hemen 1970'lerdeki enflasyon sonrası gelişmiş ülkelerin faizleri artırması ve bunun sonucunda gelişen ülkelerin 1980'lerde yaşadığı borç krizi geliyor. Geçmişe kıyasla günümüz koşulları farklı olsa da bazı benzerlikler olduğu açık. Son 10 yılda düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borç stoku 5.12 trilyon dolardan 8.69 trilyon dolara yükseldi. Kontrolsüz bir artış. 2022'de küresel faizler iyice artmaya başlayınca, bu ülkelerden bazıları için dış borçlarını çevirmek zorlaşacak. Akıllara hemen borç silme veya yapılandırma geliyor. Bunlar sürdürülebilir çözümler değil. Ticaret ve finans alanlarında küresel yönetişimi daha adil ve kapsayıcı hale getirmek, borç sorunu çözme yolunda daha fazla katkı sağlar. Zira, düşük gelirli ülkelerin borç oranlarını kalıcı biçimde makul seviyelere çekebilmelerinin yolu, istikrarlı biçimde yüksek büyüme rakamlarını yakalamaktan geçiyor.

[Sabah, 24 Ekim 2021].