Başkan Trump’ın Rus Devlet Başkanı Putin’le yaptığı telefon görüşmesiyle ilgili açıklamaları, Ukrayna savaşına ilişkin Amerikan tezini tamamen altüst ediyor. Ukrayna’nın işgalinden bu yana Avrupa ve NATO’nun birlikte hareket ederek Rusya’yı izole etme politikası oluşturan Washington, Trump’ın gelişiyle bu stratejiden vazgeçmekle kalmayıp Putin’in istediklerini daha müzakereye başlamadan vermeye razı bir görüntü çiziyor. Trump seçim kampanyası döneminde kendisi iktidarda olsaydı bu savaşın hiç başlamayacağını iddia ederek göreve gelir gelmez savaşı bitirme sözü vermişti. Bu sözü doğrultusunda bir an önce sonuç almak isteyen Trump’ın NATO üyeliği ve toprak kaybı gibi konularda Ukrayna’ya baskı yapmaya hazır olduğu anlaşılıyor. Trump’ın bir an önce Putin’in istediği şartlar etrafında barış için bastırması, Amerika’nın uluslararası sınırların güç kullanılarak değiştirilemeyeceği ilkesinden vazgeçmesi anlamına geliyor. Bu ilkenin içinin boşaltılması da kalıcı bir barış imkanını azaltıyor.
Bush ve Obama’nın Ukrayna Politikaları
Amerika’nın Ukrayna politikası öteden beri inişli çıkışlı oldu. Washington, bir yandan Rusya’nın rahatsız olması pahasına Avrupa Birliği’nin ve NATO’nun genişlemesini desteklerken bir yandan da Ukrayna’nın entegrasyonuna daha mesafeli yaklaştı. Ukrayna’nın Avrupa’yla Rusya arasında adeta bir çekişme alanı haline gelmesi ve giderek ekonomik olarak Avrupa’ya entegre olması Putin’i rahatsız ediyordu. Bush yönetimi bir yandan Doğu Avrupa’ya balistik füze yerleştireceğini açıklayıp (2007) bir yandan da Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliklerine tam destek verdiğini (2008) söylemişti. Rusya bu adımların ikili ilişkilerde derin kriz yaratacağı ve füze sistemlerine askeri karşılık vermek zorunda kalacağı yönünde açıklamalar yapmıştı.
Obama yönetimi ise Rusya’yla artan tansiyonu dindirmek adına ve ikili ilişkilerde yeni bir başlangıç arayan ‘Reset’ politikası izledi. Bu minvalde nükleer silahların azaltılması için New START anlaşmasını da imzalayan Obama, Ukrayna meselesinde çekingen davrandı. Kitle imha silahlarının ve nükleer silahların azaltılmasına odaklanan Obama, Libya müdahalesiyle kızdırdığı Putin’le Esad rejiminin kimyasal silah kullanması sonrasında askeri müdahale yerine Suriye’nin bu tür silahlardan arındırılması anlaşmasını tercih etti. Obama Rusya’nın İran’a karşı yaptırımlarla ilgili desteğini alabilmek ve Asya-Pasifik politikasına odaklanmak adına bu iki ülkeyle tansiyon yükseltmekten kaçındı. Rusya’nın Kırım’ı ilhakına sert bir cevap vermektense etkisiz yaptırımlarla geçiştirmeyi tercih eden Obama, Amerika’nın uluslararası sınırların güç kullanarak değiştirilmesinin pek de imkânsız olmadığı mesajını vermişti.
Biden’dan Trump’a Ukrayna’ya Yardım Meselesi
2014’te Kırım’ı ilhak eden Rusya, Ukrayna’nın Avrupa’yla entegre hale gelmesine izin vermeyeceğinin sinyallerini vermeye devam etti ancak 2022’de yaşanan eski usul işgal girişimi uluslararası sistemi sarsan bir etki yarattı. Putin’in Biden’ın Batı ittifakını yeniden güçlendirme çabalarına cevap vermek istediği ve Amerika’nın Afganistan’dan çıkışını fırsat bildiği şeklindeki analizlerde gerçeklik payı var elbette ancak Rusya’nın öteden beri Ukrayna’yı Batı’ya yar etmek istemediği biliniyordu. Ukrayna’nın işgal girişimine karşı direnmesi ve Biden yönetiminin kısa sürede Avrupa’yı bir araya getirerek Rusya’yı izole etme çabası sonuç verdi ve Rusya istediğini alamadı. Buna karşın son üç senede büyük maliyetler pahasına Rusya’nın çok yavaş da olsa ilerlemeye devam etmesi, Ukrayna’nın Amerikan desteği olmadan direnmesinin mümkün olmadığını gösterdi.
Biden bu desteğin devamında ısrarcı olsa da Trumpçı Cumhuriyetçilerin muhalefeti Amerika’nın gereksiz ve sonunda zaten Rusya’nın kazanacağı belli olan bir savaşın tarafı haline geldiği tezini işledi. Amerika’nın kendi sınırlarını koruyamazken Ukrayna’nın sınırlarını korumasını ve yüksek enflasyondan mustaripken milyarlarca dolar dış yardım yapmasını mahkûm eden Trump, Amerikan seçmenini ikna etmeyi başardı. Elbette Amerika’nın Ukrayna’ya yardımlarının büyük kısmının Amerikan şirketlerine gittiği gerçeği seçmenin gözünden kaçan bir ‘detaydı’ adeta ama sonuç itibariyle Biden yönetiminin Ukrayna savaşını sona erdirmek için bir stratejisinin olmaması Trump’ın tezini güçlendirdi.
Barış Gelir mi?
Trump’ın Putin’le telefon görüşmesiyle ilgili açıklamaları ve Savunma Bakanı Hegseth’in Ukrayna Savunma Kontak Grubu görüşmesi öncesindeki sözleri, Trump yönetiminin Rusya’nın tezlerinin çoğunluğunu daha müzakere süreci başlamadan kabul ettiğini gösteriyor. Hegseth’in Ukrayna’nın 2014 öncesi sınırlarına dönmesi ve NATO üyeliğinin gerçekçi olmadığı şeklindeki ifadeleri, müzakere sürecinde Ukrayna’nın elini şimdiden zayıflatmış durumda. Trump yönetiminin bir an önce barış ilan ederek zafer ilan etmek istemesi, ‘görünen köy kılavuz istemez’ tavrıyla sahadaki durumun kabulü üzerinden bir anlaşma zemini arayışında olduğunu gösteriyor. Ancak tarafların kalıcı bir anlaşma sağlamaları zor zira Putin’in toparlanma süreci için zaman kazanmak istediği ve ilerde Ukrayna’yı ele geçirmek için tekrar harekete geçebileceği biliniyor.
Kalıcı barış sağlanabilir mi sorusu meselenin tarihine bakıldığında pek ümit vermiyor ancak kısa vadede ateşkes ve sınırlı toprak takası gibi adımlar atılabilir. NATO üyeliğinden tamamen vazgeçmesi ise Ukrayna açısından Amerika’nın garantör rolü üstlenip üslenmeyeceğine bağlı olarak şekillenecektir. Bu ve benzeri stratejik meselelerin orta ve uzun vadeye yayılarak kısa vadede kısmi anlaşmalarla ilerlenmesi ise kuvvetle muhtemel. Bu hem Trump’ın istediği ‘savaşı bitirdim’ ilanını sağlayacaktır hem de Rusya’ya yaptırımların kaldırılmasıyla toparlanması için zaman verecektir. Ukrayna hem toprak kaybı yaşar hem de Batı’ya entegre olmayacağına söz verirse kaybeden konumunda olacaktır ve bu durumda Zelenski’nin siyasi kariyeri de tehlikeye girebilir. Ukrayna’nın Amerika’nın desteği olmadan direnmesi çok zor olacağı için Trump yönetiminin istediklerini büyük oranda yapmak zorunda kalacaktır ancak her halükârda varılacak anlaşmanın uzun vadede kalıcı bir barış sağlaması zor görünüyor.
[Yeni Şafak, 15 Şubat 2025]