SETA > Yorum |
Türkiye Finans Vesayetini Kırabilecek mi

Türkiye Finans Vesayetini Kırabilecek mi?

Türkiye ekonomisinin yıllarca yumuşak karnı olan finansal sistemin kırılganlıkları kullanılarak yapılan ve yapılması muhtemel girişimlere karşı verilecek en iyi cevap, yine aynı alanda, yani finansal sistemin güçlendirilmesinden gelir.

Siyaseti ve ekonomiyi dizayn etmeye çalışan vesayet odaklarıyla devam eden mücadele, son yıllarda daha da şiddetlendi. Türkiye'de ekonomik ve sosyal refahın önündeki en büyük engel olan ve Türkiye'nin ilerleyişine de ayak bağı olan bu vesayetler, kimi zaman içerden kimi zaman da dışardan besleniyorlardı.

İç vesayet olarak kurumlarda ve bürokraside yıllarca var olan bu yapılar, dış vesayet çevreleri olarak da uluslararası finans kuruluşları, kredi derecelendirme kuruluşları ve diğer uluslararası kuruluşlar olarak öne çıkıyorlar.

Geçmiş yıllarda vesayet odakları, Türkiye ekonomisinin birçok alanına nüfuz etmeye çalıştı. Özellikle, ülke ekonomisinin yumuşak karnı olan finans sisteminde sürekli bir olumsuz algı oluşturdular ve çoğu zaman da başarılı oldular.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vesayet odaklarıyla mücadelesi, başta ekonomi olmak üzere birçok alanda sonuç verdi. 2002 sonrası dönemde faizler hızla düştü, faiz ödemelerinin GSYH içindeki payı azaldı, ülke risk primi düştü ve dolayısıyla makro ekonomik göstergelerde ciddi iyileşme ve ilerleme sağlandı.

Ama, ekonomide bu kazanımlar vesayetçi çevreleri rahatsız etti. Çünkü, ekonomiye yaptıkları algı operasyonları başarısız olurken, planladıkları birçok kaos girişimi de sonuçsuz kaldı.

VESAYETİN KIRILMASI İÇİN, İSLAMİ FİNANS ÖNEMLİ BİR FIRSAT
Türkiye ekonomisinin yıllarca yumuşak karnı olan finansal sistemin kırılganlıkları kullanılarak yapılan ve yapılması muhtemel girişimlere karşı verilecek en iyi cevap, yine aynı alanda, yani finansal sistemin güçlendirilmesinden gelir.

Bu yüzden, Türkiye'nin üzerinde durması ve hızlandırması gereken en önemli konularından birisidir finans sistemi. Hem ekonomik olarak, yani güçlü bir finansal sistemle ekonomik büyüme-yatırım-istihdam zinciri etkin bir şekilde işleyecek, hem de siyasi mekanizmaya yön vermek isteyen vesayet odaklarının elinden oyuncakları alınmış olacak.

Güçlü bir finans sistemine sahip olmak yalnızca Türkiye için geçerli bir durum değil, gelişmekte olan ülkeler için de bir zorunluluk. Çünkü, dünya ekonomisinde söz sahibi olma, ağırlığını artırma ve tabi ki etki alanını genişletmenin ana unsurlarından birisi, finansal sistem.

Dünyanın önde gelen finans merkezlerinin gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerde olması, tesadüf değil. Dünya'daki finans sisteminin ve dolayısıyla finans merkezlerinin değişimi ya da çeşitlenmesinin zamanı çoktan geldi. 2008 küresel ekonomik krizin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmesine rağmen, halen daha gelişmekte olan ekonomilerin finans merkezi olarak adres gösterilmemeleri, bu konudaki ihmalkârlığı ortaya koyuyor.

Tabi bir de, İslam ülkelerinin sermayelerinin gittiği yönün Batı ülkeleri olması, bu konuda ihmalkâr davranışın yanı sıra değişmez bir kabulün de olduğunu gösteriyor. İslam ülkelerindeki sermaye sahiplerinin, sermayelerini kullanabilmek, üretim ve gelire dönüştürmek için gittikleri rotaların başında Londra ve New York var. İslam ülkelerindeki bu zengin sermayenin Türkiye gibi farklı adreslere yönünü çevirmek gerekiyor.

İSTANBUL FİNANS MERKEZİ
Aslında, Türkiye bunun için ciddi bir adım attı. İstanbul Finans Merkezi süreci tamamlandığında, diğer finans merkezlerinden ayrışacağı başlıca konu, İslami finansın cazibe merkezi olma iddiasıdır. Türkiye, İslami finans için ciddi avantajları da olan bir ülke.

Bir defa, İslam iktisadının gerektirdiklerine dikkat edilerek finansal araç çeşitlemesi yapılması, İstanbul Finans Merkezi'ni diğer merkezlerin bir adım önüne geçirecektir. Bu konuda hassasiyeti olan, ancak Batı finans merkezlerinden başka bir alternatifi olmayan İslami sermaye sahipleri için Türkiye güçlü bir tercih sunacak.

Yalnız burada, özellikle İslami Finans alanındaki potansiyeli harekete geçirmek için oluşturulacak teşvik edici düzenlemeler önem taşıyor.

Diğer taraftan, İslam ülkeleri aleyhine başlayan İslamofobia, mevcut durumda Müslümanları dışlayan ve öteleyen bir siyasi ve sosyal yapının, ekonomiye yansımasıyla birlikte Türkiye'ye gelecek İslami finansın akışını hızlandıracaktır.

Bu noktada, 11 Eylül saldırısında hayatlarını kaybeden ABD vatandaşlarının Suudi Arabistan'a dava açmasını sağlayan yasa tasarısının ABD tarafından kabul edilmesi, İslami sermayenin en güçlü aktörü olan Suudi Arabistan için Türkiye seçeneğinin önemini artırmaktadır.

Bunun yanı sıra, İngiltere'nin Brexit süreci var. Bu süreç tamamlandığında, dünyanın en önemli finans merkezi olan Londra'nın prestij kaybetmesi çok yüksek bir olasılık.

Kısa ve orta vadede Londra'nın yerini İstanbul Finans Merkezi'nin alması tabii ki zor, ancak eğer finansal sistem güçlü oluşturulabilir, konjonktürel şartlar iyi değerlendirilir ve uzun vadede bir planlama yapılırsa, imkânsız da değil.

[Yeni Şafak, 27 Ekim 2016].