Suud rejimi Kaşıkçı krizini en az hasarla atlatmaya çalışıyor. Krizin başından beri yalpalayan Kraliyet yönetimi uluslararası kamuoyuna yönelik pozitif mesajlar vermeye başladı. Halbuki birkaç gün önce soruşturmaya kimseyi karıştırmayacaklarını açıklamışlardı.
Bu çizgiye gelmelerinde Türkiye'nin payı büyük.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parti grup toplantısında meseleyi açık seçik bir şekilde anlatması ve bu konuşmanın Arapça ve İngilizceye çevrilmesi Suud yönetimini de etkiledi. Bu konuşmasında Erdoğan'ın hem İslam hukukuna hem de uluslararası diplomatik teamüllere göndermede bulunarak Kral Selman'a yaptığı çağrı oldukça önemliydi. Ayrıca Kral Selman'a hitap ederken saygıyı ve diplomatik nezaketi elden bırakmadan kullandığı dil muhatabı üzerinde etkili oldu. Böylece krizin farklı boyutlara çekilmesinin önüne geçerek krize odaklanılmasını sağladı.
Henüz birkaç ay önce Türkiye ile ilgili oldukça olumsuz sözler sarf eden veliaht Muhammed Bin Selman aksine bir tavır takınmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı telefonla araması ve Kral Selman ile kendisinin Suudi Arabistan'ı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'yi yönettiği sürece iki ülkenin arasına kimsenin giremeyeceğine yönelik sözleri bu tavır değişikliğinin somut bir göstergesi.
Bu aşamada gündeme gelen soru şu: Suudi Arabistan yönetimi ve Muhammed Bin Selman'ın bu tavrı kriz yönetimi anlamında taktiksel bir düzeyde mi değerlendirilmeli yoksa özellikle dış politikada takındıkları anlamsız ve irrasyonel tavrı değiştirebileceklerinin bir işareti mi ?
Bu soruya kestirmeden cevap vermek zor.
Fakat Suud yönetimi bu krizi özellikle son yıllarda içine girdiği girdaptan kurtulmak için bir fırsata çevirebilir. Bu açıdan bakıldığında iç siyaseti ve dış politikasında uygulamaya koyacağı bazı reformlar hem Suud yönetimini hem de bölgedeki gerilimleri rahatlatacak bir etki yaratabilir.
Her şeyden önce Kaşıkçı'nın katledilmesinin hesabını vermekle işe başlayabilir. Ayrıca önümüzdeki dönemde iç ve dış politikada belli başlı konuları gözden geçirmesi bu anlamda önemli göstergeler olacaktır. İçerde meşruiyeti sarsılan Muhammed Bin Selman'ın veliaht statüsünü kaybetmesi uzak bir ihtimal. Ancak hem aile üyelerine hem de Vahhabi ideolojisinin dışında kalan daha mutedil gruplara yönelik tavrını değiştirebilir. Dış politikada ise Türkiye karşıtı tavırları başta olmak üzere Suriye, Katar ve Yemen konusunda atacağı adımlar, ABD ve İsrail'le ilişkilerini gözden geçirmesi daha önce işaret ettiğim girdaptan çıkması için fena bir başlangıç olmayacaktır.
Ancak uluslararası kamuoyunu yatıştırma ve krizin sönümlenmesine dönük bir strateji izlerse Suud yönetiminin daha büyük problemlerle karşılaşması kaçınılmaz olacaktır. Suudi yönetiminin bu krizi bu anlamda bir fırsata çevirip çevirmeyeceğini göreceğiz. Önemli bir viraja girdiği ve artık bir tercih noktasına geldiği ise oldukça açık.
Boğucu, kırılgan ve ABD lobileri ile uluslararası medyanın büyük bütçeler karşılığında makyajladığı ve en küçük bir krizde makyajı dökülen bir yönetim sergilemeye devam mı edecek yoksa daha mutedil bir çizgiye gelmek için çaba sarf edecek mi? Dış politikası için de benzer bir tercihle karşı karşıya. Filistin ve Suriye meseleri başta olmak üzere İsrail ve ABD'nin yürüttüğü stratejiye payanda mı olacak yoksa kendi çıkarlarını bölgenin selameti ile bütünleştirecek bir arayışa mı girecek?
[Fikriyat, 25 Ekim 2018].