Bugün adına Kürt açılımı dediğimiz noktaya, soruna dair en başta bir niyetin ve uzun hazırlık sürecinin sonunda varılmış olduğu belli. Alınan bu yolu heba etmemeye azami gayret sarfedilmeli ama zaten su yatağına doğru akmaya başladı. Bundan geri dönmek Türkiye’nin devlet olma iddiasından vazgeçmesi anlamına gelir.
Irak işgali, Kürt meselesine ilişkin bugüne kadar yapılan bütün tarifleri ve tasvirleri büyük ölçüde anlamsız hale getirmiştir. Kürt meselesi artık yalnızca bir kimlik, etnisite, geri kalmışlık, modernleşme, bölünme, devlet karşıtlığı, terör, milliyetçilik veya totaliteryanizm sorunu değildir. Bu dinamiklerin hiçbirisinin, Kürt meselesinin geldiği son hali tek başına ihata etmesi mümkün değildir. Kürt meselesi uluslararası bir sorun haline gelmiştir. Bu haliyle “Kürt meselesi” kod adlı birçok farklı “tehdit veya imkân”dan bahsedilebilir. Türkiye, gelinen son nokta itibarıyla, iki yoldan birisini tercih aşamasındadır. Ya Kürt meselesi kod adlı sorunların (PKK, DTP, K. Irak, Kürtler, ABD ve AB vs.) altında ezileceğiz ya da büyüyeceğiz. Kürt meselesi, bugün bölünmeden çok büyümenin, küçülmeden çok genişlemenin, parçalanmadan çok bütünleşmenin, rol oynamaktan çok bölgesel güç olabilmenin yegâne anahtarı konumundadır.
Kampların sığlığı
İşte bu yeni dönemde Türkiye’nin gelecek tasavvurunda, Kürt meselesinin uluslararası bir sorun olduğunu fark edenler ile liberal veya Soğuk Savaş kalıntısı söylemler üretenler arasındaki tartışmalar tayin edici olacaktır. Bu meyanda “yeni dönem”den hayalci bir hazla bahseden liberal söylemlerin veya manik bir korku dili ile konuşan Soğuk Savaş artığı söylemlerin en fazla dillendirdikleri ve en kolay ıskaladıkları meselenin de Kürt meselesi olacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Mezkur iki kamp, en fazla, Kürt meselesinin kod adlarıyla uğraşabilirler. AK Parti iktidarı bu iki kampın sığlığından kendisini uzak tutabildiği sürece normalleşmeye katkı sağlayabilecektir.Bu ise AK Parti’nin öncelikle meseleyi algılama biçimine bir karar vermesi, ardından da kuru gürültüye aldırmadan memleketin iç konsolidasyonu için adımlar atmasıyla mümkün olacaktır. İkinci iktidar döneminde AK Parti, gündemindeki konuları belli bir proje dâhilinde ele aldığı, kuru sıkı facialarla fare doğuran dağ pozisyonuna düşmekten uzak durabildiği sürece başarılı olacaktır.
Tam da bu noktada kervanın yolda düzülmeyeceği; aksine bu denli dikkat çeken bir kervanın yola çıkmadan önce bütün eksiklerini tamamlamış, muhtemel tehlikeleri ve alternatif yolları hesaplamış olması gerekmektedir.
Çözüyor gibi yapılamaz
Sadece yakın geçmişi hesaba kattığımızda çeyrek yüzyıla ulaşan Kürt sorunu artık bütün tarafları çözüme icbar etmektedir. Türkiye, Kürt meselesini çözemeyecek kadar küçük bir ülke değil; PKK da bu meselede nihai sözü söyleyecek kadar büyük bir güç değil. Dolayısıyla PKK terörünün bitirilmesi ve Kürt meselesinin çözülmesinin bütün sorumluluğu Türkiye Cumhuriyeti devletinin omuzlarındadır. Gelinen nokta itibarıyla, Türkiye’nin bu sorunu “çözüyormuş gibi” yaparak yeni onyıllar geçirmesi kabul edilemez. Mart ayında başlayıp Temmuz ayında yoğunlaşan tartışmaların ardından İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın genel yaklaşım ve prensipler açısından benzer bir tutum sergilemesi oldukça olumlu olmuştur.Sürecin selameti
Atalay’ın açıklamasıyla belli bir yola girdiği gözüken açılımın, muhtemel maliyetleri minimize ederek, süreci selamete kavuşturması için aşağıdaki noktaları göz önünde bulundurmasında yarar vardır.Bu sürecin en önemli teminatı, uluslararası dinamiklerin çözümden yana olması, iç siyasetteki siyasal ve kurumsal aktörlerin çözüme yönelik mutabakatıdır. Bu bileşenlerin geçerliliğini sürdürmesi, açılımın sürekliliğini sağlayacağı oranda, soruna taraf olan çevrelerin güvenini de kazanacaktır. Bu nedenle, ulusal mutabakatı ve kurumlar arası işbirliğini gözeten bu açılımın, her safhasında bu özelliğin korunmasına azami gayreti göstermesi gerekmektedir.
Açılımın iletişim dilinin kurgulanması ve tarafların sürece katılmasının planlanması bu kaygı göz önünde bulundurularak dizayn edilmelidir.
Kürt meselesinin sürmesinin veya çözüm yoluna girmesinin beslediği risk ve rantların büyüklüğü, görev dağılımını ve paylaşımını zorunlu kılmaktadır.
Çatışma çözümlerinin stratejisi ve ekonomi politiği her zaman tahmin edilenden daha zor ve karmaşık olmuştur. Dünyada bize yakın olarak değerlendirilen bazı örneklerin oluşturduğu maliyetleri incelemek bile Türkiye’nin gebe olduğu zorlu sürecin ciddiyetine varması için yeterlidir. Kırmızı çizgiler siyasetinden basamaklar siyasetine geçiş sürecini yaşayan Türkiye, yeni döneme intibak hızına göre maliyetleri kontrol edebilir. Basamaklar siyasetinde iki önemli unsur bulunmaktadır:
1) Alternatiflerin çeşitlendirilmesidir. Bu çerçevede, yeni açılım alternatiflerinin hazırlanmadığı bir planın hayata geçirilmesinden imtina edilmelidir.
2) Provokasyonların her zaman olabileceği baştan kabul edilmeli ve sabır payı ihtiyatlı bir şekilde bırakılmalıdır. Unutulmamalıdır ki her çözüm ve tasfiye belli miktarda siyasal boşluk oluşturacaktır. Bu boşlukları doldurmaya çalışacak birçok kesim ve illegal yapı zuhur edebilir.
İmza: Türkiye Cumhuriyeti
Çalışmaların hayati noktalarından birisi de kurgulanacak ve kullanılacak siyasal iletişim dilinin nasıl olacağı meselesidir. Başarılı bir siyasal iletişimin temeli birbirini nesh eden yaklaşımların hükümet, başbakan veya devlet kurumları adına sergilenmemesinden geçmektedir. Kürt açılımı olarak isimlendirilen çabaların, sorunun ve çözüm sürecinin kırılganlığına azami dikkati gösterecek şekilde, bireylerden/hükümetten bağımsız bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin imzasını taşıması gerekmektedir. Öyle ki Kürt meselesinde gündemi tayin edenlerin, tek başına ikinci kez iktidar olmuş bir hükümeti bile güven adresi olarak görmeleri pek mümkün görünmemektedir.Son 25 yıldır medya, Kürt meselesinde kendine özgü oldukça sorunlu bir dil inşa etmiş durumdadır. Halkın tüketimine yıllardır sunulan bu sorunlu dil yine halkın sağduyusu sayesinde Kürt meselesinin toplumsal çatışma düzeyine gelmesini engellemiştir. Dolayısıyla bugün nispeten olumlu bir tutum takınan medyanın meselenin önemine binaen daha ciddi bir şekilde sorumlu davranmaya davet edilmesi elzemdir. Gazete manşetlerinden dizilere, tartışma programlarından köşe yazılarına kadar azami dikkatin sergilenmesi gerekmektedir. Bu ise temenni ile hayata geçebilecek bir durum değildir. Milli güvenlik konsepti içerisinde tavsiyelerin yapılması elzemdir.
MHP’nin dili çok önemli
Benzer bir hassasiyeti muhalefet partilerinin liderleri, kurumların başkanları da sergilemeleri pozitif bir havanın oluşmasına katkıda bulunacaktır. Aksi bir durumda, başarısız olmuş bir açılım paketi siyasal gerginliklerin yanında toplumsal gerginliklere de gebe olacaktır. Bu ise Türkiye’de hiçbir kurum veya kesimin kaldıramayacağı bir maliyet demektir.Bu çerçevede, özellikle MHP’yi göz ardı ederek atılacak her adım, Türkiye’de iç konsolidasyonun sağlanmasını geciktiren bir yaklaşım olacaktır. MHP’nin üstüne düşen ve son 5-6 yıldır oldukça başarılı ve sabırlı bir şekilde oynadığı rolünün yeni süreçte tahkim edici bir etkisi olacaktır. Bahçeli’nin bakan Atalay’ın açıklamalarına verdiği sert tepkiyi de süreci baltalama girişimi olarak değil; aksine çalışmalarda hak ettiği rolü kervan yola çıkmadan talep etmesi olarak okumak yerinde olacaktır. Ancak, bir taraftan da, MHP’nin kullandığı bu sert dilin kontrolü elinden kaçıran bir sonuca yol açabileceğine dikkat etmesinde yarar vardır.
MHP tabanının Kürt meselesine yönelik açılımlarda dikkate alınması gereken bir taban olduğuna şüphe yok. Bahçeli’nin bir dereceye kadar, bu tabanının hassasiyetlerini dillendirmek adına eleştirel bir tavır takınması da anlaşılabilir bir siyasettir. Ancak, tabanı teskin/tatmin ve tahrik arasında önemli ancak ince bir çizgi vardır. Kürt meselesine dair hassasiyetler taşıyan çevrelerin, bilhassa da MHP tabanının her zamandan daha fazla sürece olumlu katkıda bulunması gereken bir dönemde, MHP liderinin süregelen katkı sağlayıcı üsluptan uzaklaşarak tonu sertleştirmesi, süreci akamete uğratacak bir risk barındırmaktadır. MHP liderinin, sürece katılmamaya itiraz etmesi elbette yerindedir.
Milliyetçilik testi gereksiz
Buradaki en büyük sorumluluk da iktidar partisindedir. Ancak, sürece katılmamanın karşılığı süreci sabote etmek olmamalıdır. En azından süreci sabote edebileceği mesajını iletmek olmalıdır. Bahçeli’nin hafta sonu yaptığı kongre konuşması böyle bir tona sahipti. Ancak, İçişleri Bakanının basın açıklamasının ardından yaptığı yazılı açıklama, iktidar partisiyle iletişim kurma kaygısının ötesine geçerek süreci baştan sona sabote etme iradesinin bir ifadesi olarak okunmaya müsaittir.“Kılavuzu Öcalan, taşeronu
Erdoğan olan PKK patentli bu bölünme projesinin Türkiye’nin hayrına olmadığı açıktır. (...) Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu ayrıştırma ve parçalanma sürecine katkıda bulunma çağrılarının muhatabı olması ve ihanet senaryolarında rol alması hiçbir şart altında düşünülemeyecektir” sözlerindeki tonu, Bahçeli’nin bir daha değerlendirmesinde yarar vardır.Mevcut Kürt açılımını, milliyetçilik testiyle mahkûm etmenin Türkiye’ye yararı olmayacaktır. Bu nedenle, gerek iktidar partisinin MHP’siz bir açılımın muhtemel faturasını doğru değerlendirip MHP’yi sürece katmasına, gerekse de MHP’nin sürecin akamete uğramasının Türkiye’ye muhtemel faturasını doğru değerlendirip sürece katkıda bulunmasına azami ihtiyaç vardır.
DTP siyasi aktör olur mu?
Bu süreçte, katkısı olabilecek bir diğer önemli aktör de hiç kuşkusuz DTP’dir. Kürt meselesinden mağdur olan ciddi bir tabana sahip olan DTP’nin açılıma yönelik ilk açıklamaları, sürece katkıda bulunmaya yönelik gözükmektedir. Burada, DTP ile ilgili en önemli nokta, siyasi bir aktör olmaya niyeti olup olmadığına ilişkindir. Bu kısmen sürecin yürütücülüğünü yapan iktidar partisinin tavrına bağlı olduğu kadar, DTP’nin kendi duruşuna da bağlıdır. Öcalan ve PKK ile ilgili kamuoyunda mevcut hassasiyetleri gözeterek, adres göstermek yerine, bu süreçte proaktif bir rol üstlenerek sorumluluk almalıdır. DTP, bu türden soğukkanlı, aklı selim değerlendirmeleri birer tehdit olarak görmek yerine, Türkiye’de yaşanan acıların ve akan kanın oluşturduğu travmayı anlamaya çalışmayı denemelidir.Ortadoğu’da ABD’nin neo-con dönemde tesis etmeye çalıştığı hegemonyadan yeni güçler dengesine geçilen bir dönemdeyiz. Türkiye’nin Nabucco anlaşmasını hayata geçirdiği, Irak’tan Lübnan’a, Filistin’den Afganistan’a istikrarın tesisinde rol oynadığı bir dönemde silahlı bir örgüt olarak PKK’nın varlığını sürdürmesi mümkün değildir. PKK ve DTP bu değişimi zamanında idrak ederek, PKK’nın tasfiyesinin daha fazla kan ve göz yaşına yol açmasını engelleyebilirler.
Provakasyon tehlikesi
Görünen şu ki, PKK bu sürecin oldukça net bir şekilde farkına varmış iken, DTP hala siyasi bir patinaj içerisindedir. Bu çerçevede, 15 Ağustos’ta sürece ilişkin bir yol haritası açıklayacağını duyurmasıyla Öcalan da kamuoyunun ne diyeceğine dikkat kesildiği bir aktöre dönüşmüş durumdadır. Bu sürece önemli bir katkıda bulunacaksa, Öcalan’ın PKK’nın silahsızlanması dışında Kürt Meselesiyle ilgili sarf edeceği her sözün, çözümü hem zorlaştıracağı hem de geciktireceği hesaba katılmalıdır. Öcalan’ın hem kendi geleceği hem de Kürt sorununun geleceği açısından alacağı en kötü karar kendinden menkul bir aktör veya muhatap olma iddiasıdır. Bu aşamada böylesi bir talep, bütün iyi niyet girişimlerini ve çalışmalarını provoke etme potansiyeli taşımaktadır. Aynı şekilde DTP’nin de benzer bir yola Öcalan’dan daha hararetli bir şekilde tevessül etmesi de bütün süreci kilitleyebilir.Açık Görüş - 2 Ağustos 2009 Pazar.