Türkiye’nin mevcut siyasal sisteminin değişmesine yönelik ihtiyaç, AK Parti’de genel başkan değişiminin yaşanması sürecinin ardından geniş toplum kesimleri tarafından daha iyi anlaşılmıştır. Çünkü "ne oldu da Davutoğlu dönemi sona erdi" sorusu üzerinden yapılan değerlendirmeler, sistemdeki çift başlılık krizinin boyutlarını daha da aşikar hale getirmiştir. Bu anlamda sistemin yapısal olarak kriz üretmeye yatkın olduğu net olarak görülmüştür. Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki siyasi yönelimlerdeki ve iş tutma tarzlarındaki farklılaşma ile uyumun muğlaklığı ve koordinasyon sorunları krizli bir yapı üretmiştir. Bu kriz noktalarının kaynağı aynı zamanda sistemsel sorunlardır. Bunlardan birkaç tanesini sıralamak konunun anlaşılması bakımından önemlidir.
İlk olarak, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki uyumun muğlaklaşmasıyla baş gösteren bürokrasi içerisindeki konumlanma arayışı örnek verilebilir. Bu konumlanma çabası devlet çarkının işleyişine negatif etki etmiş, koalisyon dönemlerinin alışkanlıklarına benzer bir şekilde, bürokrasi içerisinde sorumluluk almaktan kaçınan ve işleri zamana yaymaya eğilimli yöneticiler ortaya çıkmıştı.
İkinci olarak, çift başlılık görüntüsünün ekonomi çevrelerine etki etmeye başlamasından söz edilebilir. İş adamları, yatırımcılar ve finans çevrelerinde Cumhurbaşkanı ve Başbakanın ekonomiye yönelik bakış açılarında, medyadaki tartışmaların da etkisiyle, farklılık olduğuna yönelik bir algı oluşmuştu. Bu da ekonomi ve yatırım alanında bir yavaşlamaya ve üretim-finans dengesi gibi bazı önemli konularda belirsizliğin oluşmasına yol açmıştı.
Krizin net olarak hissedilmeye başladığı diğer önemli bir konu dış politika ve uluslararası ilişkilerle ilgiliydi. Dış politika alanında özellikle uluslararası çevrelerin muhataplık konusunda ve bazı önemli meselelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik açıklamaları bu durumun en net göstergelerindendi.
Çift başlılık görüntüsünün belki de en önemli etki edeceği alanlardan birisi AK Parti’ydi. Partinin iç işleyişindeki dengelerin partinin lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve genel başkanına göre konumlanması üzerinden yeni bir mücadelenin başlaması, partinin kurumsallığına zarar verme potansiyelini körükleyecekti. Dolayısıyla da AK Parti içerisinde bir ayrışmanın yaşanması genel siyasetin dinamiklerini de etkileme potansiyelini barındırmaktaydı. Dolayısıyla Türkiye’deki yapısal sistem krizi ve AK Parti’deki görev değişimi bu açılardan bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.
Türkiye’deki sistem değişimini geniş toplum kesimleri daha iyi anlamaya başlasa da, muhalefet partileri ileAK Parti ve Erdoğan karşıtı elitler ise meselenin önemini ve gerekliliğini perdelemeye devam etmektedir. Özellikle başkanlık sistemi karşıtı akademisyenler ve gazeteciler, siyasal sistemdeki değişim ihtiyacı ve zorunluluğunu konunun özüne girmeden ve mecrasından saptırarak tartışmayı sürdürmektedir. Basit bir örnek vermek gerekirse hala başkanlık sisteminin ABD dışındaki dünyadaki uygulamalarının otoriterlik ürettiği tezi tekrarlanmaktadır.
Bu akademisyenlerin "çok sevdiği" dünyadaki ülkelerinin demokratikleşme indekslerini sıralayan kuruluşların raporlarına bakıldığında, bu akademisyenlerin tezini çürüttüğü görülmektedir. Bu kuruluşların 2005 sonrası raporlarına bakıldığında demokrasi kriterlerine uygunluk teşkil eden 81 ülkenin 29’unda yarı başkanlık, 28’inde başkanlık ve 24’ünde saf parlamenterizm bulunmaktadır. Bu durum da demokrasilerin yüzde 65.4’ünde "seçilmiş devlet başkanları"nın yer aldığı anlamına gelmektedir.
Başkanlık sistemine karşı çıkan çevreler dünyada bu tartışmaların sadece bizim ülkemizde yaşandığına yönelik de bir tutum takınmaktadırlar. Dünyada siyasal sistemlerden kaynaklanan istikrarsızlıkları aşmak için yapılan siyasal sistem değişimi tartışmaları sadece Türkiye’de yapılmamaktadır. Özellikle son 10 yıllık süreçte Avrupa ülkelerinin bir çoğunda parlamenter sistem içinde yaşanan siyasal istikrarsızlıklar ve yönetim krizleri tartışılmaktadır. Bu anlamda Avrupa’da yönetim krizlerini aşmak için birçok ülkede siyasal sistem içerisinde çok önemli değişiklikler yapılmış, bazı ülkelerde ise bu yönde tartışmalar devam etmektedir. Son dönemde Avrupa ülkelerindeki değişikliklerin mahiyetine bakıldığında bu ülkelerin birçoğunda "siyasetin başkanlıklaştığı" (presidentialization of politics) tespiti yapılmakta ve bunun üzerinden geniş bir literatür oluşmaktadır. Siyasetin başkanlıklaşması, demokratik siyasal sistemlerin, yönetim şeklinde net bir anayasal değişiklik yapılmadan pratikte yönetim süreçlerinin başkanlık sistemine gittikçe daha yakınlaşmasıdır. Örneğin Tony Blair İngiltere’si, Gerard Schröder Almanya’sı ya da Silvio Berlusconi İtalya’sında bu ülkelerde gittikçe siyasetin başkanlıklaştığı çeşitli kriterler üzerinden tespit edilmektedir. Siyasetin başkanlıklaşmasının ilk göstergesi, siyasi partiler arasında ve kendi partisi içerisinde belirli bir liderin öne çıkması ve söz konusu ülkede liderlik odaklı seçim sürecinin ağır basmasıdır. İkinci olarak, seçilmiş liderin yürütmede yetki kaynakları ve özerk alanları genişlemektedir.
Siyasetin başkanlıklaşmasının sonuçlarına bakıldığında söz konusu siyasal sistemde birtakım değişimlerin yaşandığı net olarak ortaya çıkar. Söz konusu ülkenin dış politikası lider üzerinden şekillenir. Devletin işleyiş yöntemleri çeşitlenir. Mevcut kurumların yanına daha efektif ve işleri hızlandıran birimler oluşturulur. Karar alma süreçlerini hızlandırmak için toplu alınan kararlardan daha çok, bakanlarla birebir görüşmeler artar. Kitle iletişim araçları, siyaseti lider üzerinden tartışır. Siyaset alanı, ideolojik konumlanmalardan daha çok liderin kişisel özelliklerine atıfla şekillenir. Yürütme üzerinde liderlik gücü daha önem kazanır. Böylece lider özel bir iletişim stratejisi yürüterek politika geliştirmede yeni kontrol ve koordinasyon mekanizmaları geliştirir.
İKİ ÖRNEK: İNGİLTERE VE İTALYA
Bazı ülkelerde "siyasetin başkanlıklaşma" dönemlerinde, siyasal istikrarın arttığı, ekonomik gelişmelerin canlandığı ve iktidar süresinin uzadığına yönelik bulguların ardından, Avrupa’da bazı ülkeler önemli yasal ve anayasal değişikliklere gitmişlerdir. Bu anlamda İngiltere ve İtalya’da yapılan değişiklikler Türkiye’de yaşanan tartışmalara ışık tutması bakımından da önemlidir. İngiltere’de 2010 genel seçimleri ile birlikte, İngiliz iki partili sistemine (Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi) ek olarak Liberal Demokrat Parti’nin de eklemlenmesi savaş dönemi koalisyonları hariç yeni bir koalisyon ihtimalini gündeme getirmiştir. Bu ihtimalin siyasal istikrarsızlığa sebep olacağını düşünen İngilizler 2011 yılında "Sabit Yasama Dönemi Yasası"nı kabul etmiştir. Böylece 2015 yılı itibariyle parlamento seçimleri her beş yılda bir yapılacak şekilde düzenlenmiştir. Hükümetin feshi zorlaştırılmıştır. Ayrıca yine iki partili sistemin bozulmasıyla siyasal istikrarsızlığın olabileceğini düşünen İngilizler, güvensizlik oyuyla hükümetin düşmesi durumunda, eğer 14 gün içinde yeni hükümet kurulamazsa doğrudan başka bir şarta bağlı olmaksızın seçimlerin yenilenmesini yasal güvenceye almıştır. Böylece muhtemel bir hükümet krizinin yaşanma ihtimali yasal olarak engellenmiştir. İtalya ise, 2015 yılında uzun tartışmaların ardından çok partili istikrarsız siyasal sistemini dönüştürmek ve İngiliz iki partili sistemine benzetmek için yeni bir seçim yasasını kabul etmiştir. İtalya’da 69 yılda neredeyse tamamı koalisyonlardan oluşan 63 farklı hükümet kuruldu. Ortalama ömürleri bir yılın altında olan koalisyon hükümetleri İtalyan siyasal sistemini güçlü lider dönemleri hariç istikrarsızlığa sürükledi. Böylece 2015 yılında ‘Italicum’ adı verilen bir yasa ile koalisyonlar yasaklanmış ve imkansız hale getirilmiştir. 630 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nde 61’e karşı 334 oyla kabul edilen söz konusu yasa kapsamında, seçimlerden yüzde 40 ve üzeri oy alan partinin, Temsilciler Meclisi’nde 340 sandalyeye sahip olması garanti altına alınmıştır. Herhangi bir partinin bu orana ulaşamaması halinde ise, en çok oyu alan iki parti, ikinci tur seçimlere gidecektir.FRANSA’DA BAŞKANLIK TARTIŞMALARI
Fransa ise, parlamenter sistem içerisinde oluşan hükümet krizlerini aşmak için geliştirdiği hükümet modeli olan yarı başkanlık sistemini bugünlerde yeniden tartışmaya açtı. Fransa yarı başkanlık sistemine 1958 tarihli FransaV. Cumhuriyet Anayasası’nda 1962’de yapılan değişiklik sonucunda geçmişti. Bu sistem içerisinde de özellikle başkan ve kabinenin farklı partilerden oluştuğu dönemlerde krizler devam etmişti. Gelinen noktada ise, Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande’ın geçen hafta başlattığı sistem reformu tartışmaları yeniden alevlendi. Hollande açıklamasında "kurumların yetersiz kaldığını ve karar alma mekanizmasını yavaşlattığını" ifade ederek, yarı başkanlık sisteminin tam başkanlık modeline dönüşmesi gerektiğini dile getirdi. Bu tartışmaların gerekçesini de son dönemde Fransa’da yaşanan sokak gösterileri ve yaygınlaşan grevler nedeniyle hükümetin iş yapamaz hale gelmesine bağladı.Hollande’nin siyasal sistemdeki değişiklik önerisi, iki kilit nokta içeriyor. Birincisi Ulusal Meclis’in tek yasa yapma merci olarak dizayn edilmesi ve Senato’nun yasama yetkilerinin kaldırılarak danışma görevi görecek şekilde pasifleştirilmesi. İkincisi ise, başbakanlık ofisi kaldırılarak yürütmenin tek başlı hale getirilmesi. Bu düzenlemelerin yapılması Fransa’yı tam başkanlık sistemine geçirecektir. Hollande’nin başlatmış olduğu tam başkanlık tartışması bir önceki Cumhurbaşkanı Sarkozy döneminde de yapılmıştı. Sarkozy de benzer şekilde başkanın gücünün artırılması ve yasama meclislerinde yaşanan tıkanmayı önleyecek mekanizmaların geliştirilmesini savunmuştu. Sarkozy her ne kadar, yasal olarak bu değişiklikleri yapamasa da de facto bir başkanlık otoritesi kurmuştu. Aslında tüm bu tartışmalar üzerinden Türkiye’deki sistem krizinin aşılmasına yönelik çabaların gerekliliği daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye’de siyasal sistemin yapısal tüm sorunlarının bertaraf edilebilmesi için anayasal çerçevesi düzenlenmemiş olan mevcut siyasal sistemin anayasal çerçeveye kavuşturulması zorunludur. Partili cumhurbaşkanlığının ise bu bağlamda ancak geçici bir çözüm olarak düşünülmesi gerekmektedir. Nihai hedef olarak, siyasal istikrarı mümkün ve sürekli kılacak, sistemin demokratik çerçevesini kurumsallaştıracak, seçim yasası, siyasi partiler yasası başta olmak üzere toptan bir değişimi ortaya çıkaracak bir başkanlık sistemi hedeflenmeli ve gündemde tutulmalıdır.
Aslında, "Türkiye için partili cumhurbaşkanlığının imkânı ve çerçevesi ne olmalıdır" düşüncesiyle bu yazıyı yazmaya başlamıştım. Başkanlık, yarı başkanlık, başkanlı parlamenter sistem ve saf parlamenter sistemlerde devlet başkanı-parti ilişkisini analiz edecektim. Yazı bu şekliyle hayli uzun olduğu için bir sonraki yazının çerçevesi bu konuya odaklanacaktır.
[Star Açık Görüş, 19 Haziran 2016].