Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “TEOG kaldırılmalı” yönündeki açıklamasından sonra TEOG’un kaldırılması gündeme geldi ve yeni sistem arayışları başladı. Bu açıklamanın arkasındaki temel saiklere odaklanmak gerekiyor. Aslında Cumhurbaşkanının istemediği husus tam olarak neydi? Bugüne kadar yapılan sistem değişikliklerinin de temel motivasyonu aslında öğrencilerin okul derslerine, sosyal, sportif, kültürel faaliyetlere ayırabilecekleri zamanları sadece sınava hazırlanmak üzere harcamaları ve bu durumun öğrenciler üzerinde oluşturduğu stres ile çocuklarını bu sınavlara hazırlamak için bin bir çaba gösteren velilerin üzerindeki maddi ve manevi yükü kaldırmak. Dershanelerin kapatılması tartışmaları sırasında ve hatta çok öncesinde de Erdoğan’ın ısrarla söylediği ve zihninde sorunsallaştırdığı aslında bu. Peki, istenilen neydi ve TEOG’un bu isteklere neden karşılık veremediği düşünüldü de kaldırılması istendi. Bu istekleri büyük ölçüde karşılayacak makul bir sistem nasıl olmalı?
TEOG NEDEN TARTIŞMALI HALE GELDİ?
SETA Vakfı olarak, TEOG’un ilk yılından itibaren yayınladığımız analiz ve raporlarda, TEOG diğer sistemlerle karşılaştırıldığında uygulanma süreçlerinde öğrenci ve velide bir memnuniyet ortaya çıkardığını ancak bu memnuniyetin yerleştirme sürecindeki karmaşadan dolayı veli ve öğrenciler için strese dönüştüğünü daha önce belirtmiştik. Öğrencilerin kendi okullarında sınava girmesi, okul müfredatının sınav müfredatı ile eşleştirilmesi böylece öğrencilerin okula verdikleri önemin artması, sınava çeşitli nedenlerle giremeyen öğrencilere telafi imkânı sunulması gibi uygulamaları TEOG’un olumlu diyebileceğimiz yönleriydi. Peki, bu olumlu atmosfer yerleştirme süreci ile birlikte neden yok oldu?
TEOG yerleştirme sistemiyle bütün liseler en yüksekten en düşüğe doğru puanla sıralandı. 495 puanla öğrenci alan liseler olduğu gibi 50 puanla öğrenci alan liseler de oldu. Bu durum her okulun, puandan kaynaklı “başarılı” ya da “başarısız” şeklinde etiketlenmesine sebep oldu. Aynı mahallede veya aynı bölgede aslında okul kalitesi ve başarısı anlamında aralarında çok da fark olmayan okullar düşük puanlı olarak damgalanmış oldu. Öğrenci ve veliler aralarında 50-100 puan farkı olan okulları bile başarılı ve başarısız olarak etiketleyerek tercihlerini ona göre yaptı. Daha somut ifade etmek gerekirse, bir öğrenci mahallesindeki 250 puana sahip bir okula değil de daha uzak mesafelerdeki 300 puanlı bir okula gitmek için tercih yarışına girmiş oldu. Ya da tersinden bakarsak, mahallesindeki 250 puanlık okula puanı yetmediğinden daha düşük puanda bir okula gitmek için öğrenciler evinden mahallesinden uzaklaşmak durumunda kaldı.
Bunun yanı sıra bu sistem, okulları bir hiyerarşi içine sokarak okullar arasında hali hazırda var olan kalite farkını daha da derinleştirdi. Başarılı öğrenciler fen ve sosyal bilimler liselerine giderken daha başarısız öğrenciler imam hatip ve meslek liselerine gitmek durumunda kaldı....
Böylece, geçmişte daha heterojen bir profile sahip olan imam hatip ve meslek liseleri, mevcut yerleştirme sistemi sonucunda, gittikçe daha başarısız ve homojen bir öğrenci kitlesinin tercihi olmaya başladı. Nitekim okul türleri arasındaki bu fark uluslararası sınavlarda ve üniversite yerleştirmelerinde de kendini bariz bir şekilde göstermektedir.
Elbette tüm bu sorunların kaynağını tek başına TEOG’a yüklemek doğru değildir. Yıllardır eğitimde kalite, eşitlik vs. sorunlarını yaşıyor ve tartışıyoruz. Bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaman zaman eğitimde istedikleri noktaya gelememenin özeleştirisini yapmaktadır. Son 15 yıla baktığımızda, altı bakan değişikliği ve TEOG’un kaldırılması ile yeni sistem arayışını da dâhil edersek altı sistem (LGS, OKS, SBS’ler, SBS, TEOG ve ?) değişikliği yaşanması, eğitim sisteminde istikrarın sağlanamadığı yönündeki eleştirileri haklı kılmaktadır. Ancak toplamda 18 milyon öğrencinin olduğu eğitim sisteminde adalet ve eşitlik merkezli istikrarın sağlanması hiç de kolay değildir. Bilhassa geçmişten gelen ve kökleşmiş yapısal sorunlar ile mücadele edip sistemi iyileştirmek gerçekten güçtür. Buna karşın eğitime ayrılan bütçenin, okullaşma oranlarının, derslik ve öğretmen sayılarının artırılması ve sınıf mevcutlarının azaltılması gibi niceliksel gelişmeler yaşanmıştır. Ayrıca, eşitlik ve adalet ilkesinden uzak başörtü yasağının ve katsayı uygulamasının kaldırılması, 4+4+4 ile birlikte kapatılan imam hatip ortaokulların yeniden açılması, seçmeli din dersleri, farklı kültür ve lehçelerin yine seçmeli dersler arasına girmesi gibi eğitimde demokratikleşmeyi sağlamaya yönelik reform niteliğinde değişikliklerin de yine bu dönemde gerçekleştiği unutulmamalıdır.
AVANTAJLAR, DEZAVANTAJLAR
Eğitim konusu Türkiye’de hakettiği şekilde ve ölçüde gündem oluşturmamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TEOG’u tartışmaya açarak konuyu gündeme taşımış olması aslında geliştirilecek olan yeni yerleştirme modeline dair sorunların ve gerçek parametrelerin tartışılması açısından bir fırsattır. TEOG’un kaldırılma kararından sonra MEB’de yoğun bir şekilde yeni sistem mesaisi yapılıyor. Kamuoyunda bu konunun fazlaca tartışılması elbette ki MEB’in işini zorlaştırıyor. Ancak olası senaryoların kamuoyunda konuşulup tartışılması, her senaryonun risklerini ve avantajlarını görmek bakımından oldukça önemli ve aslında MEB’in karar alma sürecine katkı sağlayabilecek bir avantaj olarak görülebilir. Mesela kamuoyunda her okulun kendi sınavını kendisinin yapması gibi gerçekleşmesi imkânsız bir sistem tartışıldığı gibi az sayıdaki okulun az sayıdaki öğrenciyi seçeceği son derece makul bir sistem de tartışılıyor.
Makul olmayan bir sistem tartışması da sadece okul notlarına dayalı tamamen sınavsız bir uygulamadır. Her ne kadar sınavsız sistem kulaklara hoş gelse de ölçme ve değerlendirmenin olmadığı, hele hele 1 milyon 200 bine yakın öğrencinin liseye geçişinde hiçbir sınavın uygulanmadığı bir sistem şu an için ütopyadan ibaret. Dünyada da yalnızca okul notunu baz alan çok az sayıda ülke bulunmaktadır Bu ülkelerde de rekabetin çok fazla olmadığı ve bilhassa okullar arasındaki kalite farkının nispeten daha az olduğunu görüyoruz. Ayrıca unutulmamalı ki, toplumun merkezi sınavlara olan güveni okul notlarına olan güvenden oldukça fazladır. Merkezi sınavlar öğrenciler arasındaki sosyo-ekonomik eşitsizlikleri ortadan kaldırmasa da dikey hareketlilik için önemli fırsatlar sunma noktasında oldukça kritik role sahiptir. Zira şu bilinen bir gerçektir ki, öğrencilerin başarıları, başarılı okullara geçişleri sosyo-ekonomik ve kültürel arka planlarından bağımsız değildir. Dolayısıyla yıllardır tartışılan ve tartışılmaya devam edecek olan soru şu: Sosyo-ekonomik ve kültürel arka planından bağımsız, eşit ve nitelikli eğitim nasıl sağlanacak? Bu nedenledir ki her merkezi sınav sonrasında dağda çobanlık yapan veya ayakkabı boyayarak ev geçindiren çocukların birincilik haberlerine ilgiyle bakıyoruz. Dolayısıyla yeni oluşturulacak sistemin azami ölçüde öğrencilere fırsat eşitliği sunmasına ve toplumsal vicdanı rahatlatıcı olmasına çalışılmalıdır.
YENİ SİSTEM ALTERNATİFLERİ
Az sayıdaki öğrencinin sınava girip az sayıdaki okulun sınavla öğrenci aldığı, geriye kalan diğer okulların sınavsız öğrenci aldığı bir sistem şu an için en makul sistem olarak gözüküyor. Aslında bu sistem 1990’lardan 2000’lere kadar Türkiye’de uygulanan bir sistemdi. O zamanlarda da yüzde 2-3’lük kesim “başarılı” denilen okullara gidiyordu, geri kalanı ise sınavsız öğrenci alan düz lise, meslek lisesi veya imam hatip liselerini tercih ediyordu. Ancak o zamandan bu zamana sınavla alan okul sayılarının sürekli artması, liselerin zorunlu hale gelmesi, düz liselerin Anadolu lisesine dönüşmesi ve tüm liselerin puanla sıralandığı bir dönemden geçildiği gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Bu nedenle sınavla öğrenci alan okul ve öğrenci sayısı zamanla azaltılmak üzere şimdilik yüzde 10-15’lere kadar çekilebilir. Peki, geri kalan yüzde 90’ı nasıl yerleştireceğiz? Aslında tartışmanın kilitlendiği yer burası. Burada da en çok öne çıkan mahalle liseleri. Makulu aradığımız bu yeni sistemde mahalle okulları önemli bir alternatif. Öğrenci ortaokuldaki okul puanları ile evine en yakın olan okumak istediği okul türündeki liseye kaydını yapabilmeli. Ancak mahalle lisesi seçeneği üzerinden iki önemli hususu tartışmakta fayda var.
Birincisi mahalleler arasındaki okul kalitesi farklılıkları. TEOG ile birlikte her okula verilen puanlar bu farklılığı en azından toplumsal algıda daha da artırmış durumda. Öyle ki, velilerin bu yıl çocuklarını liseye yerleştirmek için yapacağı ilk iş, evlerinin yakınındaki liselerin geçen yıl TEOG’da aldığı puana bakmak olacaktır. Bunun yanı sıra mahallelerdeki okullar arasındaki fark sadece başarıdan da ibaret değildir. Bir okulun içinde bulunduğu mahallenin güvenliği, sosyo-kültürel çevresi, yaşayan insan tipolojisi, öğretmen ve yönetici kadrosu da veliler için önemli tercih kriterleridir. Bu nedenle adrese dayalı kayıt yapılacaksa, veliye bu endişelerini giderecek esnekliklerin sunulması kaçınılmazdır. Alternatifli bir sistem veli ve öğrencileri bu anlamda rahatlatacaktır. Ancak burada da okullara yığılmaların ve buna bağlı kargaşanın yaşanmaması için mahallesinin dışında liseye gitmek isteyen öğrencilerin kriterlerinin net bir biçimde çizilmesi gereklidir. Öğrencinin okul puanları burada yine önemli rol oynamalıdır. Aynı şekilde başka mahalleden öğrenci alacak okulun kontenjanı da yine buna göre belirlenmeli, bu öğrenciler için kontenjan ayrılmalıdır. Dahası bütün bu süreçler şeffaf bir şekilde yürütülmelidir.
Mahalle okulu seçeneğinde ikinci tartışma konusu ise kamuoyunda da ciddi bir şekilde tartışılan ve haklılık payı da olan okul notlarına olan güven meselesidir. Özellikle okul notları için öğretmenlere baskı yapan büyük bir veli kitlesi ve bu baskıya dayanamayan öğretmenler olduğu göz önüne alındığında bu durum veli ve öğrenciler için endişe vericidir. Bilhassa özel okullara yönelik bu algı daha olumsuzdur. Ancak burada topyekûn öğretmenleri zan altında bırakmak da doğru değildir. Nitekim öğretmenlere ölçme değerlendirme formasyonu aldırılıyor ve bu anlamda yetki veriliyorsa ilkesel olarak öğretmenlere güvenmek mecburiyetindeyiz. İstisnai olan ise, hakkaniyetli bir şekilde not ver(e)meyen öğretmenlerdir. MEB burada istisnalar üzerinden sistem şekillendirmemeli, bu endişeleri ortadan kaldıracak ve güveni sağlayacak kontrol ve denetim mekanizmalarını devreye sokmalı, herhangi bir suiistimalde de cezai yaptırım uygulanmalıdır.
Bu anlamda MEB’in iş yükü ve sorumluluğu oldukça fazladır. Bu yılın bir geçiş süreci olması ve buna bağlı olarak aksaklıkların yaşanması muhtemeldir. Dolayısıyla bu süreçte adaleti elden bırakmadan en makule ulaşmak için konunun uzmanları, eğitimciler, öğretmenler ve diğer tüm paydaşların MEB’e bu anlamda destek sunması önem arz etmektedir.
[Star Açık Görüş, 24 Eylül 2017].