SETA > Yorum |

Ortadoğu'nun Hızlı Devrimleri

Yaşananlar “medya devrimi” olarak nitelendirilebilir. Zira yıllardır baskı altında olan Arap toplumları, “korku duvarını” büyük oranda medya ile aştı.

Tunus’ta gerçekleşen “Yasemin Devrimi”, başta el-Cezire olmak üzere bazı kanallardan adeta canlı izlediğimiz bir toplumsal ayaklanma sürecinin adıydı. Herkes Tunus’un görece zayıf etkisinden bahsederken toplumsal başkaldırı hali, Arap dünyasının liderlik iddiasını taşıyan ülkesi Mısır’a sıçradı. İkinci haftasına giren gösterilerde milyonlarca insan 30 yıldır iktidarda olan Hüsnü Mübarek’in görevini bırakması için adeta insan seli olup Kahire meydanlarına taştı. Son günlerde Ürdün ve Yemen başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde de ana gündem maddesi olarak anti-demokratik yönetimler tartışılmaya başlandı. Mısır gibi koca bir ülkeden sonra Ortadoğu coğrafyasının her türlü ihtimali barındıran ciddi gelişmelere ve hızlı dönüşümlere gebe olduğu açıktır. Bu yazı, uluslararası sistemin ve Ortadoğu’nun reel politiğine fazla girmeden bu toplumsal başkaldırı psikolojisinin medyatik ve iletişimsel hız boyutunu ele almaktadır.

Paul Virilio “Hız ve Politika” adlı derinlikli eserinde, modern çağda hızın politik süreçleri çoğu zaman nasıl tayin ettiğini anlatmaktadır. “Dromoloji” (hız bilimi) olarak tanımladığı fenomen, modern toplumlarının yaşamsal etkinliklerine yön veren ana unsurlardandır. Toplumsal bir sürecin nasıl olduğundan çok, çoğu zaman, onun hangi hızda gerçekleştiği, sonucu tayin eden ana etken olmaktadır. Bir savaşın, devrimin, ya da toplumsal bir durumun hızı ve bu hızı kontrol eden aktörler, sonucu belirlemektedir. Bunu mümkün ve hatta zorunlu kılan şey ise teknolojinin ta kendisidir. Özellikle iletişim teknolojilerinin bu kadar yaygınlaştığı ve herkesin cebindeki bir telefonla 10 yıl önce hayal edilemeyecek şeyleri yapabildiği bir dönemde devrimler de çok kısa sürede olabilmektedir. ir başka deyişle, önce zihinlerde yeşeren devrimler, iletişim teknolojilerinin sunduğu imkânlarla kısa bir sürede toplumsal bir ortak akıla dönüşmekte ve bir gecenin sabahında binlerce insan aynı meydanda buluşmaktadır. Mısır’da bugünkü toplumsal ayaklanmanın belki onlarca yıllık zihinsel arka planı var, ama el-Cezire’nin canlı yayınları ve sosyal medyanın anlık haberleşme gücü 1 milyon insanı birkaç gün içinde Tahrir Meydanı’na toplayan ana etkenlerdendir.

Aslında yaşanan süreci bir “medya devrimi” olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Zira yıllarca baskı altında yaşamış olan Arap toplumları, içinde bulundukları “korku duvarını” büyük oranda medya ile aştı. Elbette dış politika açısından Türkiye’nin önemli bir örnek olarak Arap toplumlarının karşısında durduğunu not etmeliyiz; ancak, örneğin, Başbakan’ın önemli konuşmalarının el-Cezire vesilesiyle bu ülkelerde canlı olarak izlenebiliyor olması da yine bu etkinin artmasında çok önemli pay sahibidir. Dolayısıyla Arap yönetimlerinin sesi olan TV kanallarından sonra el-Cezire gibi bir kanal, adeta Arap toplumlarının sesi haline gelmiştir. Tunus’tan canlı yayınlanan gösterilerin ve gerçekleşen devrimin, Mısır ve diğer Arap ülkelerinde yarattığı etki hiç şüphesiz büyüktür. El-Cezire’ye bir de uydu kanallarını eklemek gerekir; zira ülkelerini kapalı toplumlara çeviren Arap yönetimlerinin bu duvarları biraz da uydu kanalları ile aşıldı. Dolayısıyla bugün yaşanan toplumsal ayaklanmalarda güçlü bir medya etkisinden bahsetmek mümkün ve hatta kaçınılmazdır.

Medya devrimleri

Sürecin hız ile daha yakından ilintili boyutu olan sosyal medyaya gelirsek burada daha ilginç bir durumla karşılaşmaktayız. İnternetin mümkün kıldığı ve hemen herkesin ulaşabildiği bu sosyal ağlar sayesinde binlerce insan bir gecede uzlaşıp sabaha aynı meydanda aynı sloganla buluşabilmektedir. Eski iletişim teknolojilerinde günler sürecek bir eylem planlaması, Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar aracılığıyla bir gecede gerçekleştirilmektedir. Hüsnü Mübarek’in gösteriler başladığı zaman ilk iş olarak internet ve Gsm operatörlerini kapattırması aslında anlaşılabilir bir durum; çünkü insanlar bu araçlarla hızlı bir şekilde organize olup sabah polisten önce meydanı doldurabiliyorlar. Polisten önce vurgusunu özellikle yapıyorum, çünkü buradaki kilit kavram ‘hız’dır. Ardında irade olan hızlı bir kalabalığı artık hiçbir polis/asker durduramaz. Siz interneti kapatırsınız, Google ve Twitter insanlara alternatif sunar ve yine binlerce insan istediği şeyi konuşur. Dolayısıyla bu saatten sonra şunu anlamak lazım: İçinde bulunduğumuz dönemde hiçbir yönetim kolay kolay kendi toplumunu yok sayamayacaktır. İnsanların toplumsal taleplerini en hızlı bir biçimde örgütleyip sokağa yansıtabildikleri bir ortamda acaba hangi Arap ya da Ortadoğu yönetimi kendi halkına sırtını dönebilecek bundan sonra?

Kontrol kimde?

Yıllarca sırtını Amerikan desteğine verip İsrail’in bölgedeki güvenliğinin önemli bir teminatı olan Mısır yönetimi, şimdi Mısır halkıyla karşı karşıyadır. Ülkedeki gösterileri ABD’nin bir oyunu/planı olarak görmek Mısırlıların iradesine ne kadar saygısızlıksa, yaşananları tamamen bir halk ayaklanması olarak görmek de neo-emperyal Batı’nın oyun kurucu aklını o kadar hafife almaktır. Mesele süreci kimin “kontrol” edeceğidir ve buradaki kilit kavram da kontroldür. Mısır’daki politik süreci Batı (özellikle ABD) elbette kontrol altına almak isteyecektir, hem Ortadoğu’daki dengelerin aleyhlerine dönmemesi, hem de İsrail’in güvenlik kriziyle karşı karşıya kalmaması için bu gereklidir. Mübarek “onurlu bir ayrılık” için son mesajlarını verirken ve Baradey de iktidar için tüm kozlarını oynarken politik düzlemde her şey mümkün olabilir. Ama asıl soru şu: Sokaktaki milyonlarca insanı kim kontrol edecek? Bir “medya devrimi” yaşamış olan Arap toplumları bundan sonra da, eskiden olduğu gibi, seslerini kısıp evlerine dönecekler midir? Olan biteni canlı yayınlarda izleyen insanlar hiçbir şey olmamış gibi otokratik yönetimlere razı olacaklar mıdır? Filistin yönetiminin İsrailli müzakerecilerle hangi konuları nasıl konuştuğunu tüm dünya el-Cezire’den öğrendikten sonra Abbas yönetimi daha ne kadar meşru olduğunu ve Filistin halkının temsilcisi olduğunu savunabilecektir? Tüm bu sorulardan ve yaşananlardan sonra belki de şunu söylemek lazım: Kontrol tam olarak hiç kimse de değil; ancak bölünmüş kontrol alanlarından ve parçalanmış nüfuz alanlarından bahsedebiliriz. Çok değil bundan üç-beş yıl önce belki Ortadoğu’da en fazla kontrol ve nüfuzu olan ülke ABD idi, ama süreç hızlandıkça ABD’nin kontrol ve nüfuzuna yeni ortaklar gelmektedir.

Son yıllarda öylesine hızlı bir dünyada yaşıyoruz ki yavaş olmak hızlı bir şekilde anlamsızlaşmaktadır. Hızın ve hızlı olanın süreci belirlediği bir dünyada ne ulusal sınırların ne de otokratik yönetimlerin anlamı vardır. Böyle bir ortamda ne Mısır’da, ne Ürdün’de, ne de diğer Arap toplumlarında eski masalların geçerliliği kalacaktır. Çünkü artık Arap halkları sadece devlet televizyonlarını değil, el-Cezire’yi de, TRT-Türkiya’yı da, uydudan yüzlerce farklı kanalı da izlemektedirler. Ve yine bu insanlar artık sosyal medya aracılığıyla hiç tanımadıkları insanlarla aynı ortak akılda buluşabilmektedirler. Bu “medya devrimi” geri döndürülemez yapısal bir süreçtir ve yeni medyanın hızı da gücü de sokaktaki vatandaşın lehinedir. Enformasyonun daha bilgi düzeyine çıkmadan tüketildiği bir “hız çağında” bu gidişin nereye olduğunu sormamız gerekmektedir. Ya Virilio’nun dediği gibi “bu son sürat aracın içinde insanlık bir duvara toslayacak”, ya da tüm toplumların kendi kaderlerini tayin edebildikleri açık toplumların olduğu küresel bir köyde yaşayacağız. Keşke tercih yapma imkânımız olsaydı...

07.02.2011/Açıkgörüş