İRTİCA ile Mücadele Eylem Planı, AK Parti iktidarının başlangıcından bu yana siyasal gündemi meşgul eden pek çok konuyu tekrar tedavüle soktu. Geçen 2-3 hafta içinde, ordu da siyaset de kendi alanlarını ve konumları tahkim edecek hamleler yaptılar.
Genelkurmay Başkanı’nın ve askerî savcılığın belgenin tetiklediği tartışmaların önünü kesmeye yönelik tutumları, ordunun siyasal sistem içindeki konumunu sürdürmeye yönelik hamleler olarak görülebilir. Öte yandan, AK Parti’nin olayı sivil yargıya taşıması ve askerî yargının görev alanını sivil yargı lehine daraltan yasama faaliyetini gerçekleştirmesi, Başbakan’ın Genelkurmay’ı ordu içinde bir soruşturma başlatmaya davet etmesi ve demokrasi adına bu sürecin takipçisi olacaklarını beyan etmesi de, siyaset kurumunun kendi alanını korumaya kararlı olduğunun işaretleri olarak okunmalı.
Darbe Yap(a)mayan Ordunun Siyasete Müdahale Biçimleri 1990’ların başından bu yana asker-siyaset ilişkilerini oluşturan olaylar bütününü, darbe yap(a)mayan ordunun siyasete müdahale etme biçimleri üst başlığı altında değerlendirmek mümkün. 1990’larda ordunun emir-komuta zinciri içinde siyasete müdahalesi söz konusu iken, 2000’lerden bu yana, ordu içindeki bir kesimin hem siyasete hem ordunun kurumsal işleyişine müdahalesi söz konusu. Dolayısıyla olan bitene daha geniş bir tarihsel kesitten bakıldığında, ortada emir-komuta zinciri içinde darbe planlayan bir ordu mevcut değil. AK Parti iktidarından beri uğraştığımız mesele, ordu içinde bir cuntanın yerel ve küresel siyaseti ve bu siyasetin açtığı mecrayı ıskalayarak darbe planı yapması. Bu cuntanın nasıl ortaya çıktığını anlamak için 1990’ların başına dönmekte yarar var.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle iç ve dış politikanın temel dinamikleri radikal bir değişikliğe uğradı. İki kutuplu dünyanın gerilimli siyasal ikliminde güvenlik kaygılarıyla bastırılan demokratik talepler daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Özgürlüğün güvenliğe öncelendiği, toplumsal kimliklerin çeşitlenerek talepte bulunduğu bu demokratik iklim, Türkiye’de de siyasetin dinamiklerini değiştirdi. Bu dönemin siyasal açıdan en önemli özelliği, alternatif toplumsal kimlikleri sisteme eklemleyerek uysallaştıran merkez sağın çözülmesi, buna karşın farklı toplumsal kimliklerin, özellikle de Kürt ve İslamcı kimliklerin güçlenmesi oldu. İç ve dış dinamiklerin bu siyasal iklimi darbe yaparak bastırmaya elverişli olmaması dolayısıyla her bir kimliğin bastırılmasına yönelik farklı stratejiler uygulamaya kondu. Susurluk ve 28 Şubat sürecini, bu toplumsal-siyasal gelişmeleri durdurmaya yönelik stratejiler olarak okumak mümkün.
Böylece Türkiye, Soğuk Savaş dönemi sonrası siyasal imkanlardan yararlanmak yerine, içe kapanmacı ve otoriter bir siyasal zihniyetle bürokratik vesayeti sürdürmek yolunda ilerledi. Bu strateji, toplumun geniş kesimlerinden destek bulmadığı gibi iktidara gelen bütün hükümetleri de yıprattı. 1990-2002 arasındaki dönemde tam on farklı koalisyon hükümeti kuruldu. Dünya dengelerinin yeniden tesis edildiği, bölgemizde yeni fırsat ve risklerin beraber yol aldığı Soğuk Savaş sonrası bu önemli tarihsel dönemeçte Türkiye, çeşitlenen toplumsal talepler aracılığıyla bürokratik vesayete karşı güçlenen milli iradeyi sindirmek adına ortalama 1,2 yıl iktidar ömrü olan hükümetlerle yönetildi. Buradan çıkan sonuç, siyasi aktörlerin güçsüzlüğüyle daralan siyasal alanın, siyaset dı