Hamas'a yakın militanların İsrailli asker kaçırması üzerine alevlenen olaylar Ortadoğu'yu içinden çıkılması güç bir karmaşanın içine sokmuş durumda. Krizin sebeplerini bölgesel dengelerde arayan yorumlar bir yana, İsrail siyasetindeki verileri doğru okumak, bize aslında bugün yaşanan olayların ne kadar öngörülebilir olduğunu ortaya koyuyor. Her şeyden önce, şu çok açık ki Kadima ve yeni lideri Ehud Olmert'in merkezi ve sağduyuyu temsil ettiğini düşünenler yanıldılarFilistin'de Hamas'ın seçimleri kazanmasından itibaren Ortadoğu'da gerilimin bu noktalara gelebileceği tahmin ediliyordu. Ama bu yorumlardaki vurgu özellikle Hamas'ın geçmişine işaret ediyordu. Nitekim Hamas'ın iktidarda olduğu bir hükümet ile barışın mümkün olmadığını savunanlar, bu perspektiften Ortadoğu'nun son krizini kolaylıkla açıkladıklarını düşünüyorlar. Oysa bu, Lübnan'daki savaşı "askerleri kurtarma operasyonu" olarak sunmak kadar yüzeysel bir bakış açısı.
Tel Aviv'deki bombalı saldırı sonrasında, Gazze'de sınır ötesi harekâtı gerçekleştiren İsrail ordusu yetkililerinin tekrar Gazze'nin bir bölümünü işgal edebileceklerini dile getirdiklerini unutmamak gerekiyor. İsrail'de iktidara gelen Olmert'in Gazze'yi yeniden işgal etmek bir yana, Batı Şeria'dan çekilme vaadi ile seçimleri kazanması böyle bir işgalin olmayacağını düşündürmüştü. Bugün İsrail ordusunun sadece Gazze'de değil aynı zamanda Lübnan'da da operasyon yürütmesi şaşkınlık yaratıyor. Bu şaşkınlıkta gerek yabancı medyada, gerekse Türk medyasında yaratılan yanlış havanın etkisi var. Kimse Kadima iktidara gelirken, barış havarisi olduğunu düşünmese de, Olmert için sıklıkla "ılımlı" sıfatı kullanıldı ve sağ kanattan bir parti yerine Kadima gibi bir "merkez" partinin barış adına olumlu adımlar atabileceği fikri desteklendi. Hatta Olmert için yapılan değerlendirmelerde daha ileri gidip yeni Başbakan'ı "güvercin" diye niteleyen yazılar bile bulmak mümkün. Oysa Olmert'in siyaset sahnesindeki geçmişine baktığımızda çok farklı bir lider portresi ile karşılaşıyoruz. Sanki bir barış çabasıymış gibi sunulan "tek taraflı çekilme planı" aslında Olmert'in klasik çizgisinde önemli bir değişimi ifade ediyor. Çünkü siyasi kariyerinin başlangıcında çok daha radikal sağ bir söyleme sahip. 28 yaşında parlamentonun en genç üyesi olarak Likud'dan milletvekili seçilen Olmert, her ne kadar daha sonra fikrinin değişmiş olduğunu söylese de 1978 Camp David Anlaşması'na olumsuz oy vermiş ve şiddetle karşı çıkmış isim. 1993'te Kudüs Belediye Başkanı olarak seçilmesi siyasi kariyerinde önemli bir dönüm noktası. İki dönem üst üste bu görevi yerine getiren Olmert, bu dönemde Kudüs'ün bölünmez bir bütün olarak Yahudilerin başkenti olduğu konusunda sert söylemi ve Batı Şeria ve Gazze'de hakimiyetinin devam etmesi konusunda uzlaşmaz tutumu ile nam saldı. Kudüs'ü doğuya doğru genişletmek Olmert'in belediye başkanlığı öncesi seçim vaadiydi. Bunun anlamı şehrin sınırlarının Batı Şeria'daki Ma'ale Adumim yerleşimini içine alacak şekilde genişletilmesi demekti. 100 binden fazla Yahudi yerleşimciyi yeni binalar inşaa ederek Doğu Kudüs'e yerleştirmek için büyük çaba harcayan Olmert "Buradaki Yahudi nüfusunu güçlendirmek için çalışıyoruz. Araplara bu toprakların hakimi olduğumuzu ispatlamamız gerekiyor" sözleri ile girişimini açıklayordu. Olmert'in Filistinlilerle yapılan barış anlaşmalarına duyduğu tepki 1993'te Oslo Anlaşması imzalandığında da devam etti. Belediye başkanlığı sırasında Oslo anlaşmalarını "şehrin üzerindeki kara bir bulut" olarak nitelendiren Olmert, sonunda kaçınılmaz olarak bir Filistin devletinin kurulması için anlaşmaya zorlanacaklarını dile getiriyordu. Yahudi ve demokratik İsrail 1967 Savaşı'nda işgal edilen topraklardan çekilmeye senelerce karşı çıkan Olmert'i "tek taraflı çekilme planı"nı desteklemesinin tek bir sebebi var: Bunu İsrail'in Yahudi ve demokratik kalabilmesi için tek yol olarak görmesi. Arap nüfusun artış oranı düşünüldüğünde İsrail'in çekildiği veya çekilmeyi planlandığı topraklar zaten bir süre sonra azınlığa düşerek kontrolü yitireceği bölgeler. Çizilen sınırdan Filistin tarafının memnun olup olmadığı sorulmuyor. Zaten "tek taraflı" kelimesinin anlamı da burada yatıyor. Ama işin içine "çekilme" diye sihirli bir kelime yerleştirildiğinde, bunu barış çabası olarak pazarlamak ve destek bulmak kolaylaşıyor. Oysa her şeyden önce buralar işgal altındaki topraklar ve tamamından çekilmek söz konusu değil. Batı Şeria'da Maale Adumim, Ariel, Gush Etzion gibi büyük Yahudi yerleşimleri elde tutulmaya devam edilecek. Dahası Maale Adumim ile Doğu Kudüs arasındaki boşluğun yeni yerleşimlerle doldurularak nihai sınırların içine dahil edilmesi planlanıyor. İsrail-Filistin toprakları arasında inşası halen devam eden "güvenlik duvarı" da bu planda önemli rol oynuyor. Filistinliler, Filistin topraklarını çevreleyen, insanların işleri ve toprakları arasına giren, kimi noktalarda Filistin şehirlerinin ortasına kadar gelen bu duvara ve çekilme planına başından beri karşılar. Ama tüm bu koşullar sıklıkla dillendirilmesine rağmen, çelişkili bir tutumla plan "barış çabası", Olmert de bu barışın mimarı gibi sunuldu. O nedenle Ortadoğu'nun bir anda savaş alanına dönmesini anlamlandırmada güçlük çekiliyor. Oysa şaşılacak bir durum yok ortada.
Bu yanılgıda Kadima'nın "merkez" parti tanımlaması da etkili oldu. Gazze'den çekilme kararını uygulamaya koyan, partinin kurucusu Ariel Şaron'u Likud içindeki sertlik yanlılarının muhalefeti yeni bir parti kurmaya itmişti. Oysa bugün bu yeni "merkez" partinin politikalarının Likud'un veya Şas'ın izleyeceği politikalardan bir farkı yok. Nitekim bu partilerin de tam desteğini almış durumda Olmert. Zaten parti pek çok eski Likud üyesini barındırıyor. O zaman bu partiye İsrail siyasetinde gerçekten ihtiyaç var mı? Çünkü Olmert iç politikada kendini ispat etmeye çabalarken Kadima kuruluş konumundan sapmış durumda ve hızlı bir şekilde sağa kayıyor. Halihazırda o köşe Likud tarafından tutulduğu için bu politikalar Kadima'nın varlığını zayıflatıyor.
Meclis sağda
Kadima'yı merkez parti kabul edenler, son seçim sonuçlarını değerlendirirken, özellikle Likud'un kaybettiği oylara dikkat çekerek İsrail'in sağ kanattan merkeze kaydığı yorumunu yaptılar. Oysa Likud kan kaybetse de bu tespit doğru değil. Knessette Kadima'nın 29 sandalyesi bir yana, Şaş 12, Likud 12, İsrail Beytenu 11, Ulusal Birlik Ulusal Dinci Parti 9, Birleşik Tevrat Yahudiliği 6 sandalye kazandı. Meclisin güçlü bir sağ profili var. Belki daha da önemlisi, seçim döneminde barış yanlısı söylemleri ile oy toplayan İsrail'in "güvercinleri" İşçi Partisi'nin lideri Amir Peretz, bugün Savunma Bakanı görevi ile operasyonların bizzat savunucusu.
Tüm bu faktörlerin yanı sıra Olmert'in şu an İsrail siyasetindeki konumunu da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Olmert, Kadima'yı İsrail'in ideallerine bağlı olduğu halk gözünde şüphe götürmeyecek, karizmatik bir lider olan Ariel Şaron'dan devraldı. Şaron'un ismi bile Likud'un Knesset'teki sandalye sayısını 2003 seçimlerinde 19'dan 38'e çıkarmaya yetmişti. Oysa Olmert çok farklı bir portre çiziyor. Bir başbakan olarak alışılageldik şekilde asker kökenli değil. Askerliğinin çoğunu İsrail Ordusu gazetesinde muhabir olarak yapmış biri ve halk tarafından karizmatik bir lider olarak görülmüyor. Her hareketi, her kararı selefleriyle kıyaslanan Olmert kendini bir isim olarak ortaya koyma çabasında. Bu çaba Olmert'i seçim kampanyasında "çekilme planı"nı Şaron'dan çok daha cesurca dile getirmeye iterken, bugün de Gazze ve Lübnan'a operasyon kararları aldırıyor. Olmert sadece kendi halkına değil, bölge ülkelerine ve hatta tüm dünyaya "zayıf" bir başbakan olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Öte yandan bunu koalisyonun geleceği için de gerekli görüyor. Kadima, İşçi Partisi, Şaş ve Emekliler Partisi ortaklığı 120 sandalyeli Knessette 67 sandalye ile kurulan koalisyonun zayıf bir görünüm sergilediği ve ilk ciddi krizde sarsıntı geçireceği başından beri dile getiriliyordu. Bunun önüne geçmek için Olmert, Knesset içinde daha çok destek bulabileceği politikalara yöneliyor.
İsrail Hükümeti, tüm bu girişimlerinin şimdiye kadar ne Hamas'ın ne de Hizbullah'ın belini kırmaya yetmediğini biliyor. Ancak bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. İsrail iç siyasetindeki mevcut durum, ABD'nin desteğini alan, karşında ne Arap dünyasından, ne de AB'den ciddi bir tavır olan İsrail'in sert söylemlerini ve aşırı güç kullanımın sürdüreceğini gösteriyor.