SETA > Yorum |
NATO nun Varşova Zirvesi

NATO’nun Varşova Zirvesi

NATO’nun Soğuk Savaş döneminde ‘öteki’ olarak gördüğü Rusya ile yeni bir gerilim yaşamak istemediği; bunun yerine küresel ve bölgesel terörizm meselelerine ağrılık vermek istediği görülmektedir.

Polonya’nın başkenti Varşova’da,  8-9 Temmuz tarihleri arasında Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) üyesi 28 ülkenin ve bu örgüt ile yakın işbirliği halindeki 15 ülkenin devlet ve hükümet başkanları bir araya geldi. Üye devletlerin en üst düzeyde temsil edildiği bu zirvelerde NATO’nun mevcut politikalarının değerlendirilmekte ve gelecekte atılması gereken adımlar belirlenmektedir. NATO’nun tarihteki en önemli zirvelerinden biri olarak adlandırılan 2014 yılındaki Newport Zirvesi’nden iki yıl sonra bu sefer sembolik önemi yüksek olan Varşova’da bir araya gelen devlet ve hükümet başkanları ittifakın geleceği adına yeni kararlar aldı.

NATO’nun 2014’deki toplantısında öncelikli konulara benzer şekilde Varşova’daki zirvenin ana gündeminde şu konular yer aldı: Karadeniz’de ve Doğu Avrupa’da artan Rus tehdidi; Ukrayna’nın geleceği; DAEŞ ile mücadele; Irak, Suriye ve Afganistan’ın geleceği ve NATO’nun bu ülkelerdeki rolü ile giderek daha görünür hale gelen siber tehditler. Zirve sonrasında kamuoyu ile paylaşılan 139 maddelik sonuç bildirisinde devlet ve hükümet başkanlarının dört önemli konuda ortak karar aldıkları anlaşılmaktadır.

Birinci olarak, NATO’nun Doğu Avrupa’daki askeri varlığını arttırmak için Letonya, Litvanya, Estonya ve Polonya’ya çok uluslu askeri birliklerin konuşlandırılması kararı alınmıştır. Böylece, Rusya’dan gelecek muhtemel ve doğrudan tehditlere karşı şimdiden bir “tampon bölge” hazırlığı yapılmıştır. Zira NATO Mukabele Gücü’nün üç kat artırılması ve doğu kanadında sekiz yeni merkezin oluşturulmasını hesaba katarsak NATO’nun kendini yeni güvenlik anlayışına adapte etmeye çalışırken aslında klasik güvenlik anlayışını da koruduğunu görmekteyiz. Sonuç bildirgesinin açıklanmasından kısa bir süre sonra bu hususla ilgili olarak Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, NATO’yu bu hamlelerinden ötürü Avrupa’da kalıcı barışı ve istikrarı korumak yerine var olmayan bir Doğu tehdidi üzerine yoğunlaşmakla suçlamıştır. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da “Hazar Beşlisi Dışişleri Bakanları Toplantısı” sonrasında NATO’nun Rusya’da bir düşman imajı yaratmaya çalıştığını savunmuştur.

AWACS KARARI
İkinci olarak, DAEŞ ile daha kapsamlı mücadele için AWACS erken uyarı uçaklarının sonbaharda devreye girmesi yönünde karar alınmış ve bunun için Türkiye’ye yönelik tehditlere karşı verilen özel güvenceler artırılmıştır. Bu dâhilde, uzun süredir DAEŞ’e karşı yürütülen küresel mücadelede yeterli rolü üstlenmemekle suçlanan NATO için yeni bir kapı açılmıştır.

Üçüncü olarak, Afganistan’daki istikrarsız durum nedeniyle ülkeye verilen NATO desteğinin arttırılması kabul edilmiştir. Bununla ilintili olarak, daha önce 2004-2011 arasında Irak’ta görev alan NATO askeri eğitmenlerinin tekrar Irak’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece, NATO alan-dışındaki (out-of-area) faaliyetlerini güçlendirmeye çalışmıştır.

Zirvede son olarak, NATO’nun yeni güvenlik konseptinde mücadele edilmesi gereken öncelikli alanlar içerisinde yer alan siber güvenlik alanında üye ülkelerin daha fazla işbirliği içerisinde olması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Ancak, siber tehditlerin sürekli konsept değiştirmesi; bu tehditlerin kaynaklarının belirgin olmaması ve uluslararası hukukta bu alanda ciddi boşluk bulunması NATO’nun Varşova’da aldığı daha fazla işbirliği kararının kağıt üstünde kalmaması gerekliliğini göstermektedir.

Bunun yanı sıra, zirve kapsamında, NATO-Avrupa Birliği (AB) Ortak Deklarasyonu da imzalanmıştır. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ve Avrupa Komisyonu Başkanı JeanClaude Juncker tarafından imzalanan deklarasyonla iki örgüt arasında mülteci krizi ve siber tehditler gibi üst düzey işbirliği gerektiren alanlarda daha fazla işbirliğinin önü açılmıştır. Aslında uzun süre önce atılması gereken bu adım Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasındaki ihtilaflar sebebiyle hayata geçirilememekteydi; ancak son dönemde Rusya’nın bölgedeki her aktör için daha fazla tehdit ifade eder hale gelmesi üç ülkenin bu deklarasyona imza atmasına imkân sağlamıştır. NATO ve AB arasında atılan bu adımın Brexit’ten hemen sonra gelmesi ise Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılmasının AB’nin sonunu getirdiği iddiasını da bir ölçüde zayıflatmıştır.

Varşova’ya Türkiye’yi temsilen katılan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ajandası ise oldukça yoğundu. Sözde Ermeni soykırımı iddiasının Federal Meclis’te onaylanması sonrasında ilişkilerin gerildiği Almanya ile ilişkilerin yumuşatılması adına Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Şansölye Merkel zirve kapsamında bir araya geldi. Kamuoyunda her ne kadar Erdoğan-Merkel görüşmesinde Alman politikacıların İncirlik Üssü’nü ziyaret hakkı konusunda bir uzlaşıya varamadığı ön plana çıkarılmış olsa da bu görüşme, önümüzdeki süreçte ikili ilişkilerin tekrar güçlendirilmesi için önemli bir adım olmuştur. Türkiye’nin ve Almanya’nın NATO’daki askeri önemi yadsınamayacak kadar büyük olması sebebiyle iki ülke arasındaki gerginliğin uzun vadeli olması zaten beklenemezdi.

Diğer taraftan, Brexit süresince Türkiye karşıtı bloğun tuzağına düşen Başbakan Cameron ile de bir araya gelen Erdoğan, görüşmede Cameron’un tutumunun ikili ilişkilere zarar verdiğini ancak buna rağmen Türkiye’nin Londra ile ilişkilerini geliştirmekte önyargılı olmayacağını vurgulaması ikili ilişkilerin seyri açısından pozitif bir adım olmuştur. Referandum sonrasında AB’den çıkacağı kesinleşen Londra’nın küresel siyasetteki pozisyonunu koruyabilmek ve bilhassa Ortadoğu’daki pozisyonu güçlendirmek için NATO’da daha fazla rol almak isteyeceği aşikârdır. Ancak, Türkiye’nin bölgedeki birçok denklemde doğrudan taraf olmasından ötürü Londra’nın Ankara ile ilişkilerini daha fazla güçlendirmesi gerecektir. Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Bakir İzzetbegoviç, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Ninisto, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Estonya Başbakanı Taavi Roivas ve Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile de bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, zirve boyunca Karadeniz’de artan tehditler konusu ile DAEŞ ve Suriye’deki kriz için küresel işbirliğinin yetersizliğini dile getirmiştir. NATO’nun Türkiye’nin sınır güvenliğine daha fazla katkı yapması gerektiğini de vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu talebi zirvenin sonuç bildirgesinde yer bulmuştur. Kamuoyu ile paylaşılan sonuç bildirgesinin dört maddesinde (36, 57, 92 ve 94) doğrudan Türkiye’ye atıf yapılarak DAEŞ ile mücadele kapsamında gönderilecek AWACS erken uyarı ve gözlem uçaklarının uluslararası ve Türkiye hava sahasında uçması yönünde mutabakata varılmıştır. NATO bu dâhilde aslında Suriye ve Irak’ın hava sahasını da gözlem altında tutmak için Türkiye’ye yeni bir görev tahsis etmiş ve ittifakın güney kanadını güçlendirmiştir.

NATO’NUN GELECEĞİ VE ÖNCELİKLERİ
Soğuk Savaş döneminde belirli ve sabit bir tehdidi bulunan NATO, bu dönemin sona ermesiyle uzun bir süre varoluş sebebini kaybetmişken 2000’li yılların başında ortaya çıkan küresel terörizm, NATO’nun aradığı yeni varoluş sebebinin odağında yer almaya başlamıştır. Özellikle Varşova’daki zirveyi hesaba kattığımızda NATO’nun Soğuk Savaş döneminde “öteki” olarak gördüğü Rusya ile yeni bir gerilim yaşamak istemediği; bunun yerine küresel terörizm ve küresel terörizm ile ilintili bölgesel terörizm meselelerine ağrılık vermek istediği görülmektedir. Ancak, NATO’nun aksine Rusya’nın bilhassa Karadeniz’deki güç dengesini “kırmızı-çizgi” olarak görmesi ve bunu Gürcistan, Kırım ve Ukrayna’da doğrudan uygulamaya koyması NATO’nun Rusya ile olan diyaloğunun daha fazla ilerlemesini engellemektedir. Buna rağmen, NATO önümüzdeki süreçte AB ile güvenlik alanında daha fazla işbirliğine giderek Rusya ile diyalogunu sürdürmeye devam edecektir. Zira içerisinde bulunduğumuz dönemin ülkeleri bloklaşmadan ziyade işbirliğine zorlaması NATO ve Rusya için karşılıklı işbirliğine dayalı adımların atılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Diğer taraftan, NATO’yu gelecekte tehdit edecek asıl unsurun Atlantik’in değil Pasifik’in doğusunda yer aldığı gözükmektedir. Dünyada bilişim altyapısını en hızlı geliştiren ülke olması sebebiyle Çin, siber uzayda NATO için daha önemli tehditler arz etmektedir. Anlık siber saldırı haritaları incelendiğinde dünyadaki her iki siber saldırının kaynağının Çin’den NATO ve AB üyesi ülkelere yönelik olması aslında NATO için açık bir tehdit unsuru oluşturmaktadır. Bu sebepten NATO’nun gelecek planlarında Çin’den gelecek muhtemel, bilhassa siber, tehditlere daha fazla yer vermesi gerekecektir.

Ayrıca, “ortak savunma” anlayışına dair tarihsel bir varoluş misyonu bulunan NATO bu konuda hala eleştirilmektedir. Özellikle Türkiye’nin DAEŞ ile mücadelesinde ve Rusya ile yaşadığı uçak krizi sonrasında NATO’nun beklenen desteği verememesi ittifakın hukuki olarak teminat altına aldığı “ortak savunma” misyonunu her geçen gün daha fazla tartışmalı hale getirmektedir. Üye ülkeler arasındaki koordinasyon eksikliği ve yük paylaşımında (burden-sharing) yaşanan sıkıntılar da hesaba katıldığında ittifakın gelecekte “NATO şüpheciliği” (NATO-skepticism) olgusu ile daha fazla meşgul olacağı görülmektedir.

Özetle, Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni siyasi, askeri ve güvenlik sorunlarla yüzleşmek zorunda kalan NATO için bu zirve de önceki zirveler gibi önemli bir süreç olmuştur. Ancak, NATO’nun siber güvenlik, enerji güvenliği ve çevre güvenliği gibi geri planda kalan güvenlik alanlarında hala beklenen atılımı yapamaması ittifakı gelecekte bu alanlarda daha kapsamlı sorunlarla baş başa bırakacaktır. Bu dâhilde, dünyanın en büyük organize güvenlik oluşumu olan NATO’nun zaman kaybetmeksizin geri planda kalan bu alanlarda kapsamlı politikalar üretmesi gerekecektir. Bunun yanı sıra, NATO ve Rusya arasındaki güven sorunu sebebiyle iki taraf arasında “Soğuk Barış” döneminin bir müddet daha devam etmesi beklenmektedir.

[Star Açık Görüş, 17 Temmuz 2016].