SETA > Yorum |
NATO Zirvesi ve Füze Kalkanı Projesi

NATO Zirvesi ve Füze Kalkanı Projesi

NATO Lizbon Zirvesi'nden çıkan yeni stratejik konsept, önümüzdeki dönemde dünya düzeninin parametrelerini ortaya koyması bakımından önemlidir.

NATO Lizbon Zirvesi'nden çıkan yeni stratejik konsept, önümüzdeki dönemde dünya düzeninin parametrelerini ortaya koyması bakımından önemlidir.

Analizin tamamını indirmek için tıklayın

19-20 Kasım 2010 tarihleri arasında Lizbon’da gerçekleştirilen NATO Zirvesi arifesinde Türkiye’nin gündemine oturan Füze Kalkanı Projesi’nin geçmişini Soğuk Savaş’ın sona erdiği ilk yıllara kadar götürebilmek mümkündür. Bununla birlikte projenin hayata geçirilmesine yönelik fiili çalışmalar Başkan George W. Bush döneminde başlamıştır. Projenin ABD’nin ulusal savunması kapsamında öngörülen ilk halinin Rusya’nın aşırı tepkisini çekmesi üzerine proje Başkan Barack Obama döneminde revize edilmiştir. “Aşamalı uyarlanabilir yaklaşım” adı altında tasarlanan yeni proje, İran’ın tahmini balistik füze geliştirme kapasitesine paralel şekilde füze savunma sistemini aşamalı olarak hayata geçirmeyi öngörmektedir. Avrupa’nın bu tehlikeden korunması kapsamında belli ülkelere radarlar, belli ülkelere ise savunma füzeleri konuşlandırılması planlanmaktadır. Türkiye, tehdit gelmesi beklenen Ortadoğu bölgesinde 1.000 kilometre bandında radarların yerleştirilmesi için en uygun ülke olarak tanımlandığı için bu yönde ABD yönetiminin talepleri ile karşı karşıya kalmış ve Türkiye’nin taşıdığı tereddütler İran ile ilişkilerine yorularak bir kez daha “eksen kayması” tartışmalarını gündeme getirmiştir.

19-20 Kasım 2010’da Lizbon’da yapılan zirvede Türkiye’nin “evet” oyu ile birlikte ittifakın yeni stratejik konsepti kabul edilmiştir. Bu kapsamda, ittifakın füze saldırıları gibi tehditlere karşı savunma yöntemleri geliştirmesi onaylanırken, “kolektif savunma” ilkesine yapılan atıfla sistemin üye ülke savunma sistemlerinden de yararlanarak ittifak topraklarının tümünü koruyacak şekilde geliştirilmesi karara bağlanmıştır. NATO Lizbon Zirvesi ardından Türkiye’de tartışmalar her ne kadar füze kalkanının teknik detaylarına kilitlenmiş olsa da, zirveden çıkan yeni stratejik konsept, önümüzdeki dönemde dünya düzeninin parametrelerini ortaya koyması bakımından çok daha önemlidir.

Elinizdeki çalışmada, öncelikle füze kalkanı projesinin gelişimine, fikri alt yapısına değinilecek ve projenin aldığı son hal siyasi arka planı ile birlikte aktarılacaktır. Daha sonra projenin temelini oluşturan İran tehdidi algısının nereden kaynakladığı ve bunun gerekçeleri irdelenecektir. Son olarak Türkiye’nin projeye dâhil olma süreci çerçevesinde, Türk-Amerikan ilişkileri ve Türkiye’nin izlediği politika analiz edilecektir.

**

Füze Kalkanı Projesi her ne kadar Türkiye’nin de konuya dâhil olması ile birlikte 2010’un başından itibaren Türk kamuoyunun gündemini meşgul etse de projenin gelişimini izlemek için Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından yeniden şekillendirilen ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerine bakmak gerekmektedir. ABD Başkanı George Bush’un “Yeni Dünya Düzeni” olarak nitelendirdiği bu dönemin başlangıcında, 1991 yılında, yayınlanan ulusal güvenlik stratejisi belgesi ABD’nin Soğuk Savaş’ın ardından dünya algısının nasıl şekilleneceği göstermesi bakımından önemlidir. Yeni dönemdeki düşmanın ana hatlarını çizen bu belgede, tek ve somut bir düşman yerine çeşitlenen ve biçim değiştiren tehdit unsurlarından bahsedilerek, bunların Amerikan çıkarlarına zarar verebileceği üzerinde durulmuştu. Her ne kadar Soğuk Savaş sona ermiş bile olsa, stratejide de belirtildiği gibi, devam eden ekonomik rekabet içinde ABD bölgesel çatışmaların yaratacağı güç boşluklarının kendi çıkarlarına ters şekilde doldurulmasını istememekteydi. Bu nedenle Amerikan çıkarları açısından istikrarsızlık yaratabilecek tehditlerin tanımlanması ve bunlara karşı tedbirlerin alınması önemliydi. Bu amaç, ABD’nin ulusal güvenlik stratejilerine şekil veren ana eksen oldu.

Bill Clinton’ın başkanlığı ile birlikte yeni döneme damgasını vuracak ulusal güvenlik stratejisi netlik kazandı. Bu dönemde ABD çıkarlarına yönelik tehditlerin açık bir sınıflandırmasına gidildi. 1997 yılında yayınlanan ulusal güvenlik stratejisi belgesinde “Bölgesel ya da Devlet Merkezli Tehditler” başlığı altında bazı ülkelerin ABD’nin yaşamsal çıkarlarını tehdit etme niyetinde oldukları; bu ülkelerin nükleer, biyolojik, kimyasal silahlar da dâhil olmak üzere saldırı kapasitelerini artırmaya çalıştıkları üzerinde duruluyordu. Aynı belgede “Kitle İmha Silahlarından Kaynaklanan Tehdit” başlığı altındaysa bu silahların küresel güvenlik için en büyük tehdit olduğunun altı çizilerek, ABD’ye düşman ve dünya güvenliğini hedef alan ülkelerin bu tür silahlara sahip olmalarının kabul edilemez olduğu ifade edilmekteydi. Silahların kontrolünü sağlamanın önemi ile birlikte, 1998 stratejisinde füze savunması başlığı altında kısmen yer verilen ulusal füze savunma sistemi, 1999’daki stratejide derinlemesine ele alındı. Burada ABD’nin uzun menzilli kitle imha silahları geliştirmekte olan devletlerden tehdit algıladığı vurgulanarak, “serseri” devletlerden gelebilecek kıtalararası balistik füze saldırısı ihtimaline karşı bir savunma sistemi ihtiyacından bahsedilmekteydi. Bu dönemde 1972’de imzalanan Anti-Balistik Füze Anlaşması Rusya ile ABD’nin sahip olacağı füze sistemlerini sınırlandırdığı için ABD’nin elini kolunu bağlamaktaydı. ABD başlarda anlaşmanın ulusal füze savunma sistemi kurmasına izin verecek şekilde güncellenmesini gündeme getirdiyse de, Başkan George W. Bush tarafından 2001 senesinde resmen anlaşmadan çekileceklerinin açıklandı ve Haziran 2002 itibari ile ABD tek taraflı olarak anlaşmayı feshetti.

ABD’nin kendi ulusal füze sistemini hayata geçirmesinin önündeki engelin kalkması ile birlikte füze savunma sistemi üzerinde çalışmalar başlatıldı. Başkan Bush 16 Aralık 2002’de balistik füze savunması hakkında ulusal politikayı belirleyen Ulusal Güvenlik Başkanlık Yönergesini (National Security Presidential Directives) imzalayarak bu konuda ilk adımı attı. Bush dönemindeki planda, doğudaki “güvenilmez devletler” den gelecek uzun menzilli füze tehdidine karşı 2004 sonuna kadar ulusal füze savunma sisteminin kurulması öngörülmüştü. Amerika ve Avrupa ayaklarından oluşan projede, karaya ve gemilere yerleştirilecek savunma füzeleri uzaydaki uydularla desteklenecek ve kurulacak network ile komuta ve kontrol sağlanacaktı. Aralık 2004’te Kuzey Kore’nin uzun menzilli balistik füzelerine karşı Alaska’da kurulan füze rampalarına beş tane savunma füzesi yerleştirilmesi ile projenin ilk aşaması kısmen gerçekleştirilirken Kaliforniya’ya da yerleştirilen bir dizi füze ile sistem desteklendi. Daha sonra Alaska’da füzelerin sayısı 24’e çıkarıldı. Ayrıca Grönland ve İngiltere’deki erken uyarı ve izleme radarlarının projeye uygun şekilde yenilenmesi için anlaşmalar yapıldı. Bu kapsamda İngiltere, North Yorkshire’da iki üssünün kullanılmasına izin verdi.

Ancak sistem henüz kurulum aşamasındayken bile ağır eleştirilerin hedefi haline gelmişti. Özellikle sistemin operasyonel başarısı üzerinde ciddi şüphelere neden olan bu eleştiriler, sistemin test edilmediği ve bir takım teknolojik problemlerin varlığı üzerine yoğunlaşmaktaydı. Buna göre, Alaska ve Kaliforniya’daki savunma füzelerinin uzun menzilli füzeleri durdurmadaki başarısı Pentagon’un tahminlerinden çok uzaktı. Buna karşın Bush yönetimi kurulan sistemi kısa menzilli füzelere karşı karada ve denizde konuşlu balistik füze savunma sistemi ile destekleyeceklerini açıklayarak proje üzerindeki ısrarını sürdürdü.