7 Şubat tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın “şüpheli” sıfatıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından sorguya çağrılması Ortadoğu basınında da geniş şekilde yer aldı. Gelişmeye ilişkin haberler Arap ülkelerinde çok sayıda yayın organında yer bulurken, konuya ilişkin çeşitli analizler de gazete sütunlarında yayınlandı. Ortaya çıkan bu görüntü, aslında 7 Şubat müdahalesinin, Türkiye’nin sınır ötesi etkinlik ve imkânlarını nasıl etkilediğini ortaya koymakta. Yargı-polis ikilisinin ortak girişiminin sonuçlarının, dış politika ve bölgesel gelişmeler bağlamında okunması, konuya ilişkin bir nevi “söylemlerin” test edilebileceği bir zemin de teşkil ediyor.
İSRAİL’İN “ŞÜPHE” UYANDIRAN SESSİZLİĞİ
Türkiye’deki gelişmeleri “yerinden” takip eden, hemen her konuda yorumlara yer veren ve içerdeki güç dengelerine ilişkin analizler yayınlayan Haaretz, Yediot Ahranot, İsrail Hayom, Maariv ve The Jerusalem Post gibi İsrail basınının önde gelen gazeteleri son yaşanan krize ilişkin tek bir yoruma-analize sayfalarında yer vermedi. Konuya dair verilen haberlerin son derece mesafeli, kısa ve yorumdan arındırılmış olmasının yanı sıra haberlerin Reuters kaynaklı olduğunun da altı çizilmişti. İsrail basınının bu sessizliği, Ocak ayında The Jerusalem Post gazetesinde çıkan yorumlarla beraber okuduğunda daha dikkat çekici bir hal alıyor. The Jerusalem Post'ta, Oren Kessler imzasıyla çıkan bir yorum yazıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kanser olduğu iddiası dillendiriliyor ve Post-Erdoğan dönemine ilişkin Ankara’da hareketliliğin başladığı savunuluyordu![1] Yine Ocak ayında Barry Rubin imzalı bir başka yazıda ise Türk dış politikası, TBMM’nin reddettiği 1 Mart tezkeresinden başlamak üzere, İsrail’le gergin ve İran’la sıcak ilişkilere kadar bir liste çıkarılarak yerden yere vuruluyor, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı ilginç bir şekilde “Batıya karşı İslam dünyasıyla ittifak stratejisi” olarak özetleniyordu![2] Bu noktada hatırlanması gereken başka bir husus ise İsrail medyasının Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarı olmasına müteakip bu atamaya yakından ilgi göstermiş olması. Fidan’la ilgili haberlerini uzun dönem sürdürmüş olan İsrail medyası, Müsteşar Fidan’ın “harcanabileceği” bir kriz ortamında ise sessiz kalmayı tercih etti. “İlgisizlik” medya ile de sınırlı kalmadı, İsrail resmi makamları da Türkiye’nin yaşadığı en ciddi krizlerden biri karşısında herhangi bir tepki vermemeyi seçti. Türkücü Nihat Doğan’ın kendine yönelik “İsrail komplosu” iddiasına (!) bile yorum yapan İsrail Elçiliğinden, MİT krizinde İsrail ve MOSSAD şüphesi bağlamında dile getirilen onca suçlamaya rağmen hiçbir yanıt gelmemesi düşündürücü.
KRİZİ FIRSATA ÇEVİREN ÜLKE: SURİYE
Suriye, Türkiye’deki krizi fırsata çevirmesi bakımından bu süreçte en dikkat çekici ülke. Esad rejiminin kontrolü altındaki Suriye basını, Türkiye’de yaşanan krizi iki gelişme üzerinden okumaya ve kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye çalıştı. Bunlardan birincisi “Suriye dosyası”ndan sorumlu olduğu ifade edilen MİT Teşkilatı’nın, muhalif Albay Hüseyin Harmuş’u 100 bin dolara sattığı iddiası oldu. Rejime yakın kaynaklar ve medya, yaşanılan krizi de fırsat bilerek bu haber üzerinden Türkiye’nin muhalifleri satacağı, Türkiye’ye güvenilmemesi gerektiği yönünde mesaj verme çabası içine girdi. Diğer taraftan Suriye basınında Türkiye’de krizin muhalefet saflarında ele alınış biçimine paralel haberler yapıldı. Özellikle ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hükümeti “çete kurmak”la suçlaması, Baas Partisi’nin yayın organı Tişrin gazetesi tarafından doğrudan alıntılandı ve yayınlanan haberde Türk istihbaratı da bu bağlamda “çete” olarak nitelendirildi. Nitekim Esad yönetimi de Suriye’deki gösterilerin tırmanmasından bu yana Türkiye’deki AK Parti yönetimini silahlı çetelere destek vermekle suçluyordu.[3] Krizin Arap basınında Suriye ile ilgili bir başka ilginç yansıması ise bölgedeki sekter kutuplaşma zemininde politika üreten ve Suriye’ye müdahale lobisini yürüten çevrelerden geldi. Bu doğrultuda AK Parti hükümetini, Suriye krizinde ağır davranmak ve deyim yerindeyse Suriye halkına ihanet etmekle suçlayan kalemler, kriz ile birlikte bazı AK Parti yöneticilerinin ideolojik sebepler ya da Erdoğan sonrası hesapları nedeniyle Gülen Cemaati’nden rahatsız olduğunu savundular. Bu yorumlarda özetle “Gülen Cemaati isterse başka bir parti ile ittifak kurup, çıkarlarını koruyarak yoluna devam edebilir ancak Erdoğan ve partisi ortak hedefler için cemaatin desteğine muhtaç” iddiası dile getirildi.
[4] POST-CAMP DAVID VE YENİ TÜRKİYE
Arap basınında krizi değerlendirmede öne çıkan bir başka bakış açısı ise Arap Baharı sonrasında bölgede sarsılan Camp David düzeni ile birlikte, Türkiye’yi de kaybetmiş olan İsrail’in Başbakan Erdoğan ile hesaplaşmasıydı. El-Şark El-Evsat yazarı Samir Salha ise MİT krizinde Hakan Fidan’ın hedef alınmasının yeni bir gelişme olmadığını, iç ve dış aktörlerin Erdoğan’la hesaplaşmaya girdiğini ve bu çevreleri sükûnete erdirebilecek en asgari hedefin “Kasımpaşalı”yı devirmek olduğunu yazdı. Salha’ya göre olayın dış aktörleri bağlamında en inandırıcı seçeneğin MOSSAD ve Netanyahu hükümeti olduğunu, zira Türkiye-İsrail ilişkilerinde gelinen noktada hedefteki Hakan Fidan ve dolayısıyla Başbakan Erdoğan’ın en başta bu çevrelerin düşmanı olduğunu yazdı. Fidan’ın MİT’i içerde ve dışarda daha da etkinleştirme ve modernleştirmeye çabaladığını dile getiren Salha, özellikle istihbaratı yabancı ajanlardan temizleme hareketinin bu çevrelerde rahatsızlık uyandırdığını ifade etti.[5] Mısırlı duayen gazeteci Fehmi Huveydi ise 7 Şubat müdahalesinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef aldığını yazdı. Salha’nın analizini benimsediği görülen Huveydi’nin diğer dikkat çeken vurgusu krizin dış boyutu üzerineydi. Huveydi, Fidan’ın Türkiye çapında ve MİT içerisinde MOSSAD’a karşı ciddi bir mücadele içinde olduğu görüşüne katılıyordu. MOSSAD’ın Arap dünyasındaki faaliyetlerine dikkat çeken Huveydi, özellikle Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerinin bu durum karşısında her hangi bir önlem almamasından yakınırken, Türkiye’nin MOSSAD’la mücadelede kendi “müstakil iradesi”ni kullanmasından övgüyle bahsetti.[6] 7 Şubat müdahalesinin Ortadoğu bağlamında, gündemde olan dosyalarda meydana getirdiği tüm bu dalgalanmalar aslında gelişmenin göz ardı edilen bir başka boyutuna ışık tutuyor. Türk dış politikasını doğrudan etkileyen müdahalenin Yeni Türkiye ve Post-Camp David düzeni tartışmaları açısından da anlamlı olduğu anlaşılıyor.
[1] Oren Kessler, Speculation swirls over Erdogan’s health, The Jerusalem Post, 5 Ocak 2012, http://www.jpost.com/International/Article.aspx?id=252267. [2] Barry Rubin, The Region: Bright future ahead for Erdogan, The Jerusalem Post, 9 Ocak 2012, http://www.jpost.com/Opinion/Columnists/Article.aspx?id=252780. [3] El Muarazati’t Turkiyye: Erdoğan yetezaamu isabe istihbaratiyye ye’temiru bi emrih, Tişrin, 16 Şubat 2012, http://www.tishreen.info/___poli.asp?FileName=42491052020120216053838. [4] İsmail Yaşa, Mareketi’n nufuz beyne cemaati Gülen ve hizbi Erdoğan, el İktisadiyye el Elektroniyye, 20 Şubat 2012, http://www.aleqt.com/2012/02/20/article_628355.html. [5] Samir salha, el Mossad el İsraili – Hakan Fidan... hel hiye muvacehetu’l iyad, El Şark el Evsat, 15 Şubat 2012, http://www.aawsat.com/leader.asp?section=3&issueno=12132&article=663756&search=%D3%E3%ED%D1%20%D5%C7%E1%CD%C9&state=true. [6] Fehmi Huveydi, İstiklaluna lem tesbut ru’yetuh, el Şark, 18 Şubat 2012, http://www.al-sharq.com/articles/more.php?id=279428