IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kurumlar dünya savaşı sonrası ABD öncülüğünde kuruldu ve küresel ekonominin önemli birer parçası haline getirildi. IMF ekonomik krizlere acil müdahale görevini alırken liberal piyasa şartlarını gözetti. ABD’nin izni olmadan kurtarma paketleri devreye alınmazken, Dünya Bankası ülkelerin fiziksel altyapılarını iyileştirmek için kredi verdi. Dünya Ticaret Örgütü’nün öncülü GATT sistemi ise küresel ticaretin Batılı ülkelerin hegemonyası altında sürdürülmesine yardımcı oldu. ABD ve Avrupalı müttefikleri küresel ekonomik kurumlardan ciddi oranda yarar görürken gelişmekte olan ülkeler, kalkınma kredisi ve yardımlarına bağımlı hale geldiler. Liberal ticari düzenin tavsiye kararlarını uygulayanlara IMF ve Dünya Bankası’ndan kredi verilirken, gelişmekte olan ülkeler kendi ulusal ekonomilerini koruyamadı. Yeni gelişen birçok sektör gelişmiş ülkelerin firmalarıyla rekabet gücünden yoksun olmaları nedeniyle aktörlerin kalkınma girişimleri sekteye uğradı. Verilen kredilerin geri ödenmesinde zorlanılması ise beraberinde ekonomik krizlerin daha uzun yıllara yayılmasına neden oldu. Küresel finansal kaynaklar Batılı ülkelerin kontrol ve denetimi altında iken Çin’de başlayan reform hareketleri alternatiflerin çeşitlenmesini sağladı.
Çin’in Artan Ekonomik Rekabet Gücü
Siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri olarak dünyanın en büyük kütlesini oluşturan Batılı aktörler 2008 Finans Krizi’ne kadar alternatiflerin farkında değildi. 2008’de krize giren Batılı ülkelere kıyasla Çin hem ekonomik büyümeyi sağladı hem de ihracatını artırdı. Günümüzde 6 trilyon dolarlık dış ticaret hacmiyle dünyanın en büyük dış ticaret ülkesi olan Çin 3,2 trilyon dolarlık döviz rezervini elinde bulunduruyor. Küresel döviz rezervleri 12 trilyon dolar iken Çin yüzde 25’den fazlasını artık bünyesinde barındırıyor. 3,5 trilyon dolarlık ihracatıyla dünyanın en büyük üretim merkezi haline gelen Çin, yurt dışına 2,2 trilyon dolar yatırım gerçekleştirdi. İmalat sanayii, tarım, teknoloji ve sağlık gibi alanlarda Batılı ülkelerle rekabet edebilecek konuma erişen Çin, ABD ve AB ile eşit düzeyde müzakere yürütülebiliyor. Ancak Uygurların maruz kaldığı uygulamalar Çin’e karşı negatif bir algının oluşmasına neden oluyor. ABD ve AB Çin’in artan ekonomik rekabet gücünden çekinirken korumacı önlemlere başvuruyorlar. Ancak Çin hem ABD’ye hem de AB’ye olan ihracatını her geçen yıl daha fazla artırıyor.
Dünyada en fazla ticari korumacılık önlemine maruz kalan ülke olmasına rağmen Çin küresel ticaretteki payını artırmayı sürdürüyor. Pandeminin kısıtlayıcı koşullarına karşın dünyadaki birkaç ülkeden biri olarak Çin dış ticaretini artırmayı başardı. Batılı ülkeler salgın nedeniyle ekonomik krize maruz kalırken Çin üretim gücü ve teknoloji avantajının yardımıyla krizi fırsata çevirdi. Türkiye de benzer şekilde Çin gibi küresel ticaretten aldığı payı artıran nadir ülkelerinden biri oldu. Ukrayna Savaşı’nın başlamasıyla daha fazla belirginleşen çok kutuplu dünya düzeni vurgusu Çin’in ekonomik yükselişiyle desteklenir hale geldi.Yeni İpek Yolu
BRICS G-20’nin siyasal rakibi olarak, Asya Altyapı Yatırım Bankası Dünya Bankası’na benzer şekilde, Yeni Kalkınma Bankası IMF’e alternatif olarak dizayn edilirken Yeni İpek Yolu Marshall Planlarına benzer önceliklerle işleme alındı. Bu kurumların kurulması ve gelişmesinde Çin’in önemli bir konumu bulunurken Batının hegemon olduğu kurumlara alternatifler ortaya çıktı. Asya Altyapı Yatırım Bankası bölge ülkelerine altyapı kredisi verirken Yeni İpek Yolu ile birçok ülkeye ulaşım, iletişim ve emlak yatırımı gerçekleştirildi. Uluslararası sulara bağımlılığı azaltması muhtemel Yeni İpek Yolu Projesi zaman ve maliyet açısından Çin ürünlerine olan talebi artırabilir. 2008 Finansal Krizi sonrası IMF’de Çin’in eleştirileri dikkate alınarak yapılan reformlar Pekin’in küresel yönetişimde konumunu güçlendirmiştir. İlerleyen yıllarda Çin küresel düzende reform çağrılarını yenilerken ABD’nin kurduğu kurumlara alternatifleri çeşitlendirmiştir. Ayrıca dünya genelinde az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere yatırımlar yapan, kredi veren ve hibe desteğinde bulunan Çin dış ticaret üzerinden de bağımlılık oluşturmuştur. Gelişmekte olan Güney’in temsilcisi olduğunu vurgulayan Çin, Batılı hegemon sistemin reform edilmesi gerektiğinden yola çıkarak küresel etkisini artırmaya çabalıyor.
Çin’in ekonomik yükselişin bir yansıması olarak Batılı kurumlara alternatif finansal, siyasi ve askeri kurumlar inşa edildi. Bu kurumların kuruluşunda Çin kurucu veya destekleyici olarak yer aldı. Satın alma gücü açısından dünyanın en büyük ekonomik gücüne dönüşen Çin pandemiye rağmen büyümeyi sürdürdü. 2020’de dünya ekonomisinin yüzde 17,4’ünü oluşturan Çin, 2022’de mevcut rakamı yüzde 19,9’a taşıyarak 2008 krizinde olduğu gibi krizden Batılı ülkelere kıyasla başarıyla çıktı. Bu başarı Batı hegemonyasına karşı yapılan eleştirilerin artmasını ve daha görünür olmasını sağladı. Özellikle BRICS, Asya Altyapı Yatırım Bankası, Şanghay İşbirliği Örgütü, Yeni Kalkınma Bankası ve Yeni İpek Yolu gibi oluşumların güç kazanması Batı hegemonyasına alternatiflerin çeşitlendiğini gösteriyor. Buna bağlı olarak küresel ekonomik yönetişimin parçaları olan IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nde Çin algısı dönüşüyor ve güçleniyor.[Yenişafak, 22 Eylül 2020].