Sosyal ve demokrat sözcükleri ayrı ayrı düşünüldüğünde, üzerinde geniş kitlelerin ittifak edebileceği bir sevimliliğe sahip görünüyor. Sosyal demokrat tamlamasında da belli bir sıcaklık olmasına rağmen, “müttefik kitle” biraz daralıyor. Tamlamayı, Türkiye'deki temsilcisi CHP özeline indirgeyerek kullandığımızda ise geniş kitle-lerde soru işaretleri beliriyor. Üstelik merkez sağda kendisini konumlandıran AK Parti'nin bile zaman zaman “herkesten daha sosyal-demokrat” olduğunu dile getirmesi sosyal ve demokrat kavramlarının yeniden sorgulanmasını gerektirebilir. Zira söylem düzeyinde ve hatta uygulamada AK Parti'nin CHP'den daha demokrat olduğu rahatlıkla söylenebilir; sosyallik mevzuunda ise Baykal'ın partisinin Kasımpaşalı Erdoğan'ınkinden ileride olduğunu iddia etmek zor. Bunun açıklığa kavuşması için en azından uygulamayı görmek zorunda olmamız bile, Sosyalist Enternasyonal'den dışlanan Baykal için yenilgi sayılmalı.
Sosyal devlet politikaları II. Dünya Savaşı'nın ağır bir travmaya neden olduğu, Batı Avrupa ülkelerinde sömürgeci kapita-lizmin rehabilite edilmesi ve biraz da Sosyalist Blok ülkelerine karşı ideolojik rekabet gücünün arttırılmasıyla bağlantılı olarak gelişti. Devletin, bütçeden vatandaş ve kamu hizmetleri lehine daha çok pay ayırması ve bireyin doğumdan ölüme kadar her aşamada kendisini güvende hissetmesi “sosyal devlet” kavramının özünü oluşturuyordu.
Di-li geçmiş zaman kullanıyoruz; çünkü bugün sosyal devletin Batı Avrupa'daki en uç temsilcisi sayılan Fransa'da bile, sağcı Nicolas Sarkozy, hızla yayılan küresel kapitalizme ve değişen jeo-politik konjonktüre uyum sağlamayı zorlaştırdığı gerekçesiyle, sosyal politikaların iflas ettiğini ve köklü bir değişimden geçirilmesi gerektiğini savunarak iktidara geliyor. Zira sosyal devlet politikalarının devlet bütçesinden, ekonomik üretime katkı yapamayacak kesimlere -işsiz, niteliksiz eleman, engelli, yaşlı, hasta, çocuk, ev hanımı- daha çok pay ayrılmasını icbar etmek gibi kötü bir huyu var! Örneğin, 2003 yazında 10 bine yakın yaşlı ve engelli aşırı sıcaklar nedeniyle hayatını kaybettiği zaman, Fransız kamuoyunda, sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının azalacağı, çalışanların maaşlarından yapılan kesintilerin düşeceği ve “üretimsiz” kitlenin nüfus kaybetmesiyle elde edilen tasarrufların yatırımlara yönlendirileceği gibi ihtimaller, zımnî bir sevindiriklik havasına neden olmuştu.
PARTİLERİN SOSYAL POLİTİKALARI
Anlaşılacağı üzere, seçim öncesi vaatler sıralanırken, özellikle sosyal politikalar konusuna gelindiğinde, beyannamelerin rengi grileşiyor; iktidar olunduğunda ise genelde maliye ve ekonomiden sorumlu yetkililerin ikna edici rasyonel hesapları muteber hale geliyor. Çünkü hepimizin, sosyal politikaların en önemli icra sahalarından olan milli eğitimin ilk kademesinden itibaren tanıştığımız kes(k)in bir gerçeklik var: Sayılar yalan söylemez!
Önümde AK Parti, CHP ve MHP'nin seçim beyannameleri duruyor. Biçimsel bir analizle başlarsak, iktidar partisi sosyal politikalara 40 sayfadan fazla yer ayırmış; ana muhalefet 16, MHP ise 20 sayfa civarında. “Sosyal Yapının Güçlendirilmesi” başlığını taşıyan AK Parti beyannamesinde ara başlıkları “Eğitim”, “Sağlık”, “Çalışma Hayatı”, “Sosyal Güvenlik”, “Sosyal Yardım ve Dayanışma”, “Aile, Kadın, Çocuklar ve Yaşlılar”, “Gençlik”, “Özürlüler”, “Huzur ve Asayiş”, “Din Hizmetleri” gibi konular oluşturuyor. CHP beyannamesinde biraz dağınık olarak yer alan sosyal politikalar “İşsizlik”, “Çalışma Yaşamı”, “Sosyal Güvenlik”, “Sağlık ve Engelliler”, “Eğitim ve Kültür”, “Gençlik ve Kadın” ara başlıklarıyla sıralanıyor. Beyanname boyunca “sözü uzatmayı sevmeyen bir parti” izlenimi uyandıran MHP ise, biraz daha derli toplu olarak, Sosyal ve Kültürel Politikalar başlığı altında “Eğitim ve İnsan Kaynaklarının Geliştirilmesi”, “Gençlik ve Spor”, “Aile, Kadın ve Çocuk”, “Kültür ve Sanat”, “Çalışma Hayatı ve Sosyal Güvenlik” ile “Sağlık” konularına yer veriyor. İlk bakışta CHP ve MHP'nin “Din Hizmetleri”ne; AK Parti ve CHP'nin de “Spor” konusuna özel bir yer ayırmadığı görülüyor. AK Parti'de ayrıca bir “Kültür” başlığı açmaya gerek duyulmamış. CHP'nin konuya “İşsizlik” başlığıyla giriş yapması muhalefet stratejisi açısından başarılı bir hamle.
GENEL SAĞLIK SİGORTASI
Tahmin edileceği gibi, iktidar partisinin en önemli kozu, icra makamında olmanın getirdiği avantajı kullanarak, özellikle eğitim ve sağlık alanlarında gerçekleştirdiği uygulamalardan söz etmek olmuş. Tüm vatandaşların “Genel Sağlık Sigortası” şemsiyesine kavuşacak olması ve sürdürülen “Sağlıkta Dönüşüm Programı”, okullarda teknoloji destekli eğitim ile öğrencilere nakdî ve aynî yardımların arttırılması, okullaşma oranlarının yükseltilmesi, meslekî eğitimin güçlendirilmesi bunların başında geliyor. Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddeleri iptal edilen “yoksulların primlerinin devletçe karşılanacağı” ve “18 yaş altı tüm çocukların sağlık güvencesi altına alınacağı” Genel Sağlık Sigortası” sisteminin 2008 yılında hayata geçirileceği vaat ediliyor. Ayrıca sağlık alanındaki bütün kurumların birbirine entegre edilerek online hale getirilmesi ve kimlik cüzdanı yerine “elektronik kimlik kartı” uygulamasının başlatılması AK Parti beyannamesindeki önemli ayrıntıları oluşturuyor.
Hükümetin bizzat kendi yetkililerince de yeterince başarılı bulunmadığı işsizlik konusunda ise, AK Parti beyannamesinde veriler ve rakamlarla zenginleştirilmiş bir çözüm önerileri dizisi görmeyi umanlar hayal kırıklığına uğrayabilir. Oysa bürokrasiyi yönetiyor olmanın artısı, en azından istatistikler düzeyinde ikna edici bir işsizlik ve istihdam politikasının vaat edilmesini sağlayabilirdi. Bunun yerine şimdiye kadar yapılanların aktarılması, işsizlik konusunun beyannamede zayıf kalmasına neden olmuş. Zira mevcut icraatların istihdam ve işsizlik alanında yol açtığı sonuçlar kamuoyu tarafından biliniyor ve hatta ekonomideki diğer başarılı alanlara atıfla, belli bir ölçüde hoş görülüyor.
Peki, ana muhalefet ve onun muhtemel koalisyon ortağı olarak sunulmak istenen MHP'nin seçim beyannamelerinde sosyal politikalar ne durumda? Baykal'ın partisi çok fazla ayrıntılandırılmayan sosyal güvenlik kısmında, “sağlık sisteminin tek çatı altında toplanması” ve “genel sağlık sigortası” gibi AK Parti'nin zaten vaat ettiği ve hâlihazırda uygulamakta olduğu alanlara değinerek, “tekrara düşmek”ten kurtulamamış. Yine de haksızlık etmemek gereki-yor: CHP, 9000 gün olan işçiler için emeklilik prim ödeme sayısını 7000 güne indireceğini, emeklilik aylıklarına 2008'den itibaren uygulanacak olan yüzde 30'luk “sosyal güvenlik destek primi” kesintisini de yeniden yüzde 10'a çekeceğini belirtiyor. Ancak nüfus kâğıdıyla sağlık hizmeti vaadi, AK Parti'nin “elektronik nüfus kartı” vaadiyle kıyaslanınca, nasıl denir, teknolojik olarak sanki biraz ilkel kalıyor.
Listeler açıklandığında hemen hemen bütün partiler engelli milletvekili adaylarına yer vermeme eleştirisine maruz kalmıştı; MHP, beyannamede de bu tavrını devam ettirerek şaşırtıyor: Engelli veya özürlü tanımı altında herhangi bir ara başlık bile bulunmuyor. MHP beyannamesinde konuya dair, bir yerde “AB'nin Türkiye'yi özürlü bir ülke gibi görmesi”, diğerinde de “özürlü çocukların -engelliler sadece çocuklardan ibaretmiş gibi- aile yanında korunup yetişmesi” ifadeleri göze çarpıyor. AK Parti ve CHP, aday listelerindeki “özürlü” durumu telafi etmek istercesine, beyannamelerde konuya geniş yer ayırmışlar; fakat iki parti arasında pek çok alanda olduğu gibi burada da, en azından dil düzeyinde, tartışmaya yol açabilecek bir üslup farklılığı dikkat çekiyor. AK Parti, engelli vatandaşların çoğunlukla tepkili olduğu ve devlet diline de yerleşen “özürlü” sözcüğünü kullanırken, CHP daha dikkatli davranarak “engelli” demeyi tercih ediyor.
Sonuç olarak, bugün Anayasa'da yer alan sosyal devlet ilkesi, ekonomik olarak gelişmiş Batılı demokratik ülkelerde bile yeniden tanımlanmaya ve sorgulanmaya çalışılıyor. Böylesi bir ortamda, devasa hizmet sektörünün ağır yüklerini taşımaya çalışan ve henüz kamu yönetiminde elektronik yönetim modeline geçememiş, “gelişmekte olan” bir Türkiye açısından sosyal politikalar yaman bir çelişki olarak ortaya çıkıyor: Hem toplumsal restorasyon için uygulanması zorunlu, hem de yetersiz devlet bütçesiyle kamu açıklarını kapatmakta sıkıntıya neden olacağı için sorunlu.
BEYANNAMEDE DE MUHALEFET
Buna rağmen, 22 Temmuz'da Meclis'e gireceği tahmin edilen üç partinin seçim beyannamelerine bakıldığında, sosyal devlet politikaları bakımından CHP ve MHP'nin muhalefet partilerinden beklenen dirilik ve ataklığı yeterince gösteremedikleri, bunun yerine beyannamede de “muhalefet yapmaya” devam ettikleri görülüyor. AK Parti ise, “yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” havasında; icraatlarını anlatıyor ve sorunlara teknik açıdan daha hâkim olduğu izlenimi uyandırıyor. Başbakan Erdoğan, kongre konuşmasında, ikinci dönemlerinin “sosyal restorasyon” dönemi olacağını söylemişti; bakalım bu restorasyon, beyannamede belirtilen somut başlıklarda olduğu gibi, özellikle AK Parti tabanının hassas olduğu hak ve özgürlüklerle ilgili toplumsal yaralara da teşmil edilebilecek mi?
Sosyal-demokratlık diyerek ideolojik bir kavrama gönderme yapmış olmayalım; ama sosyallik, demokratlıkla birlikte var olduğu ve bütün toplum kesimlerine hakkaniyetli biçimde dağıtılabildiği ölçüde anlam kazanıyor.