SETA > Yorum |
Kilis İçin NATO Devreye Girsin

Kilis İçin NATO Devreye Girsin

Kilis şehri, nüfusundan daha fazla sayıda göçmene ev sahipliği yapıyor. Böylesi bir durumun sosyo-ekonomik sonuçları olmaması beklenemezdi.

Sahada çeşit çeşit sorunlar olmasına karşın Kilis halkı bu meseleleri bir şekilde bastırmanın yollarını bulmuş gibi görünüyor. Neyse ki şimdilik çok ciddi bir krizle karşılaşmış değiliz. Fakat bu sıralar Kilis’in başında yeni bir mesele daha var. Suriye topraklarından gönderilen Katyuşa füzeleri Kilis’te ölüm ve yaralanmalarla sonuçlanan olaylara neden oluyor. DAEŞ tarafından atıldığı düşünülen bu füzeler Kilis’i defalardır farklı semtlerde vuruyor. Terör örgütü Kilis’teki bu sosyo-ekonomik kırılgan zemini sömürmek ve şehrin üzerinde yaratabileceği terör havasından düşmanlık üretebilmek için Kilis’i düzenli olarak hedef haline getirmektedir. Arka arkaya yapılan saldırılar Kilis’te hayatın gündelik akışına ciddi zararlar vermektedir.

Bu noktada birbiriyle alakalı üç soru ortaya çıkıyor. Birincisi Katyuşa füzeleri ne anlama gelir? İkincisi bu füzeler neden Kilis’i hedef alıyor? Üçüncüsü bu saldırı tipiyle nasıl mücadele edilebilir?

İlk olarak, Katyuşa füzelerinin ne olduğuna bakılacak olursa, bunların İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyet Rus ordusu tarafından kullanılmaya başlanan bir tür bombardıman silahı olduğu görülür. Bugün bu tür silahlar başta Suriye olmak üzere eski Sovyet müttefiki ülkelerin ordularında bolca bulunur. Düşük maliyeti ve kullanım alanı itibariyle bu ülkelerde yaygınlık kazanmıştır. Görünen o ki, DAEŞ Esed Rejimi’nin elindeki bu füzelerden önemli sayıda ele geçirmiş ve bugün bu füzeleri Türkiye’ye yönelik saldırılarında kullanmaktadır.

KISITLI MİSİLLEME
Bu füzeler asıl itibariyle bir bombardıman silahıdır. Bildiğimiz klasik anlamdaki bombardıman silahlarından kullanımı daha kolay ve seri olması bakımından ayrılır. Diğer yandan bu füzelerin hedef tutturma konusunda çok başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat en belirgin özellikleri kullanım kolaylıklarıdır. Bir kamyonetin üstünden ateşlenebilecek kadar basit bir mekanizmaya sahiptir. Herhangi bir konvansiyonel hedefe yönlendirildiğinde özellikle "vur-kaç" taktiklerine dayanan bir strateji için oldukça kullanışlı bir hale dönüşmektedir. Katyuşa füzesi fırlatabilen bir rampanın kurulduğu bir kamyon füzeyi fırlattıktan sonra hemen bölgeyi terk edebilir. Bu anlamda karşı tarafın misilleme için doğrudan bir hedef bulması zorlaşır. DAEŞ’in Türkiye sınırına yakın bir yerden bir kamyonla ortaya çıkıp sıralı füzeleri ateşlemesi ve bu alandan uzaklaşması dakikalar içinde olup bitmektedir. Bu nedenle Türk ordusu karşı tarafta bir düşman hedefi olmadığından ancak kısıtlı bir misillemeye gidebiliyor.

Tam da bu özellikleri nedeniyle DAEŞ Türkiye’ye Katyuşa füzeleri ile saldırıyor. Ve Kilis’i bilerek hedef seçiyor. Kilis’teki hayatı gündelik mecrasının ötesine taşımak, halkın üzerinde korku yaratmak, şehrin Türkiyeli ve Suriyeli nüfusu arasında bulunabilecek sorunları kaşımak DAEŞ açısından başarılı bir strateji olarak görülebilir. Çok uzun menzilli olmayan Katyuşa füzeleri için Kilis ulaşılabilir bir hedeftir. Belli bir hedefi vurmaktan ziyade alan bombardımanı yapmakta başarılı olan bu füzeleri sivil halkın hedef alındığı durumlarda kullanmak mümkündür. Bu nedenle DAEŞ Kilis tarafına yönelik bu saldırıları gerçekleştirip uzaklaşmaktadır. Belki stratejik hedefleri vuramıyor, ancak Kilis’te hayatın akışına zarar verebiliyor. Bunun da ötesinde şehirdeki sükûneti hedef alarak kargaşa yaratmak da tek başına bir stratejik hedef olarak görülebilir.

Böylesi hedeflere hizmet eden Katyuşa füzeleri belli aralıklarla kullanılmaya devam edilecektir. Bu nedenle Türkiye’nin kısa sürede bu saldırılara karşı bir savunma yöntemi geliştirmesi gerekir. Katyuşa’nın tarzı nedeniyle misilleme yöntemiyle bu saldırıların engellenmesi pek mümkünmüş gibi görünmüyor. Saldırının geldiği yöne dönen Türkiye çoğu zaman bir karşı hedef bulamıyor. Bulsa bile bir kamyonu ve rampayı kaybetmek DAEŞ’in canını yakmaya yetmiyor. Bu nedenle Türkiye’nin klasik misillemeden başka bir yöntem bulması gerekecektir. Caydırıcılığın yürümediği şartlarda savunma yönteminin devreye sokulması gerekir. Savunmanın ise farklı biçimleri vardır. Bu tarz bir saldırıya karşı gerçekleştirilecek olan savunmanın önleyici ve istihbarata dayalı bir savunma olması gerekecektir. Yani saldırılar gerçekleşmeden tespit edilmeli ve kökeninde imha edilmelidir. Fakat Suriye’nin kuzeyinde DAEŞ’in kendine edindiği güvenli bölge düşünüldüğünde Türkiye’nin sahada bu tür tedbirler almasının çok da kolay olmadığı ortadadır. Suriye’nin neredeyse tüm bölgeleri çeşitli güçlerin askeri kontrolü altındadır. Dolayısıyla farklı sınır bölgelerinde yapılabilecek operasyonlar Suriye’deki farklı gruplar arasında ani bir çatışma ihtimaline neden olabilir.

YENİ TÜR İSTİHBARAT ARAÇLARI
Örneğin sınır bölgesinde ortaya çıkabilecek bir tehdide kara kuvvetleriyle müdahil olmanın kendi içerisinde çeşitli komplikasyonları olabilir. Bu nedenle doğrudan bir kara operasyonu yoluyla savunma gerçekleştirilmesi pek düşünülemez. Türkiye şimdiye kadar kendisine yönelik saldırıları Obüsler yoluyla misillemeye giderek caydırma eğilimindeydi. Doğası itibariyle bu yeni saldırı biçimi üzerinde caydırıcılık etkisi oluşturmak pek mümkün olmadığından Türkiye’nin başka yöntemlere başvurması gerekecektir.

Aslında bu tür durumlarda başvurulabilecek en iyi yöntem yeni tür istihbarat ve saldırı araçlarını devreye sokmaktır. Günümüzde bu açıdan en önemli araç hiç şüphesiz insansız hava araçlarıdır. İHA’lar hem istihbarat toplama bakımından hem de saldırının gerçekleşeceği alana erken müdahaleyi sağlamak bakımından devletlerin terörle olan mücadelesinde onlara büyük imkânlar sunmaktadır.

Fakat Türkiye için asıl sorun tam da burada başlıyor. İnsansız hava araçlarıyla çok basit bir biçimde ortadan kaldırılabilecek bu tehdit, maalesef bu haliyle Türkiye’nin başını ağrıtmaya devam ediyor. Türkiye’nin envanterindeki insansız hava araçları, istihbarat kabiliyetleri yüksek olmasına karşın, başarılı hava saldırıları yapabilecek özellikte değil. Asıl itibariyle dünyada bu tür kabiliyete sahip İHA’ları olan ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Tek bir merkezden noktasal hedefleri gözetleyip tespit edebilecek sonra da bu hedefleri tam isabetle vurabilecek düzeydeki insansız hava araçları sadece Amerika tarafından kullanılmaktadır. Bu araçlarla gerçekleşen operasyon sayısı Obama döneminde neredeyse on katına çıktı. İnsansız hava araçlarını terörle mücadele stratejisinin temeline oturtan Obama yönetimi doğrudan kara ve hava operasyonları yapmak yerine dünyanın dört bir yanında belirledikleri terörist hedefleri İHA’larla ortadan kaldırıyor. Pakistan ve Yemen gibi terör örgütü liderlerinin yerleştiği ülkelerde Amerika özellikle liderleri insansız hava araçlarıyla tespit edip havadan imha ediyor. Bu yöntemle birçok terör örgütü lideri ortadan kaldırılmıştır. İnsansız hava araçlarının terör örgütleriyle mücadelede oldukça başarılı araçlar olduğu gün geçtikçe ağırlık kazanan bir fikir halini almaktadır.

BEŞİNCİ MADDE ZORLANMALI
Maalesef bugün Türkiye’nin böylesi etkin kabiliyetlere sahip İHA’ları yok. Türkiye’nin İHA’ları istihbarat toplama ve resim elde etme bakımından yeterli olmasına karşın, etkin silah kullanımı yeteneğine sahip değil. Bu nedenle Türkiye’nin NATO’yu devreye sokması gerekir. Türkiye bir NATO üyesidir. NATO Türkiye’nin düşman saldırılarına karşı korunması için güvence vermektedir. Irak’ta veya Suriye’de savaş olduğunda NATO Türkiye’ye nasıl Patriot bataryaları göndermekle sorumluysa insansız hava araçları sağlamakla da yükümlüdür. NATO anlaşmasının ruhu nedeniyle Türkiye’ye yapılan bu saldırılara cevap vermesinden daha doğal bir şey yoktur. Bu nedenle Türkiye’nin acilen NATO’ya bu sorumluluklarını hatırlatacak çalışmalara girmesi gerekir.

Fakat hepimiz biliyoruz ki başta Amerika olmak üzere NATO üyesi devletler özellikle son dönemde bu tür sorumluluklarını yerine getirmekten uzak durmaya çalışıyor. Bu çerçevede Türkiye’nin Ortadoğu komşularından gelebilecek bir saldırının aslında NATO’nun 5. maddesi çerçevesinde değerlendirilemeyeceğine dair zaman zaman imalar ortaya konuyor. Bu zamana kadar NATO üyesi ülkelerin Suriye performansı pek güvence vermiyor. Dolayısıyla NATO’nun böylesi bir durumda Türkiye’ye yardımcı olmayacağı Türkiye’nin gereksiz beklentilere girmemesi gerektiği düşünülebilir. Bu iddialarda doğruluk payı olmasına karşın bunlar yetersiz değerlendirmelerdir. NATO 60 yıllık kurumsallaşmış bir askeri ittifaktır ve hala uluslararası sistemin güvenlik mimarisinin temel taşıdır. Yani NATO hala gereklidir. NATO gerekliyse şayet işliyor olduğunun da ortaya konulması gerekir. Bu tür çok ortaklı ittifaklar zaman zaman güçlü partnerin zayıf partnerleri kontrol etmesi sonuçlarını doğurmasına rağmen zaman zaman da zayıf partnerlerin güçlülerin garantisini almasını sağlayabilir. Görüntü ne olursa olsun, Türkiye NATO’nun üyesidir ve NATO’nun Türkiye’yi Suriye’de sonuna kadar terk etme şansı yoktur. Türkiye’de çöken NATO Avrupa’da da çökecektir ve NATO’nun tüm üyeleri bunu bilmektedir. Dolayısıyla Türkiye 5. maddeyi zorlamaya devam edebilir.

[Star Açık Görüş, 1 Mayıs 2016].