Bir vakitler uluslararası ilişkiler alanında nam yapmış insanlara "Türkiye'yi nasıl tanımlarsınız" diye soracak olsak alacağımız cevap belliydi. Orta büyüklükte bir devlet! Aynı isimler, Türkiye'nin jeostratejik öneminden bahsetmeyi de ihmal etmezlerdi. Ne var ki Türkiye'yi her şekilde bağımlı bir aktör olarak tanımlarlardı. Onların gözünde Türkiye, Batı ittifakının parçasıydı! O kadar. Kendi ad ve hesabına hareket etmeyen, etme cesareti göstereceğine ihtimal verilmeyen bir ülkeydi Türkiye. Türkiye'nin bu bağımlılık ilişkisi içinde sıkışıp kalması için gayret edenler sadece Batılı siyasetçiler değildi. Aynı zamanda silah baronları, para babaları ve çeşitli çıkar grupları da Türkiye'yi çevrelemek ve sömürmek için çaba sarf ediyordu. Ne yazık ki bu süreçlerde Türkiye'de siyasi iktidar imkânlarını kullanan birçok kişi ve kurum da bu bağımlılık ilişkisini pekiştirmekten başka bir şey yapmadı. Belki de yapamadı. Zira ellerindeki iktidarı Batılı müesses nizama borçlu olduklarını, onun onay ve yönlendirmesiyle kullanabileceklerini varsaydılar. O nedenle yıllar yılı Türkiye'de iktidarda kalmanın şartı "Batıyla ilişkileri yürütme tekelini elinde bulundurmak" oldu. Sadece bürokratik oligarşi değil, halkoyuyla gelen siyasiler de bunu yaptı. Çünkü bahse konu siyasiler halkoyuyla gelseler de, halkoyuyla gitmeyeceklerini, Batı'nın işareti ve bürokratik oligarşinin hamlesiyle iktidarlarının yerle yeksan olacağını biliyorlardı. İşte bu eski Türkiye'nin hikâyesi. Yeni dönemde Türkiye, o eski Türkiye değil. Türkiye'de iktidarın kaynağı artık Batılı müesses nizam ve onun içerideki Batıcı temsilcileri değil. Bu da Türkiye'nin kendi ad ve hesabına hareket edebilmesi, bir bağımlılık ilişkisine saplanıp kalmaması, uluslararası alanda yeni işbirlikleri geliştirebilmesi demek. Perşembe günü, Pakistan Ulusal Meclisi'nde Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan'ın konuşmasını dinlerken aklımdan ilk geçenler bunlar oldu. Senato ve Parlamento ortak oturumunda konuştu Erdoğan. Pakistan'a girdiğimiz andan itibaren hissettiğimiz coşkulu ortamın bir benzeri Pakistan Ulusal Meclisi'nde de vardı. İktidarı ve muhalefetiyle milletvekillerinin ve senatörlerin sık sık alkışlarıyla kestiği konuşmasında Erdoğan, "Türkiye'nin ikinci istiklal mücadelesi"nden bahsetti. Pakistan'ın bu çerçevede verdiği desteğe teşekkür etti. İslam'ın adını kullanarak kirli faaliyetlerde bulunan terör örgütleriyle hep birlikte mücadele edilmesi gerektiğini belirtti. DEAŞ'ı ve FETÖ'yü birlikte zikretti. Aynı zamanda Pakistan devletine, FETÖ okullarında faaliyet gösterenlerin sınır dışı edilmesine ilişkin kararı dolayısıyla teşekkür etti. Erdoğan, İslam dünyasına da seslenerek mezhepçilik virüsünden bir an önce arınmak, İslam çatısı altında birleşmek gerektiği vurgusunu yaptı. Evet, bir kez daha bir umudun temsilcisi olarak konuştu. Aynı gün İslamabad'dan Lahor'a geçtik. Lahor'dan sonra da gece yarısı Özbekistan'a, Türkistan'ın kalbi Semerkand'a geldik. Allah bir mani vermezse bu yazı yayınlandığında yurda dönmüş olacağız. Cumhurbaşkanı gittiği her yere somut işbirliği önerileriyle ve pozitif bir ajandayla gidiyor. Türkiye'nin içeride ürettiği özgün proje ve modelleri farklı ülkelere taşımak için çaba sarf ediyor. Türkiye artık sadece söylemiyle değil, ilişkili olduğu ülke ekonomilerine yaptığı katkılarla ve somut etki gücüyle yoluna devam ediyor.
[Sabah, 19 Kasım 2016].