Meşhur hikâyedir; Prusya Kralı II. Friedrich, Berlin yakınlarındaki Postdam şehrinde kendine bir saray yaptırmaya karar verir. Saray inşa edilirken Saray yakınındaki bir değirmenin sahibi ile mahkemelik olur. Kral değirmeni satın almak ister ama değirmenci her teklifi reddeder. Bunun üzerine kral değirmenciye "Aslında biliyorsun ki bir kuruş vermeden de değirmenine el koyabilirim." der. Değirmencinin cevabı ise "Sayın ekselansları Berlin'de hala hakimler var." olur. Bir kısmı tarihi gerçeklere bir kısmı ise efsanelere dayanan bu hikâyenin işaret ettiği nokta Almanya'da, kişinin ırkına, mevkiine, dinine, cinsiyetine bakılmaksızın herkesin hukuk önünde eşit olduğudur.
Almanya'nın hukuk alanında dünyadaki birçok devlete göre adil ve tarafsız bir sistem oluşturduğu herkesin malumudur. Buna rağmen NSU cinayetleri davasının gelişimi ve ele alınış biçimi Almanya'nın bu ününe gölge düşürmektedir. Gölge düşürmektedir aslında hafif bir tabir olurdu. Daha doğrusu bugüne kadar NSU davasında ortaya çıkan olaylar, delillerin karartılması, devlet içindeki karanlık odakların üstüne gidilmemesi hukuk açısından ancak muz cumhuriyetlerinde görebileceğimiz türden bir rezalete işaret etmektedir.
NSU terör örgütünün 2000 yılı Eylül ayından 2011 Kasım ayına kadar elini kolunu sallaya sallaya Alman istihbarat örgütünün kimi üyelerinin de koruması ve desteği ile sekiz Türk bir Yunan ve bir Alman vatandaşını öldürmesi en az 14 banka soygunu gerçekleştirmesi ve Köln'de onlarca kişinin yaralandığı iki bombalı terör saldırısına imza atmış olması ve bütün bunlar gerçekleşirken kurbanların mafya üyesi olmak ve uyuşturucu ticareti ile suçlanmış olması büyük bir rezaletten başka nedir?
Daha da rezil ve kaygı verici olanı ise olaylar ortaya çıktıktan ve davanın tek şüpheli Beate Zschape yargılanmaya başladıktan sonra tüm dünyanın gözü önünde oynanan tiyatrodur. Dava sırasında davada tanık olan beş kişi şüpheli şekilde ölmüş ya da intihar etmiştir. Dava ile ilgili birçok önemli bilgi ve belge imha edilmiş ya da ele geçirilememiştir. Kısa sürmesi beklenen dava, 283. duruşmasına ulaşmıştır. Duruşması 150.000 Euro'ya mal olan davanın Alman devletine maliyeti 400 milyon Euro'yu bulmuştur. Arapsaçına döndürülen davaya kamuoyunun ilgisi azalmıştır. Bütün bu gelişmelere bakıldığında NSU davasının örneğini ancak üçüncü dünya ülkelerinde görebileceğimiz bir şekilde davanın tek şüphelisinin üstüne yıkılarak kapatılmak istendiği görülmektedir.
Yukarıdaki soruya dönecek olursak; Almanya'da hala hakimler var mıdır? Varsa bu hakimlerden beklenen bu skandalın ucu Alman devletinde nereye giderse gitsin sorumluların adaletin önüne çıkarılarak hak ettikleri cezaya çarptırılmalarıdır. Diğer taraftan dava Alman devletinde yerleşmiş olan çok daha köklü bir soruna işaret etmektedir. Daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi ırkçılık Almanya'da bürokraside ama özelliklede güvenlik bürokrasisinde kurumsallaşmış durumdadır. Bugün Almanya'da bazı kesimler hoşlansın ya da hoşlanmasın çok kültürlü çok dinli bir göçmen toplumu haline gelen Almanya'nın siyasetçilerinin kurumsallaşmış ırkçılığı acilen gündemlerine almaları gerekmektedir. Bu sorunun üstü kapatılmaya devam ettiği müddetçe yükselen yabancı düşmanı İslamofobik ve mülteci karşıtı aşırı sağ dalga göz önüne alındığında daha çok NSU terör örgütleri ortaya çıkacaktır.
NSU davası özelde Alman hukuk sistemi, genelde ise Almanya'nın demokrasisi ve insan hakları karnesi açısından bir sınav haline gelmiştir. Bugüne kadarki bütün işaretler Almanya'nın bu sınavdan kalacağını göstermektedir. Almanya'daki hakimlerden beklenen NSU davasını adil ve kamuoyunu tatmin edecek bir şekilde çözerek Alman devletini kurumsallaşmış ırkçılıktan arındıracak bir seferberliğe öncü olmalarıdır. Aksi takdirde Berlin'de hakimler var hikâyesi güzel bir masal olarak kalacaktır.
* Berlin'de hâlâ hakimler var mı?
[Zaman, 17 Haziran 2016].