Bu konudan devam edelim...
Üçüncü yanlış, “Türkiye Batı ile ittifak ilişkisini terk edip Rusya ve Çin ile ittifaka yönelmelidir” yaklaşımıdır.
Aslında Batı ile ittifakta yaşadığı sorunlar, Türkiye’nin benzer bir ittifak ilişkisini Rusya ve Çin ile kurmasının da ne kadar sakıncalı olduğunu açıkça gösteriyor.
Türkiye’nin kendisinden güçlü devletlerle kurduğu ittifak ilişkisinde yaşadığı temel problem, bu güçlü müttefikin kendisini tahakküm altına almaya çalışması ve bir süre sonra bağımsız hareket etmesine fırsat vermemesi olmuştur. 19. Yüzyılda Osmanlının önce İngiltere sonra Almanya ile yaşadığı sorun da buydu, Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin ABD ve Avrupalı “müttefikleriyle” yaşadığı sorun da.
Hepsi Türkiye’yi kendi yörüngelerinde tutmaya çalıştılar ve Ankara’nın aksi yönde çabaları karşısında ise “eksen kayması” yaygarasını bastılar.
Şimdi Türkiye, Batı’dan bağımsız hareket edebilme konusunda onca adım atmış ve bedel ödemişken benzer bir ilişkiyi Rusya ya da Çin ile ya da her ikisiyle birden kurması kesinlikle doğru olmaz.
Batı’nın Türkiye üzerindeki ağırlığını ve baskısını azaltmak için Rusya ve Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi doğrudur, ancak bu ilişkinin ittifak düzeyine çıkarılması ve Batı’ya sırt çevrilmesi doğru değildir. Zira bu ülkeler de Batılı ülkeler gibi, egemen eşitliğe dayalı bir dengeli karşılıklı bağımlılık ilişkisi yerine kendilerinin domine edecekleri bir ilişkiyi tercih edeceklerdir. Hem bunların tarihte kurdukları ittifaklardaki tutumları hem de uluslararası ilişkilerin gerçekleri bunu gösteriyor.
Bu yüzden doğru olan, Türkiye’nin Batı ile ittifak ilişkisini terk edip Rusya ve Çin ile ittifaka yönelmesi değil, bu ülkelerle ilişkilerini dış politikasındaki bağımlılıkları azaltacak şekilde dizayn etmesi ve bu bloklar arasında bir denge politikası izlemesidir...
Dördüncü yanlış, “Avrupa Birliği ile ilişkilerimizdeki sorunların temel nedeni demokrasi ve insan hakları alanlarında yaşanan problemlerdir” düşüncesidir.
Avrupa Birliği içerisinde sınırlı bazı kesimlerin Türkiye’ye bakışlarında demokrasi ve insan hakları konuları önemli olsa da, genel olarak Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinin Türkiye politikalarının bu değerler yerine kendi ülkelerinin çıkarları üzerinden şekillendiği açıktır.
Bu gerçeği görmek için Avrupa ülkelerinin Türkiye’de gerçekleşen darbeler sırasındaki politikalarına bakmak yeterlidir. 28 Şubat darbesi ve 15 Temmuz darbe girişiminin Brüksel, Berlin, Paris ve Londra tarafından desteklendiği açıktır. Bu darbeler sırasında gerçekleştirilen bütün insan hakları ihlallerine sessiz kalınarak göz yumulduğu da açıktır.
Bu örneklerde Avrupalılar açısından esas olan demokrasinin desteklenmesi değil, Ankara’daki istenmeyen, “ekseni kayan” iktidarların devrilmesi ve kendi çıkarlarıyla uyumlu çalışacak yönetimlerin gelmesi olmuştur. Bu değişimin demokratik olmayan yollarla gerçekleştirilmesi ise, çok sınırlı bazı kesimler dışında kimseyi rahatsız etmemiştir...
Beşinci yanlış, “İran’a karşı bir ABD-İsrail saldırısı Türkiye’nin çıkarına olur” yaklaşımıdır.
İran’ın yakın geçmişte gerek Suriye gerekse Irak’ta Türkiye’yi çok rahatsız eden politikalar izlediği doğrudur. Bu ülkedeki bazı kesimlerin Orta Doğu’da yayılmacı bir politika olarak tezahür eden girişimler içerisinde oldukları da doğrudur.
Ancak İran’ın Irak ve Suriye gibi yıkılması ve belki bir iç savaşa sürüklenmesinin bölgedeki olumsuz etkilerinin bu ülkelerde yaşanan kaostan çok daha yıkıcı olacağını tahmin etmek zor değildir. Türkiye’nin de İran’ın komşusu olarak bu tür muhtemel bir kaos ve istikrarsızlıktan en fazla olumsuz etkilenecek ülkelerin başında geleceğini tahmin etmek de zor değildir.
2010-2013 yılları arasında İran’a karşı artırılan Amerikan yaptırımlarının Türkiye’ye olumsuz etkilerinin ABD’de görülen Hakan Atilla Davası ile hâlen devam ettiğini hatırlayalım. İran’a karşı ekonomik yaptırımlar Türkiye için bu kadar olumsuz sonuçlar doğuruyorsa, bu ülkeye yönelecek kapsamlı bir saldırının olumsuz etkileri çok daha büyük olur...
Türkiye’nin çıkar ve hedefleriyle bu hedeflere ulaşması için sahip olduğu kapasitenin doğru anlaşılması, dış politikanın doğru değerlendirilmesi açısından en önemli şartı oluşturuyor.
[Türkiye, 16 Mayıs 2018]