Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Irak işgalinden bu yana bölgede muhtelif suçlar işliyor ve ne getireceği meçhul politikalar izliyor. Son yıllarda ABD’nin (özellikle de Suriye’yle ilgili yaptığı tercihler) çok büyük ölçüde ABD Merkez Komutanlığı’nın (CENTCOM) nüfuzu altında belirlendi ve tatbik edildi. Beyaz Saray’ın kararsızlığı CENTCOM’un kendi politikalarını oluşturmasını sağladı; hatta bir terör örgütünü meşrulaştırma çalışmalarına da zemin teşkil etti. PKK’nın Suriye şubesiyle ortak olarak CENTCOM, ABD vergi mükelleflerinin 1,2 milyar dolarını Marksist bir örgüte akıttı. DEAŞ’la mücadelesi ise bazı şehirlerin tamamen harap olmasıyla sonuçlandı.
Müstakil bir makaleyi icap ettirecek bir konu olan ABD siyasetinin iç dinamikleri hakkında daha fazla eleştiriye girmeden, CENTCOM’un son zamanlarda epey başına buyruk davrandığını açıkça ifade edelim. CENTCOM giriştiği mücadelede DEAŞ tehdidini büyük ölçüde püskürtmüş olsa da süreçte kullanılan yöntemler, Suriye’de ve etkilerinin uzun süre devam edeceği bölge genelinde istikrar ve güvenliğe büyük zarar verdi.
Konuyla ilgili sürdürülen medya kampanyası ve CENTCOM’un bölgede kurduğu ortaklık öncelikli odağımız olmalı. İşe Irak’tan başlayan CENTCOM Haşdi Şabi milisleriyle aktif olarak işbirliği yaptı ve DEAŞ’a karşı onlara silah ve hava desteği sağladı. Aynı milisler, ABD’nin artık “yabancı terör örgütü” olarak listelediği İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) tarafından eğitilip koordine edildiği için, muazzam derecede DMO’nun nüfuzu altında. Dolayısıyla Irak’taki Haşdi Şabi milislerinin sadakati Irak merkezi hükümetine değil, DMO’ya. Suriye’ye gelecek olursak, CENTCOM orada Marksist YPG ile ortak oldu ve birtakım Arap unsurlar ihtiva etse de YPG’nin tahakkümü altında olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDF) oluşumunda aktif olarak yer aldı .YPG ABD Ulusal İstihbarat Direktörü ve ABD eski Savunma Bakanı Ashton Carter, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve aynı zamanda DEAŞ’ı yenmek için oluşturulan küresel koalisyondaki özel temsilcisi James Jeffrey, Almanya’nın iç istihbarat servisi, Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok ve elbette ki Türk devleti tarafından PKK’nın Suriye şubesi olarak görülüyor. İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Dominick Chilcott, İngiltere’nin YPG ile PKK arasındaki yakın bağları “anladığını” söyledi. PKK ile YPG arasındaki organik ilişki bağlamında, PKK’nın ABD, Türkiye, İngiltere, Çin, Brezilya, İsviçre, Hindistan, Mısır ve Avustralya, Avusturya, Azerbaycan, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İran, Japonya, Kazakistan, Kırgızistan, Hollanda, Yeni Zelanda, İspanya, Suriye, Avrupa Birliği ve NATO tarafından terör örgütü olarak nitelendirildiğini hatırlayalım.
Bu bariz gerçeklere rağmen, CENTCOM bu terör örgütünü aktif olarak desteklemekte. CENTCOM yalnızca SDF ile ortaklık yaptıklarını ve YPG’nin PKK’dan ayrı görülmesi gerektiğini iddia ederken, PKK’nın kurucusu ve çok uzun zamandır da lideri olan Abdullah Öcalan’ın evlat edindiği oğlunu “meşru” bir temsilci olarak öne çıkardı. Abdullah Öcalan tarafından evlat edinilen, PKK içinde “Şahin Cilo” kod adıyla meşhur ve bir zamanlar Kandil dağlarında üst düzey bir terörist olan Ferhat Abdi Şahin Suriye’de bu sefer SDF’nin komutanı “Mazlum Kobane” olarak ortaya çıktı. Ferhat Abdi Şahin CENTCOM yetkilileriyle yalnızca poz vermekle kalmadı, aynı zamanda SDF’nin eski sözcüsü olan Tarık Silo’nun ifadelerine göre CENTCOM’un Suriye’deki ana bağlantısı oldu. Ayrıca ABD’nin DEAŞ’a karşı Küresel Koalisyon eski Özel Temsilcisi Brett McGurk, Öcalan’ın Marksist görüşlerinin propagandasını yapmak için kitaplarını tercüme eden ve Suriyeli kıdemli bir PKK teröristi olan Polat Can’a bir plaket takdim etti. CENTCOM’un ortakları olarak kabul edilen diğer önde gelen PKK teröristleri Asya Abdullah, Ayşe Hiso, Sahoz Hasan, Nureddin Halef el-Muhammed ve Bahoz Erdal.
CENTCOM’un bu destek ve tanıtım çabaları o kadar ileri gitti ki bazı CENTCOM yetkilileri, Türkiye’yi terörist bir devlet olarak kabul eden bazı sosyal medya hesaplarını -mesajlarını “retweet” ederek- destekleme küstahlığını dahi sergiledi. CENTCOM yetkilileri tarafından “retweet” edilen bu tür pek çok hesap, adı çıkmış PKK propagandacılarından oluşuyor.
CENTCOM YPG’nin domine ettiği SDF’yi lojistik ve finansal olarak da destekledi ve şu ana kadar gruba yaptığı yardımlar, üç yılda 1,2 milyar dolara ulaştı. CENTCOM bu terörist gruba 2017 yılında 500 milyon dolar, 2018’de 350 milyon dolar aktardı; 2020 için de yine 350 milyon dolar vermeyi planlıyor. “DEAŞ’a Karşı Eğit-Donat Fonu” programına göre ABD 65 bin militan eğitecek ve bunlardan 10 binine 200 ila 400 dolar arasında değişen aylıklar verecek. Bunlara ek olarak, CENTCOM yetkilileri YPG’li ortaklarıyla kendilerini o denli özdeşleştirmiş ki ABD Merkez Komutanı Orgeneral Joe Votel, Başkan Trump’ın ABD birliklerini Suriye’den çekme kararı üzerine “bağırsaklarıma bir yumruk yemiş gibi oldum” dedi.
Fakat CENTCOM’un cürümleri bir terör örgütünü desteklemekle sınırlı değil. Mesela DEAŞ’a karşı gerçekleştirdiği hava harekatında binlerce sivilin hayatını kaybetmesine ve Rakka gibi bazı şehirlerin tamamen yıkımına sebep oldu. CENTCOM’un resmi basın bültenlerine göre Rakka, Ocak 2015 ile Mart 2018 arasında 6 bin 153 kez bombalandı ve sonuç olarak, Uluslararası Af Örgütü tarafından belgelendiği üzere, şehrin yüzde 80’i imha edildi; binden fazla sivilin katledilmesinden bahsetmiyoruz bile. Rakka harekatının sonunda ABD’nin sahadaki ortakları, çevrelenmiş DEAŞ mensuplarıyla kirli bir anlaşma yaparak onların Rakka’dan salimen çıkmasına ve DEAŞ’ın elinde tuttuğu bölgelere götürülmesine izin verdiler. Yaklaşık dört bin DEAŞ üyesi CENTCOM’un gözünün önünde şehirden çıkarıldı. DEAŞ ile buna benzer tahliye anlaşmaları Münbiç ve Tabka’da da yapıldı. Rakka’nın bu denli yıkıma uğraması ise ABD’nin Türkiye ve Suriyeli muhaliflerle işbirliği yapmayı reddederek Rakka harekatını YPG’nin domine ettiği SDF ile gerçekleştirmesi yüzünden oldu. ABD yönetimi tarafından verilen bu karara, CENTCOM’un Türkiye ve Suriye muhalefetiyle ortak hareket etme seçeneğinin uygun olmadığını öne süren bir brifingini takiben varıldı. Böylelikle CENTCOM iki NATO ortağının arasındaki işbirliği yollarını tıkadı, büyük ölçüde Suriyeli Araplardan müteşekkil Suriye muhalefetinin Rakka harekatına iştirakine engel oldu ve Marksist bir terör örgütüyle çalışmayı seçti. Bu karar, şu anda hayalet bir şehir durumunda olan Rakka’nın bu denli yıkıma uğramasının arkasındaki asıl sebeptir.
CENTCOM’a yönelen bir diğer önemli eleştiri de ABD halkının ve ABD’li vergi mükelleflerinin yanlış bilgilendirilmesi ve yanlış yönlendirilmesindeki rolüdür. SDF güçleri 17 Şubat 2018 tarihinde ABD’li deniz piyadelerine saldırarak birini yaraladı. Sümen altı edilen bu olay ancak bir araştırmacı gazetecinin gayretleriyle gündeme gelebildi.
ABD ve CENTCOM yetkilileri Suriye politikalarını, İran’ı çevrelemelerine ve Tahran’dan Şam’a, oradan da Beyrut’a bir kara bağlantısı oluşmasına engel olmalarına olanak sağladığını söyleyerek haklı göstermeye çalıştılar. Bu gerekçeler SDF ile yapılan ortaklığa dair fazladan bir izahat olmakla kalmıyor, bir yandan da et-Tanf’taki ABD varlığının da temel savunusunu teşkil ediyor. Gerçekte ise ABD’nin bölgedeki müdahaleleri Tahran’dan Şam’a bir kara bağlantısının oluşmasını engelleyebilmiş değil. İran’ın Şam’a, Irak ve Suriye arasındaki el-Kâim ve Ebu Kemâl sınır geçişleri üzerinden doğrudan kara bağlantısı var. Et-Tanf bölgesi, en iyi ihtimalle İran’ı Şam’a ulaşmak için dört saat daha uzun süren yeni bir rota kullanmaya mecbur bırakmış oldu.
CENTCOM ayrıca YPG ile İran ve Esed rejimi arasındaki ilişkiyi ve işbirliğini de gizledi. Mesela ABD kamuoyu, İran YPG’ye Afrin’de lojistik destek sağladığında da, milislerini Türkiye ve Suriye muhalefetine karşı savaşmak üzere oraya gönderdiğinde de bilgilendirilmedi.
Son olarak, CENTCOM YPG’nin Marksist ideolojisini örtbas edecek şekilde “Suriye Kürtleri” olarak sunulmasında da önemli bir rol oynadı, ki bu sunum YPG’nin bütün bir etnik grupla özdeşleştirilmesi anlamına geliyor. Halbuki bölgede çok sayıda başka Suriyeli Kürt grup mevcut.
Sonuç olarak, CENTCOM’un bütün cürümleri çok büyük öneme sahip ve bunlar sahada çok büyük etki icra etti. CENTCOM’un politikaları yalnızca bir terör örgütünün ortaya çıkmasını sağlamakla kalmadı, aynı zamanda ABD’nin terörizm kavramına dair tanımlarına (özellikle de CENTCOM gibi ABD devlet kurumları mahut gruplarla ortaklık yapmaya karar verdiğinde) güvenilemeyeceğini gösterdi. DEAŞ’ın kontrolünde hiçbir bölgenin kalmadığı ve McGurk ve Votel gibi figürlerin de artık olmadığı şu sahnede, artık ABD’nin CENTCOM’un oynadığı rolü ve politikalarını çok ciddi şekilde yeniden değerlendirmesi gerekiyor.
[AA, 10 Mayıs 2019].