1. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İran ziyareti Türkiye-İran ilişkileri bağlamında ne anlam taşıyor?
Başbakan Erdoğan’ın iki günlük İran ziyareti, Türkiye ile İran’ın son iki yılda yaşanan gerginlikleri aşma yolunda önemli bir adımı olarak görülmelidir. İki ülke son dönemde, 2011 yılına kadar Batılı ülkelerin “eksen kayması” suçlamalarına yol açacak şekilde geliştirdikleri ilişkilerini iki yıl süren kısmi gerginliğin ardından yeniden ileriye taşıma kararı almış görünüyorlar. Başbakan Erdoğan’ın gezi sırasında yaptığı “kazan-kazan” vurgusu, Türkiye’nin Suriye ve benzeri konularda yaşanan bazı sorunlara rağmen İran ile ilişkilere önem verdiğini ve iki tarafın da kazançlı çıkacağı bir ilişkinin kurulmasını arzuladığını gösteriyor. İran ile çatışmacı bir ilişkinin her iki ülkeye de zarar vereceğini hesap eden bir Türkiye politikasının söz konusu olduğu söylenebilir.
2. Başbakan Erdoğan, ziyaret öncesi yaptığı açıklamada iki ülke arasında “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi” kurulacağını açıkladı. Bu mekanizma, iki ülke ilişkilerine ne tür etkilerde bulunur?
Başbakan Erdoğan’ın Tahran temasları sırasında Türkiye ile İran arasında bir “Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi”nin kurulmasına dair ortak siyasi bildirinin imzalanması ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Türkiye ziyareti sırasında bu Konsey’in ilk toplantısının gerçekleştirileceğinin açıklanması iki ülke arasındaki ilişkilerin çok ileri bir noktaya taşınması konusundaki niyetin açık bir göstergesi olmuştur. Türkiye’nin daha önce diğer Ortadoğulu komşularıyla bu tür sıkı işbirliği mekanizmaları kurduğu dönemde İran ile böyle bir ortaklığa gitmediği de hatırlanırsa, şimdi bu işbirliği mekanizmasının kurulması yönünde adım atılması Ankara ile Tahran’ın ilişkilerini 2010’daki iyi seviyenin de daha ilerisine götürmeyi amaçladıkları söylenebilir. Bu durum iki ülke ilişkilerindeki temel sorun olan “güven eksikliği”ni giderme konusunda atılmış önemli bir adım olabilir.
3. Ziyaretin, Cenevre-2’nin sürdüğü bir takvimde gerçekleşmesinin Suriye meselesine ne tür yansımaları olur?
Türkiye ile İran arasında bugün itibariyle baktığımızda en önemli sorunun, Suriye meselesi çerçevesinde iki ülkenin farklı taraflara destek vermesi olduğu söylenebilir. Ancak yine Suriye sorunu çerçevesinde baktığımızda, her iki ülkenin de bölgeyi daha fazla istikrarsızlığa sürükleyecek aşırı radikal örgütlere karşı oldukları da bilinmektedir. Cenevre’de yürütülen görüşmelerde çözüm konusunda öne çıkan asıl aktörlerin başta ABD ve Rusya olmak üzere Almanya, İngiltere, Fransa ve Çin gibi küresel güçler olduğu dikkate alınırsa, bu durumun bölgesel güçler olarak tanımlanan Türkiye ve İran’ın başarısızlığı olarak görülmesi gerekir. Ankara ve Tahran’ın gerçek birer bölgesel güç gibi davranarak işbirliği yapmaları durumunda bölgesel çözüm üretebilecekleri Suriye sorununda, bu işbirliğini yapamamaları nedeniyle bugün ikincil aktörler konumuna düşmeleri her iki ülke yöneticilerini de rahatsız etmektedir. Bugün artık bu işbirliğinin gerçekleşememesinin daha çok kimin suçu olduğuna bakmadan iki ülkenin de gerek Suriye sorununun gerekse diğer bölgesel sorunların çözümü konusunda işbirliği yapmaları zorunludur. Aksi taktirde sorunların Afganistan ve Irak meselelerinde olduğu gibi daha akut hale gelmesi ve giderek çözümün daha da zorlaşması söz konusu olacaktır. Bu da, yaşanan insanlık dramını ve ondan beslenen kini daha da artıracaktır ki, bu kin bölgenin geleceğini ipotek altına alacaktır.
4. Ziyaretin ekonomik yansımaları nasıl olur?
Başbakan Erdoğan’ın İran ziyareti sırasında imzalanan Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması, iki ülke arasında Başbakan Erdoğan’ın işaret ettiği “kazan-kazan” yaklaşımının somut bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlaşma ile Türkiye İran’dan ithal edeceği tarım ürünlerinin ticaretine kolaylık getirirken, İran da Türkiye’den alacağı sanayi ürünleri konusunda ithalat kolaylıklarına dair düzenlemeler yapmaktadır. Türkiye ile İran arasındaki ticaretin AK Parti döneminde hızlı bir şekilde artarak 2002 yılındaki 1,2 milyar dolar seviyesinden 2011 yılında 16 milyar dolara yükseldiği hatırlanırsa, Türkiye’nin “dış politikayı ekonomik kalkınmanın hizmetine sunan” yaklaşımının İran’la ilişkilerde kendisini açık bir şekilde gösterdiği görülür. Ancak son dönemde, gerek İran’a karşı BM çerçevesinde uygulanan yaptırımların etkisiyle ve gerekse Ankara ile Tahran arasında yaşanan bazı gerginlikler nedeniyle bu ticaretin daha da artırılması mümkün olmamıştır. 2012 yılında altın dışarıda bırakıldığında 15,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşen iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2013 yılında 13,5 milyar dolar düzeyine gerilemiştir. Türkiye’nin 2023 hedeflerine ulaşabilmesi için bütün komşularıyla ticaretini artırması, İran gibi büyük bir komşusuyla ticaretini ise 100 milyar doların üzerine çıkarması gereklidir. Almanya ile Fransa arasındaki yıllık yaklaşık 240 milyar dolarlık ticaret hacmi bu konuda hedef belirlenirken göz önünde bulundurulabilecek önemli bir göstergedir. Başbakan Erdoğan’ın son İran gezisi de, siyasi alanda yaşanan bütün görüş ayrılıkları ve gerginliklere rağmen ekonomik ilişkileri önceleyen yönüyle bu hedeflere ulaşmak doğrultusunda atılmış bir adım olarak değerlendirilmelidir.
5. Ziyaretin Türkiye’nin Batılı ülkelerle ilişkileri açısından yansımaları nasıl olur?
Üç sene öncesine kadar İran ve diğer Ortadoğulu komşularıyla kurduğu sıkı ilişkiler nedeniyle Türkiye’yi “eksen kayması” eleştirisiyle suçlayan Batılı ülkeler, artık kendileri de, nükleer sorun konusunda geri adım atmış olan İran ile kısmi bir yakınlaşma içerisine girdikleri için Ankara ile Tahran arasında ilişkilerin düzeltilmesi ve yeniden ekonomik işbirliğine odaklanılmasına yönelik çabalara karşı çıkmayacaklardır. Ancak İran ile Batılı ülkeler arasındaki gerginlikte yaşanan bu yumuşamanın kalıcı olup olmayacağı konusunda önemli soru işaretleri de vardır. İran’ın nükleer çalışmalarına eskisi gibi devam etmek istemesi durumunda ya da Batılı ülkelerde, İsrail lobilerinin de etkisiyle, İran’daki rejimin değiştirilmesine varan politikaların ağırlık kazanması durumunda bu ülkelerle Tahran’ın arasının yeniden ciddi şekilde bozulması söz konusu olabilir. Böyle bir durumda, önceden olduğu gibi, “müttefikleri” Türkiye’den kendi politikalarına ayak uydurmasını isteyebilirler ki, bu durumda Türkiye-İran ilişkilerinin seyrini Ankara’nın bu istekler karşısındaki tavrı belirleyecektir.
[Söyleşi: Sadık Şanlı]