Batı’da geliştirilip bölgeye adapte edilmeye çalışılan bir kavram olan “Arap Baharı”, Batılı ülkelerin Arap dünyasına demokrasi ihraç etme (demokrasi promosyonu) ve yaygınlaştırma projesini isimlendirmek, fakat gerçekte Batılı ülkelerin Arap dünyasını kontrol etmede kullandıkları aracı nitelendirmek için seçtikleri bir kavram oldu21. yüzyılın ikinci on yılının başlarında Orta Doğu’da yaşanan hızlı gelişmeler sırasında, kısa sürede Araplar ve Müslümanlar dahil bölgedeki hemen herkes tarafından benimsenen ve kullanılan bu kavramla, Batılıların da teşvikiyle, Orta Doğu’ya ve Arap dünyasına refah, ekonomik kalkınma, özgürlük ve demokrasi gelmesi hedefleniyordu. Ancak Batı’nın genel dünya siyaseti ve bölgede yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, bu beklentilerin gerçekleşmediği, aksine bölgedeki durumun daha kötüye gittiği söylenebilir. Batı’da geliştirilip bölgeye adapte edilmeye çalışılan bir kavram olan “Arap Baharı”, Batılı ülkelerin Arap dünyasına demokrasi ihraç etme (demokrasi promosyonu) ve yaygınlaştırma projesini isimlendirmek, fakat gerçekte Batılı ülkelerin Arap dünyasını kontrol etmede kullandıkları aracı nitelendirmek için seçtikleri bir kavram oldu. Batılı devletler Arap Baharından bekledikleri sonucu alamayınca da buna karşı çıkmış ve süreci bir "Arap kışına" çevirme konusunda tereddüt sergilememişlerdir. İki yıllık bir şaşkınlık ve hazırlıksız dönemden sonra, Arap Baharı yerini Arap Kışına bırakmış; Arap dünyası askeri darbeler, iç savaşlar, başarısız devletler, yabancı işgaller, toplu katliamlar, siyasi istikrarsızlıklar, ekonomik çöküşler ve şiddet kullanan devlet-dışı aktörlerin müdahalelerinin olduğu bir ortama dönmüştür.
Yaygın bir şekilde Arap Baharı olarak adlandırılan Arap dünyasının demokratikleşme süreci, 17 Aralık 2010 tarihinde Tunuslu genç mühendis olan (fakat işsizlikten dolayı seyyar satıcılık yapmak zorunda kalan ve meyve-sebze satan) Muhammed Buazizi’nin bedenini ateşe vererek intihar etmesiyle başlamıştı. Buazizi’nin 4 Ocak 2011’de vefat etmesi üzerine Tunus halkı kitlesel gösterilere başlamış ve 14 Ocak’ta tamamlanan Yasemin Devrimi ile Zeynel Abidin Bin Ali’nin 23 yıllık despotik rejimini yıkmıştı.
Tunus’ta yaşanan gelişmeler domino etkisi göstererek diğer Arap ülkelerindeki ayaklanmaları tetiklemiş ve kısa süre içinde tüm Arap dünyasında dev bir gösteri dalgası oluşmuştu. Tunus’tan sonra Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve Bahreyn’e sıçrayan gösteri dalgası Mısır ve Libya’da başarılı rejim geçişleriyle sonuçlanırken Yemen ve Suriye’de devlet otoritesinin çökmesiyle neticelendi. Bu geniş kapsamlı protestoların dışında Suudi Arabistan, Cezayir, Ürdün, Irak, Lübnan, Fas, Umman ve Moritanya’da da küçük çaplı gösteriler, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar oldu.
2011 ve 2012 yıllarındaki ilk dalgadan sonra da Arap isyanları ve protestoları farklı ülkelerde devam etti. Son bir yılda gerçekleşen protestoların sonucunda Irak, Lübnan, Cezayir ve Sudan’da hükümet değişiklikleri oldu. Ayrıca Mısır’da da gerçekleşen kitlesel protesto gösterileri despotik Sisi rejimini sarstı, fakat yıkamadı. Gözlemciler bu yeni protesto dalgasını, aslında bitmeyen Arap Baharının ikinci versiyonu olarak nitelendiriyor. Sorunların devam etmesi nedeniyle, herhangi bir Arap ülkesinde her an kitlesel bir protesto dalgası beklenebilecek durumdadır.
Arap halklarının talepleri
Arap isyanlarının ilk günlerindeki protesto gösterileri incelendiğinde, en çok dile getirilen en radikal talep mevcut yönetimlerin düşmesiydi. Arap dünyasındaki rejimler sürdürülebilir durumda değillerdi. Yönetimlerin ve yaşam şartlarının değişmesi dışındaki halk taleplerini ise üç ayrı başlık altında toplamak mümkündür: Ekonomik, siyasi ve toplumsal.Arap halklarının ilk ve en önemli talebi ekonomik özgürlüklerin sağlamasıydı. Yani fakirlikten ve işsizlikten kurtulmaktı. Kötü yaşam şartları, Arap isyanlarının derinde yatan en önemli sebebi olarak nitelendirilebilir. Örneğin isyan ateşini yakan Buazizi de mühendislik okuduğu halde mesleğini icra edememiş, seyyar satıcılık yapmak zorunda kalmıştı. Devlet buna da müsaade etmemiş, üstüne bir de zabıtanın kendisine hakaret etmesi ve tokat atması eklenince, Buazizi dayanamayıp intihar etmişti.
Olumlu veya olumsuz etkileriyle Orta Doğu bölgesinde ve Arap tarihinde önemli bir kırılmaya yol açan ve bir milat olarak kabul edilen Arap Baharı, bazı Arap ülkelerinde yaşanan adaletsizlikleri ve haksızlıkları en azından belirli bir süre için ortadan kaldırdı. Arap isyanları ve devrimleri Arap halklarında ciddi bir siyasi bilinçlenmeye yol açtı.Dünyada zenginle fakir arasındaki uçurumun ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin en büyük olduğu bölge Orta Doğu ve Arap ülkeleridir. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bazı ülkeler dünyada kişi başına düşen en yüksek gelire sahipken Sudan, Moritanya ve Yemen gibi Arap ülkeleri en fakir ülkelerin başında geliyorlar. Bazı aileler ve kesimler lüks ve şatafat içinde yaşarken, geniş bir halk kesimi fakruzaruret içinde yaşamaya mahkûm edilmiştir. Hatta bazıları giyecek kıyafet ve karnını doyuracak gıda temininde bile zorlanmaktadır. Zengin ülkeler halklarından gelen tepkiyi daha çok ekonomik imkanları seferber ederek karşılamaya çalıştılar. Fakir ülkeler ise bu imkanlardan mahrum oldukları için rejim değişikliğine engel olamadılar.
İkinci talep kategorisi siyasi haklardır. Siyasi hakların en başında siyasal katılım hakkı gelmektedir. Arap halkları artık nasıl yönetileceklerine karar vermeyi ve kendi kaderlerini belirleme hakkını kullanmayı bir onur meselesi olarak görmektedir. Hükümetlerin kendilerini dikkate almasını talep etmekteler.
Üçüncü grup talep de toplumsal ve kültürel haklardır. Tunus gibi pek çok Arap ülkesinde halkına yabancı rejimler iktidardaydı. Halklarda bir kültürel güvenlik endişesi hâkimdi. Medeniyetini ve kültürel değerlerini kaybetmekle karşı karşıya kaldıklarını hissettikleri için, ülkelerinin rejimlerine tepki vermeye başladılar. İsyan dalgasından en çok etkilenen Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve Suriye gibi ülkelerin “modernist cumhuriyet rejimleri” olması da bundandır. Dolayısıyla geleneksel monarşiler isyanlardan daha az etkilendiler.
Bölge ülkelerinin Arap Baharına bakışı
Bölge devletlerinin neredeyse tamamı Arap Baharına endişeyle baktılar. Sadece Türkiye ve Katar yönetim değişikliklerine sempatiyle baktı ve yeni aktörlerle yakın ilişkiler kurdu. Geleneksel olarak statükodan yana olan devletler, Arap Baharının Arap Kışına dönmesi için ellerinden geleni yaptılar. Siyasi istikrarı ve tedrici bir değişim sürecini önceleyen Türkiye ve Katar, kriz bölgelerine daha çok insani yönden yaklaştılar. Mesela, bu siyasetin bir örneği olarak Türkiye, ülkelerindeki kaostan kaçıp gelen yaklaşık dört milyon bölge insanına ev sahipliği yapmaktadır.
Kapsamlı gelişmelere ve değişime rağmen, Arap ülkelerinde 2011’deki isyanların fitilini ateşleyen sorunlar hâlâ büyük oranda ortada duruyor, hatta bazı ülkelerde daha da derinleşmiş durumda. Bilinçlenen Arap halkları, 2011-2013 döneminde yarım bıraktıkları süreci bir gün tamamlamaya kararlılar; sadece zamanlama konusunda daha dikkatli davranıyorlar.Yeni dönemde şekillenen İsrail, Suudi Arabistan ve BAE ittifakı Arap rejimlerinin düşmesini engellemeye çalıştı ancak muvaffak olamadı. Bu üç ülke önce Mısır’daki Müslüman Kardeşler hükümetinin düşmesini sağladılar. Daha sonra da bölge çapında, terör örgütü olarak ilan ettikleri Müslüman Kardeşler ve ona yakın bütün aktörlere karşı tavır aldılar. Statükocu bakışlarını da revize ederek değişimci ve müdahaleci bir siyaset izlemeye başladılar. Bu çerçevede, “yeni statükoculuk” olarak adlandırılabilecek bir siyasetle hemen bütün kriz noktalarına müdahale edip gelişmeleri otoriteryenizm ve aile yönetimleri lehine etkilemeye çalışmaktalar.
Öte yandan İran ilk zamanlarda Arap Baharını gecikmeli bir devrim ihracı gibi algılayıp olumlu karşıladı. Ancak olayların Suriye’ye taşınmasıyla mezhepçi bir tavır takındı. Diğer bir deyişle, her ülkede Şiilerin lehine süreçlere dahil oldu. Örneğin, uzun süredir birlikte hareket ettiği Esed rejiminin devamı için bütün imkanlarını seferber etmekten çekinmedi. Hem ordu birlikleri hem İran’dan gönderilen milisler hem de Lübnan gibi ülkelerdeki vekil aktörlerinin müdahalesi sonucunda, yüz binlerce Suriyeli masumun hayatını kaybetmesiyle neticelenen iç savaşın sorumlularından biri de İran oldu. Benzer şekilde İran, Yemen’deki iç savaşa da doğrudan müdahil oldu ve Husilerin seçilmiş hükümete isyan etmelerini destekledi.
Küresel aktörlerin Arap Baharına tepkisi
Küresel aktörler Arap Baharının başladığı ilk iki yıl, beklenmedik olaylar karşısında protestoların başarıya ulaşmasına bazı ülkelerde dolaylı, bazı ülkelerde ise doğrudan katkıda bulundu. Fakat kısa süre içinde, yönetim değişikliği yaşanan ülkelerde Müslüman Kardeşler'in veya ona yakın hareketlerin/siyasi partilerin iktidara gelmesi, Batılı ülkeleri endişeye sevk etti. Arap isyanlarının ve devrimlerinin taşıyıcısı olan ana-akım siyasal ve toplumsal Müslüman aktörleri ötekileştirip otoriter rejimlerin yeniden tahkimi yönünde siyaset izlemeye başladılar. Hatta Batılı ülkeler, bu aktörlere destek veren Türkiye ve Katar gibi bölge ülkelerini cezalandırmaya kalkıştı.Mısır’da Sisi’nin askeri darbesini gerçekleştirmesine imkân sağlayan Batılı devletler, Sisi rejimine uluslararası platformlarda da her türlü desteği verdiler. Yine küresel aktörlerin müdahalesiyle Libya kısa sürede siyasi istikrarsızlık ve kaosa sürüklendi. ABD, Fransa ve Rusya Birleşmiş Milletler'in meşru hükümet olarak kabul ettiği Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne karşı, Libya’nın doğusunu elinde tutan ve illegal bir aktör olan General Hafter’i destekliyor. Küresel aktörler bölge genelinde daha çok seküler ve otoriter kesimlere destek vermeye çalışıyorlar. Kısacası, Batılı devletler kendilerine bağımlı rejimleri sahiplenmeye devam ediyorlar.
Sonuç
Olumlu veya olumsuz etkileriyle Orta Doğu bölgesinde ve Arap tarihinde önemli bir kırılmaya yol açan ve bir milat olarak kabul edilen Arap Baharı, bazı Arap ülkelerinde yaşanan adaletsizlikleri ve haksızlıkları en azından belirli bir süre için ortadan kaldırdı. Arap isyanları ve devrimleri Arap halklarında ciddi bir siyasi bilinçlenmeye yol açtı. Öyle ki daha düne kadar hükümetlerinin kendileri hakkındaki tasarruflarını endişe içinde bekleyen halklar, hükümetleri endişelendirmeye başladılar. Bugün artık Arap hükümetleri, belirli gelişmeler karşısında halklarının kendilerine nasıl bir tepki vereceğinin hesabını yapmak zorunda kalmışlardır.Kapsamlı gelişmelere ve değişime rağmen, Arap ülkelerinde 2011’deki isyanların fitilini ateşleyen sorunlar hâlâ büyük oranda ortada duruyor, hatta bazı ülkelerde daha da derinleşmiş durumda. Bilinçlenen Arap halkları, 2011-2013 döneminde yarım bıraktıkları süreci bir gün tamamlamaya kararlılar; sadece zamanlama konusunda daha dikkatli davranıyorlar. Son haftalarda farklı ülkelerde gerçekleşen protestolar ise bu sürecin örnekleri ve habercileridir.
[AA, 23 Aralık 2019]