Barış ve Demokrasi Partisi heyetinin Abdullah Öcalan’la gerçekleştirdiği görüşmeye ait tutanakların 28 Şubat tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanması, Türkiye siyaset kamuoyunda İmralı müzakerelerine dair tartışmaları hareketlendirdi. Tutanakların kimler tarafından ve ne şekilde sızdırıldığı tartışıladursun, ana muhalefet partisi CHP’den tutuklu PKK liderine atfedilen provokatif ifadeler hakkında sert açıklamalar yapıldı. Bu yaklaşım, kısa vadede tepki oylarını partiye kazandırabilecek olsa da, ana muhalefetin kronik meselelerde iktidara alternatif oluşturamadığı gerçeğini değiştirmiyor. Özel Yetkili Mahkemeler konusunda yaptığı muhalefeti Ergenekon davasının ötesine taşıyamadığı için önemli bir fırsat kaçıran CHP, bugün de İmralı görüşmeleri çerçevesinde yaşadığı savrulmalar nedeniyle değişim projesini ve yavaş yavaş oluşturmaya başladığı merkez parti kimliğini riske ederek müzakerelerin başarısızlığı üzerinden tehlikeli bir kumar oynuyor.
YENİLİKÇİLERİN SESSİZLİĞİ
Müzakere tutanaklarının kamuoyuna sızdırılmasının ardından CHP cephesinden ilk açıklama, Genel Başkan Yardımcısı Nihat Matkap’tan geldi. Matkap, Abdullah Öcalan’ın ortaya koyduğu vatandaşlık tanımının CHP programında yer alan ilkelerle uyumlu olduğunu ifade etti.[1] Öte yandan henüz Ocak ayında görüşmelere yeşil ışık yakan parti yönetimi, Matkap’ın açıklamalarına mesafeli durmayı tercih etti. Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi’nin Matkap’ı “maksadını aşmak” ile itham etmesi ve Kürt meselesinde CHP içerisindeki diyalog yanlısı taleplere tercüman olan Sezgin Tanrıkulu, Binnaz Toprak ve Hüseyin Aygün gibi isimlerin sessizliği, CHP’nin İmralı görüşmeleri pozisyonunu tamamen ulusalcı ellere emanet etmiş oldu.[2] İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın 4 Mart’ta toplanan Parti Meclisi toplantısında Kılıçdaroğlu’nu “partinin müzakere yanlısı olduğuna yönelik algı yarattığı” gerekçesiyle eleştirmesinin ardından parti yönetiminden de daha sert mesajlar gelmeye başladı. Kılıçdaroğlu, grup toplantısında Öcalan’ın açıklamalarına istinaden “diğer ortak” olarak tanımladığı Başbakan Erdoğan’ı kamuoyunu bilgilendirmeye çağırırken[3], parti sözcüsü Haluk Koç da sızdırma olayının “Başbakan’ın bilgisi dâhilinde” olduğunu öne sürdü.[4] Önde gelen ulusalcı isimlerden Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin, Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu’nun AK Parti’ye katılımına referans yaparak Abdullah Öcalan’a iktidar partisinin yönetiminde yer verilmesi gerektiğini söylemesi de sert söyleme katkıda bulundu.[5] Son olarak CHP lideri Kılıçdaroğlu, “hukuksuzluk” olarak tanımladığı görüşmelere müdahil olması için Çankaya Köşkü’ne çıkarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüştü.[6] Asıl ilginç olan, CHP cephesinin görüşmenin içeriğini kamuoyuyla paylaşmak bir yana, konuyu gündeme getirmeme kararı alması oldu.[7]
YAĞMURDAN KAÇARKEN DOLUYA TUTULMAK
CHP’nin İmralı görüşmeleri hakkında tutarlı bir siyaset üretememesi, aslında 2010 yılından itibaren içerisinde olduğunu iddia ettiği değişim sürecinde izlediği yöntemin bir uzantısı olarak anlaşılmalıdır. Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde son üç yılını enerjisinin önemli kısmını kendisine Baykal döneminde empoze edilen ulusalcılık kalıbını kırmaya harcayan ana muhalefet partisi, değişim sürecini zamana yayarak elindeki seçmen desteğini riske etmeden yeni oy havzalarına yönelmeye çabaladı. Bu denge siyasetinin temel göstergelerinden biri, CHP yöneticilerinin zaman zaman Kürt meselesi ve dini özgürlükler gibi tabu alanlarda yeni ve cesur açıklamalar yapmalarıydı. Nitekim ana muhalefet partisi, AK Parti iktidarının nispeten güvenlikçi bir mecraya yöneldiği 2012 yılında rakibinin boş bıraktığı alanı diyalog yanlısı bir söylemle doldurmaya çaba gösteriyordu. Bu dönemde tepki toplamayan demokratikleşme söylemi, iktidarın 2013 yılı başında doğrudan görüşmelere başlama kararıyla sıkıntı yaratmaya başladı. Bir başka deyişle İmralı görüşmeleri, risk almadan değişmek isteyen CHP’yi daha önce dengede tutmaya çalıştığı ulusalcı ve yenilikçi blokların birini gözden çıkarmaya zorladı. Muharrem İnce ile Sezgin Tanrıkulu arasında yaşanan ‘ev sahipliği’ tartışmasının yanı sıra eski lider Deniz Baykal’ın Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyelerine yönelik sert ifadeleri, parti yönetiminin kararını ulusalcılardan yana almasını hedefledi.
SON GELİŞMELER
2013 başından itibaren ortaya çıkan diyalog ortamı, İmralı tutanaklarının sızdırılmasına yönelik tepkilerin ardından daha önce PKK tarafından kaçırılan sekiz kamu görevlisinin serbest bırakılmasıyla devam etti. Son gelişmeler, aslında ana muhalefet partisinin İmralı sürecine karşı açıkça tavır alarak ciddi bir zamanlama hatası yaptığını gözler önüne serdi. CHP, tutanakların sızdırılmasını takip eden dönemde inşa ettiği söylemi devam ettirmesi durumunda ciddi bir kumar oynayacak. Zira Kürt meselesinde yaşanabilecek –aralarında ateşkesin de bulunduğu- bir dizi gelişme, kamuoyunda İmralı görüşmelerinin olumlu yansımaları olarak algılanacak ve sürece karşı tavır alan partiler için maliyet üretebilecek. Bir başka deyişle İmralı görüşmelerine herhangi bir somut verinin yokluğunda kategorik olarak karşı çıkan bir CHP, kendi itibarını çözüm sürecinin başarısızlığına endeksleme konusunda temel bir kararla karşı karşıya. Bu karar, partinin 2010 yılından beri tüm aksaklıklara rağmen canlı tutmayı başardığı değişim iddiasının da kaderini belirleyecek.
[1] Nihat Matkap: “Öcalan’ın tanımı CHP’ye uyuyor”, T24, 28 Şubat 2013.
[2] Hamzaçebi: “Nihat Matkap maksadını aştı”, Aydınlık, 3 Mart 2013.
[3] Kılıçdaroğlu: Başbakan sana güvenmiyoruz, NTVMSNBC, 5 Mart 2013.
[4] Haluk Koç’tan tutanak iddiası, Yurt, 6 Mart 2013.
[5] CHP’li İnce: İmralı’dakini de al yanına yardımcı yap, Radikal, 7 Mart 2013.
[6] Kılıçdaroğlu: Gül isterse açıklar, Gerçek Gündem, 8 Mart 2013.
[7] Akif Beki, “Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu’na ne demiş ki?”, Radikal, 14 Mart 2013.