SETA > Yorum |

AK Parti Üçüncü Yol Hareketi Olabilir mi?

Ä°ngiltere'de on yıllık baÅŸbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüÄŸünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel saÄŸ-sol ayrımlarını aÅŸmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel deÄŸerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboÄŸazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol. 

Ä°ngiltere'de on yıllık baÅŸbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüÄŸünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel saÄŸ-sol ayrımlarını aÅŸmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel deÄŸerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboÄŸazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol. 

Amerika'da Bill Clinton'ın ve Almanya'da Gerhard Schröder'in savunduÄŸu Üçüncü Yol'un en büyük sözcüsü Tony Blair'di. Onun görevden ayrılmasıyla bu açılımın nasıl bir mecraya yöneleceÄŸi belli deÄŸil. Herkesin ÅŸikayet ettiÄŸi; ama bir türlü de vazgeçemediÄŸi saÄŸ-sol ayrımının yüzeyselliÄŸini göstermesi açısından Üçüncü Yol önemli bir giriÅŸim olarak kalmaya devam edecek.

Türkiye'de bir tür üçüncü yol arayışına tekabül eden Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidardaki icraatlarıyla dört ana siyasi eÄŸilimi bir araya getirdi: Kamu yönetiminde demokrat, ekonomi politikalarında liberal, sosyal yapının güçlendirilmesinde sosyal devletçi ve kültür ve tarih tasavvurunda muhafazakâr. Bütün kriz dönemlerinde ortaya çıkan hareketler gibi AK Parti de farklı eÄŸilimleri kucaklayacak esneklikte bir siyasi program geliÅŸtirmek zorundaydı. 2002 Seçim Beyannamesi'nde AK Parti buna "muhafazakâr demokrasi" adını vermiÅŸti. Fakat 2002-2007 yılları arasındaki siyasi söylemlere ve icraatlara bakıldığında AK Parti'nin muhafazakâr demokrasi söyleminden büyük ölçüde vazgeçtiÄŸi görülüyor.

1983 yılında siyaset sahnesine çıkan Özal-ANAVATAN hareketi gibi, AK Parti de bu farklı eÄŸilimleri kucaklayarak merkeze oturma kaygısıyla hareket etti ve ediyor. 22 Temmuz seçimleri için yapılan yeni transferler aslında 2002'den bu yana devam eden "merkeze sahip çıkma" hedefinin bir devamı olarak görülebilir. Fakat farklı siyasi eÄŸilimleri, yer yer birbiriyle zıt siyasi yaklaşımları telif etmek ve tutarlı bir siyasi program izlemek sanıldığı kadar kolay bir ÅŸey deÄŸil. Tıpkı ANAVATAN gibi AK Parti de önümüzdeki dönemde bu eÄŸilimleri dengeli bir ÅŸekilde muhafaza etme mücadelesi vermek zorunda.

Dört eÄŸilim, dört sorun

DemokratikleÅŸme, insan hakları, kamu yönetiminde ÅŸeffaflık, güçlü sivil toplum, vs. konularında AK Parti, AB standartlarını yakalamak için önemli adımlar attı. DGM'lerin ve ölüm cezasının kaldırılması, MGK'nın sivilleÅŸtirilmesi, Vakıflar Kanunu'nun deÄŸiÅŸtirilmesi, partilerin kapatılmasının zorlaÅŸtırılması, iÅŸkenceyle mücadele gibi alanlarda son yıllarda önemli mesafeler katedildi. AK Parti 2002'de olduÄŸu gibi 2007 Seçim Beyannamesi'nde de ÅŸeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine büyük yer ayırıyor. Fakat bütün bu konularda son 1,5 yılda iç siyasi dengelerin de etkisiyle AK Parti'nin reform rüzgârının zayıfladığı gözden kaçmıyor.

ÖzelleÅŸtirme, yabancı sermaye ve Türk ekonomisinin dünya ekonomisiyle entegre edilmesi, AK Parti'nin rekabetçi ve dünyaya açık ekonomi politikalarının bir sonucu. Bu politik vizyonda ÅŸüphesiz AB üyelik sürecinin önemli bir payı var. Makro düzeyde Türk ekonomisinin son 5 yılda gösterdiÄŸi performans bütün gözlemciler tarafından büyük bir baÅŸarı olarak kabul ediliyor. AK Parti bir tarafta ekonomik büyümeyi saÄŸlamaya çalışırken öte tarafta cari açık ve gelir dağılımı eÅŸitsizliÄŸi gibi sorunlarla boÄŸuÅŸuyor. AK Parti gibi muhafazakâr ve kısmen Anadolu sermayesinin desteÄŸine dayanan bir partinin böylesine dışa açık, rekabetçi, küreselleÅŸme ve serbest piyasa yanlısı politikalar izlemesi kayda deÄŸer bir nokta.

Sosyal yapının güçlendirilmesinde AK Parti sosyal demokrat, hatta sol-sosyalist bir partiyi aratmayacak düzeyde politikalar izledi. Devletin saÄŸladığı doÄŸrudan yardımlar, teÅŸvik kredileri, ücretsiz ders kitabı dağıtımı, kamu finansmanlı kültür ve spor merkezleri, iÅŸsizlik sigortası, yeÅŸil kart uygulaması, ücretsiz saÄŸlık hizmetleri gibi icraatlar, sosyal politikaların yoÄŸun bir ÅŸekilde uygulandığını gösteriyor. 2002 yılında kendini "muhafazakâr demokrat" olarak tanımlayan AK Parti'nin en azından o yıllarda "sosyal devletçi" olmak gibi bir iddiası yoktu. BeÅŸ yıl sonra bu eÅŸiÄŸin çoktan aşılmış olduÄŸunu görüyoruz. Sosyal yardımlaÅŸma politikaları, küreselleÅŸme, serbest piyasa ve rekabetçilik yaklaşımını dengeleyen bir nitelik arz ediyor. AK Parti'nin bu iki zıt eÄŸilimi daha ne kadar süre bir arada götürüp götüremeyeceÄŸi merak konuÅŸu.

Kültür ve tarih tasavvurunda ise AK Parti saÄŸ-muhafazakâr eÄŸilimleri, ÅŸu ana kadar anlattığımız liberal ve sosyal demokrat kimliÄŸiyle telif etmeye çalıştı, çalışıyor. Ä°lk bakışta bu politikalar arasında zorunlu bir çatışma iliÅŸkisi yok. Kapitalizmin ruhunu en doÄŸru dindar Protestanların okuduÄŸunu söyleyen Weber'den bu yana kalkınmacı modernleÅŸme ile dindarlık arasında çatışmadan çok uyumun öngörüldüÄŸünü söyleyebiliriz. "Anadolu kaplanları" ve "Müslüman Kalvinistler", bu sürecin Türkiye'de de derin bir ÅŸekilde yaÅŸandığını gösteriyor. Fakat biraz yakından bakınca küresel sermayeyi çekmeye ve Türkiye'yi ekonomisinden medyasına, turizminden kültürüne kadar hemen her alanda dünyaya açmaya ve böylece modernleÅŸtirmeye çalışan bir partinin, hâlâ muhafazakâr bir parti olduÄŸunu söylemek kolay deÄŸil.

Bunda AK Parti kadrolarının 2002 öncesindeki siyasi serüvenlerinin ne kadar etkisi var? Necmettin Erbakan'ın temsil ettiÄŸi "romantik Ä°slamcılığa" karşı "pragmatik muhafazakârlığı" benimseyen AK Parti, bu yönleriyle Türk siyasetinde yeni bir arayışı temsil ediyor. Arayış kelimesinin altını özellikle çiziyorum; zira AK Parti'nin bütün bu farklı eÄŸilimleri tam bir tutarlılık içinde bir araya getirdiÄŸini ve böylece artık Türkiye'nin toplumsal merkezine oturacağını söylemek için henüz çok erken. Zira Türkiye içindeki siyasi dengelerin AK Parti'nin bundan sonraki eÄŸilimlerini nasıl etkileyeceÄŸini hep beraber göreceÄŸiz. Bunun kadar önemli bir diÄŸer konu, AB sürecinin önümüzdeki 10 yıl içerisinde nasıl ilerleyeceÄŸi ve bunun AK Parti'nin AB vizyonunu nasıl etkileyeceÄŸi. Bütün bu risklere raÄŸmen AK Parti herhalde Avrupa dışında Batı'yla entegre olmayı bu kadar büyük bir heyecan ve açıklıkla savunan tek siyasi hareket. Batılıların "sessiz devrim" dediÄŸi bu surecin bundan sonra nasıl ÅŸekilleneceÄŸi, aynı zamanda Türk siyasetinin de gelecek eÄŸilimlerini ortaya koyacak.

AK Parti ne kadar muhafazakâr?

Sonuçta bünyesinde barındırdığı dört eÄŸilimi tutarlı bir ÅŸekilde meczetmek, AK Parti'nin önündeki en büyük meydan okumalardan biri. Muhafazakâr bir partinin küresel geliÅŸmeler karşısında dışa açılımı vurgulaması, bunu da sosyal devlet politikalarıyla destekleyip dengelemesi, Türk siyasi hayatında çok önemli bir dönüÅŸümdür. Güncel politik kaygıların ötesinde bu, Türkiye'de siyasi merkezin ne tarafa doÄŸru evrileceÄŸinin önemli iÅŸaretlerindendir. AK Parti bu sentezi gerçekleÅŸtirebildiÄŸi takdirde, hem otantik kimlik arayışlarına, hem sosyal adalet taleplerine, hem de küresel geliÅŸmelere aynı anda dengeli bir cevap verebilecektir.

Bunu saÄŸlıklı bir ÅŸekilde yapabilmek için AK Parti, tıpkı Üçüncü Yol'un takipçileri gibi, "nereye kadar ve nasıl bir devlet" sorusunu cevaplamak zorunda. Türkiye'deki ideolojik kutuplaÅŸma ve bunun yarattığı siyasi savrulma, devletin kutsallığından yahut dokunulmazlığından çok, kimin "devletin sahibi" olduÄŸu sorusu üzerinden yaÅŸanıyor. 1950'den bu yana iktidara gelmiÅŸ bütün saÄŸ partiler gibi AK Parti de sistem nezdinde otomatik bir meÅŸruiyete sahip deÄŸil. Menderes ve Özal örneklerinde olduÄŸu gibi halkın büyük teveccühüne mazhar olmak, oyunu ve desteÄŸini almak, ekonomik ve sosyal program ve projeler üretip uygulamak, yani kısacası bir hükümetin normal ÅŸartlarında yapması gereken ÅŸeyleri yapmak, sistemin ideolojisi nezdinde meÅŸru olduÄŸunuz anlamına gelmiyor. "Gizli Ä°slamcı ajandası var" suçlamasıyla itham edilen AK Parti'nin bu meÅŸruiyet sorununu daha derinden yaÅŸadığını ve bunun AK Parti'nin lider kadrosu üzerinde psikolojik bir baskı yarattığını kestirmek zor deÄŸil.

Bu özel ve hassas durumdan dolayı AK Parti "nereye kadar ve nasıl bir devlet" sorusunu geçtiÄŸimiz beÅŸ yıl boyunca sormak istedi; ama cevabını veremedi. ÖrneÄŸin etkin, ÅŸeffaf ve denetlenebilir bir yönetim biçimi için gündeme getirilen Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılandırılması Projesi, Türkiye'nin üniter devlet yapısını zayıflatmaya ve bozmaya dönük bir giriÅŸim olarak mahkûm edildi. Seçimle iÅŸbaşına gelmiÅŸ her iktidarın normal tasarrufu olması gereken uygulamalar, AK Parti'nin önüne meÅŸruiyet, sistemi germe, devletle çatışma, vs. olarak getirildi. Bu psikolojik kuÅŸatmanın yarattığı ruh hali içerisinde AK Parti hükümetinin "devlet benim" refleksiyle icraat yapabildiÄŸini söylemek oldukça zor.

Sonuç olarak AK Parti'nin önünde duran dilemma ÅŸu: Dört eÄŸilimi birleÅŸtirmek, Türk siyasetinde yeni bir kulvar açabilecek mi? Yoksa Türkiye'nin iç siyasi ÅŸartları AK Parti'yi bir gün ANAP'laÅŸtıracak mı?

 Zaman -  30 Haziran 2007, Cumartesi