ABD’nin yeni yönetimi, bölgelerinde lider olan ülkelerle (Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya) ilişkilere özel bir ihtimam gösteriyor. Bu ülkelerin liderleri ile görüşme aralığını sıklaştırırken, bölgelerinde lider olma potansiyeline sahip ülkelerle (Türkiye, Güney Kore, Güney Afrika gibi) işbirliği arayışlarını da artırıyor.
Bu çerçevede değerlendirilen ülkelerden bir kısmı ile stratejik işbirliği anlaşmaları imzalıyor. Yıllardır devam edegelen ikili ilişkilere güvenlik boyutu da eklenerek, dost ve düşman algısının aynılaştırılmasına/ortaklaştırılmasına dayanan ileri (stratejik) ilişkiler tesis edilmeye çalışılıyor. Bu yönelimin bir örneği ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti iken, bir başka boyutu da Rusya gezisiydi. Sırada ABD-Hindistan stratejik ilişkileri var.
Bu çerçevede ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 17 Temmuz’da hem zamanlama hem de içerik itibarıyla oldukça önemli bir ziyaret gerçekleştirdi Hindistan’a. Ziyaret, Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki Uygur Müslüman azınlığının maruz kaldığı olayların hemen sonrasında; 20 Ağustos’ta Afganistan’da yapılacak devlet başkanlığı seçimlerinin ise öncesinde gerçekleşti (Hindistan Afganistan üzerinde en fazla ağırlığı olan ülkelerden biri). Çin’in Orta Asya enerji projeleri ile ilgili son zamanlarda yaptığı ataklar, imzaladığı ya da imzalamaya hazırlandığı enerji boru hattı anlaşmaları, hem Hindistan’ı hem de ABD’yi yakından ilgilendiriyor. Öte yandan Çin-Rus askerî tatbikatı, Şanghay İttifakı’nın yeni hareketlenmeleri ve ABD ile Rusya’nın Kırgızistan’daki askerî üs girişimleri de Orta Asya’da son dönemdeki hareketliliği artıran unsurlar olarak dikkat çekiyor.
Tüm bu gelişmeler, bir şekilde hem ABD’yi muhatap alıyor hem de yakın ya da uzak Hindistan sınırında gerçekleşiyor. Bu gelişmelerden Hindistan’ın ABD kadar tedirgin olduğuna dair açık işaretlerin henüz mevcut olmaması, ABD-Hindistan stratejik ortaklığının hangi zeminde gerçekleştirileceği konusunda soru işaretleri yaratıyor. Ancak Clinton ziyaretinin sonuçları netleşmeye başladıkça, resim daha da berraklaşacak ve Hint-ABD stratejik ittifakının çerçevesi, tehdit ve güvenlik algısı da değişecektir. Elbette tüm bu gelişmelere henüz Pakistan boyutu eklenmiş değil. Zira ABD’nin hem Pakistan hem de Hindistan ile ikili ilişkileri, her iki ülkede soru işaretlerine neden oluyor. Bu noktada ABD’ye düşen, bir yandan Hindistan ile tehdit algısının detayları üzerine çalışmak, diğer yandan bu iki ülkenin arasını bulmak ve ilişkileri tehdit etme noktasına gelen sürece müdahale etmek. Bu noktada ABD’nin Af-Pak Savaşı şeklinde tarif ettiği süreçteki başarısı, dar alanda bu ülkeleri ve Hindistan’ı, orta ölçekte tüm Asya politikasını, geniş ölçekte ise küresel gelişimini etkileyecek. Clinton’ın Hindistan ziyareti bu anlamıyla basit bir nezaket ziyaretinin çok ötesinde anlamlar taşıyor. Bu görüşme ve müteakip görüşmeler tüm bölgenin kaderini etkileyebilecek gelişmelere gebe.
Bu ziyaretle birlikte ABD ve Hindistan dışişleri bakanları, “ABD-Hindistan Stratejik Diyaloğu” adı altında yılda bir defa gerçekleşecek görüşmelere başladı. Bu görüşmeler, başta ikili ilişkiler olmak üzere, bölgesel ve küresel konuları kapsayacak. Ancak görüşmelerin asıl amacı, stratejik işbirliği düşüncesini rafine bir hale getirerek ilişkileri ortak çıkar, ortak kaygı ve ortak güvenlik algısına dayanan tam bir stratejik ortaklığa dönüşt&