Milliyetçi Hareket Partisinin (MHP), geçmişten bu yana Türkiye’nin siyasî hayatında sahip olduğu ağırlığın, elde ettiği oy oranlarının ötesine geçtiği bilinir. Partinin bu isim altında 1969’da başlayan macerası, 1970’lerin çalkantılı ortamında etkin bir siyasal figür olarak belirmesini sağladı. MHP, bazen parlamentoda ve hükümette ama belki de bundan daha güçlü olarak sokaklarda ülke siyasetinin rotasını çizen aktörlerden biri oldu. Partinin en baştan itibaren önem verdiği, gençlik başta olmak üzere her kesimde ve her alanda örgütlülük düşüncesi, seçim sonuçlarında ortaya çıkan tablonun çok ötesinde bir etkiye ve güce sahip olmasını sağladı. Ancak 12 Eylül 1980 darbesinin ortaya çıkardığı tahribattan MHP de yeterince nasibini aldı. Parti ve Ülkü Ocakları gibi yan kuruluşları kapatıldı; mensupları yargılandı ve bunların bir kısmı idam da dâhil olmak üzere ağır cezalara çarptırıldı. Bu durum, özellikle de cezaevi deneyimi, aşağıda detaylı şekilde değinileceği gibi MHP’nin, ideolojik öncüllerini mercek altına alması sonucunu doğurdu. Dolayısıyla partinin genel siyasal yaklaşımında dinî doz belirli ölçülerde yükseldi; ‘Türk-İslâm sentezi’ MHP’nin rotasını belirleyen ana eksen görünümü kazandı. 1993 yılında Muhsin Yazıcıoğlu ve ekibinin MHP’den ayrılmasına dek ideolojinin temel parametreleri hakkındaki tartışmaların sürdüğü söylenebilir.
‘90’lı yılların başında Soğuk Savaşın sona ermesi ve tek kutuplu bir dünya düzenine geçiş, milliyetçi hareketlerin dünya ölçeğinde güçlerini yitireceğine dair bir beklenti oluşturdu. Ancak kısa sürede bu düşüncenin bir yanılgıdan ibaret olduğu anlaşıldı ve baştaki öngörünün aksine farkı ülkelerde milliyetçi partiler güç kazanmaya başladı. Aynı süreçte, Türkiye’de terör eylemleri ve bunlara karşı devletin güvenlikçi bakış açısıyla geliştirdiği sert tepkinin doğurduğu sorunlar doruk noktasına varmıştı. Hem dünyada hem de Türkiye’de yaşanan bu olağanüstü koşullar MHP’nin oylarının giderek yükselmesini beraberinde getirdi; sonunda da Parti’yi iktidar ortağı yaptı. Ancak MHP’nin iktidarda bulunduğu süre zarfında iyi bir performans gösterdiğini söylemek oldukça zor. Kuşkusuz 1999-2002 sürecinde yaşanan tüm sorunları MHP’ye ihale etmek doğru bir yaklaşım olmaz. Yine de sorunların faturasının seçmenler tarafından koalisyon hükümetinin diğer ortakları ile beraber MHP’ye de kesildiği görüldü ve parti, 2002 seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) dışında kaldı.
MHP, son dönemde kendi siyasetinin merkezine Çözüm Süreci karşıtlığını yerleştirdi. Partinin bu konudaki sert yaklaşımının toplumsal değişim dinamikleri ile ne ölçüde uyuştuğu oldukça tartışmalı bir konudur. Ancak MHP’nin bu tavrıyla da belirli hassasiyetlerin sözcüsü olduğu açık. Bu bağlamda, Çözüm Süreci’nin istikameti, ortaya çıkabilecek olumlu ya da olumsuz gelişmelerin MHP’nin siyasal panoramadaki ağırlığının belirlenmesinde etkili olacak. Ayrıca Parti yönetiminin seçim sonuçlarından bağımsız şekilde gücünü korumasının ne ölçüde sürdürülebilir bir durum olduğunu da zaman gösterecek.