1990'lı yıllar siyasi/ekonomik/toplumsal açılardan kabus gibi bir dönemdi. Türkiye bu dönemde hem çok zarar gördü hem de çok vakit kaybetti. 2002'de daha bir yaşını yeni doldurmuş bir partinin tek başına iktidara gelebilmesinin arkasında işte bu "sevimsiz tablo" bulunuyordu. Oldukça genç ve enerjik bir nüfusa sahip olan Türkiye ekonomisi kendisine gelişecek uygun/istikrarlı bir zemin arayışı içindeydi. AK Parti 2000'li yıllarda Türkiye ekonomisine bunu az veya çok sağladı.
En başta kamu maliyesine çeki düzen verildi ve bütçe disiplini sağlandı. 1990'lı yıllarda vergi gelirlerinin yaklaşık yarısı faiz ödemelerine gitmişti. Hatta 2001 yılında faiz ödemeleri toplam vergi gelirlerinin yüzde 92.3'üne ulaşmıştı. Bu kamu maliyesinin fiilen çöktüğü anlamına geliyordu. AK Parti döneminde kamu maliyesinin "düzelmesiyle" birlikte bu oran 2017'de yüzde 11.0'a kadar geriledi (Son bir yıllık süreçte faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte ise 2019'da bu oranın ancak yüzde 16 düzeyine çıkması bekleniyor).
Kamu maliyesinde sağlanan bu başarı enflasyonun 34 yıllık aradan sonra tek haneli rakamlara düşürülebilmesinde anahtar bir role sahip oldu. Enflasyondaki düşüş de kamu maliyesindeki iyileşmeyi destekledi. Enflasyon son bir yıllık süreçte yüzde 25 düzeyine kadar yükselmiş olsa da daha sonra önemli derecede düştü. 2020'de de enflasyonun kalıcı bir şekilde tek haneli rakamlara düşeceğini söyleyebiliriz.
2000'li yıllarda gerçekleşen ekonomik reformlarla birlikte iş dünyasının önü önemli ölçüde açıldı. "İş yapma" kolaylığında önemli mesafeler kat edildi. Son olarak geçtiğimiz yıl "iş yapma kolaylığı" endeksinde Türkiye 17 sıra birden yükselerek 43. sıraya yükseldi. Şu anda Türkiye bu alanda 100 üzerinden 74.3'lük bir genel skora sahip bulunuyor.
Yine, 2000'li yıllarda "refah devleti" uygulamalarında ciddi bir ilerleme sağlandı. Vatandaşlar için yapılan sosyal harcamaların milli gelire (GSYH) oranı yüzde 8'lerden yüzde 14'lere yükseldi. Özellikle, sağlık hizmetlerinde Türkiye yüksek bir standarda ve kapsayıcılığa kavuştu. Genel olarak ise vatandaşlar ilk defa 2000'li yıllarla birlikte birçok alanda devletin kendilerine doğru düzgün ve görece kaliteli bir hizmet sağlayabileceğini gördü.
Bunlara ek olarak, savunma sanayiinde yaşanan önemli teknolojik atılımlar Türkiye'nin bu konuda yavaş yavaş çağ atlamasına ve farklı bir düzleme geçmesini beraberinde getiriyor. Savunma sanayiinde yerlilik oranının 2000'li yıllarda yüzde 20'lerden 70'lere kadar yükselmiş olması bu noktada oldukça anlamlı.
Türkiye ekonomisi 2002-2018 döneminde yılda ortalama yüzde 5.7 oranında büyüdü. Toplam büyüme ise yüzde 137 düzeyinde gerçekleşti. Böylece 2000'li yıllarda uzun dönemli ekonomik büyüme oranı olan yüzde 4.7'nin hatırı sayılır ölçüde üzerine çıkılmış oldu. Nüfus arttıkça, ekonomi büyüdükçe ve ülke zenginleştikçe ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek giderek zorlaşır. Bu açıdan, söz konusu performans özellikle önemlidir ki bu performans sayesinde Türkiye 2000'li yıllarda gelir düzeyini ciddi ölçüde artırarak üst-orta gelir düzeyine sahip bir ülke haline gelebilmiştir.
Ekonomi alanında atılması gereken adımlar
Madalyonun diğer yüzünde ise işsizlik, cari açık, vergi rejimi ve gelir dağılımı gibi problemli alanlar bulunuyor. 2000'li yıllarda istihdamda ciddi bir artış yaşanmasına rağmen işsizlik problemi ortadan kaldırılamadı ve işsizlik oranı genel olarak yüzde 9-11 gibi yüksek bir bantta seyretti. Tarım dışı işsizlik oranı ise yüzde 12-14 bandında takılı kaldı.
Cari açık ise Türkiye ekonomisi için önemli bir problem haline geldi. Özellikle 2010-2017 döneminde cari açığın GSYH'ye oranı yılda ortalama yüzde 5.6 olarak gerçekleşti. 2011 ve 2013 yıllarında ise sırasıyla yüzde 8.9 ve 6.7 gibi çok yüksek düzeylerde cari açık verildi. Yüksek cari açığın arka planında ise bir taraftan küresel likidite bolluğu diğer taraftan da merkez bankasının uygulamış olduğu sıkı para politikası (yüksek faiz-düşük kur politikası da denilebilir) bulunuyordu. Türk lirası 2003-2016 sürecinde "aşırı değerli" idi. Kurun bugün geldiği 5.50'ler düzeyinin ise Türkiye ekonomisi açısından görece "doğru" bir seviye olduğunu söyleyebiliriz (Belirtmek gerekir ki finansal saldırılar yaşanmasaydı da Türk lirası –zamana yayılarak ve ekonomiye zarar vermeden– dolar karşısında önemli ölçüde değer yitirecek ve "normal düzeylerine" az veya çok gelecekti). TL'nin geldiği söz konusu "rekabetçi" düzeyler önümüzdeki dönemlerde Türkiye'nin cari açık probleminin önemli ölçüde hafiflemesine neden olacak. Bu problemi tamamen ortadan kaldırmak ise Türkiye'nin ihracat performansına bağlı olacak.
Türkiye'de toplam vergi gelirleri içinde (KDV ve ÖTV gibi) dolaylı vergilerin yüzde 70'ler gibi oldukça yüksek bir paya sahip olduğu görülüyor. Vergi rejiminin sağlıklı bir yapıya sahip olması hem reel ekonominin iyi bir şekilde işleyebilmesi hem de (vergi sonrası) gelir dağılımının düzgün bir yapıya sahip olabilmesi anlamında önemli. Bu açıdan, vergi rejiminin mevcut yapısı da Türkiye'nin çözülmeyi bekleyen önemli problemlerinden birisi olarak ön plana çıkıyor.
Ülkemizde 2000'li yıllarda asgari ücretin reel olarak iki katının da üzerine çıkması ve sosyal harcamaların ciddi şekilde genişlemesiyle birlikte mutlak fakirlik neredeyse tamamen ortadan kalktı. Fakat gelir dağılımında ciddi bir iyileşme sağlanamadı. Genel olarak bakıldığında, en zengin yüzde 40'lık kesimin milli gelirden aldığı pay 2006-2017 döneminde (yüzde 70.3'ten 68.2'ye) 2.1 puan düşerken, en fakir yüzde 40'lık kesimin payı yüzde 14.9'dan 17.0'a yükseldi.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi 2000'li yıllarda oldukça ciddi bir mesafe kat etti ve tabir-i caizse çağ atladı. Fakat birçok yapısal probleme henüz çözüm üretilemedi. Türkiye'nin orta gelir tuzağına takılıp kalmaması ve sanayileşme yolunda daha büyük adımlar atabilmesi için bu "yapısal problemlerin" çözülmesi gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilmek için ise akıllı, kapsamlı, cesur ve iyi çalışılmış ekonomik reformlara ihtiyaç bulunuyor.
[Sabah, 17 AÄŸustos 2019].